- 796 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TUNCELİ İSYAN GÜNLERİ III:BÖLÜM
Dersim isyanına katılan aşiretlerin gücü ne kadardı?
Bu sorunu tam belirten kaynaklar yok gibi. İsyancı aşiretleri İngiliz ajanları ve ilgili kişiler yönlendirdiğine göre bunların gücünü de en iyi bilenlerin İngiliz raporlarında yazılanlar olduğunu kabul etmek gerekir. İngiliz raporlarına göre asilerin sayısal gücü 1.500 –2 bin kişi civarında olduğu yazılmıştır. Kimine göre bu sayı 5–6 bin civarında olduğu aktarılmıştır.
Dersim İsyanı hakkında farklı ülkelerden gelen mesajların en göze çarpanların ABD ve İngiltere büyükelçiliklerine ait olduğunu belirtmeliyim. İşte ABD’nin Ankara Büyükelçiliğinden yazılan raporun içeriği...
ABD’nin Ankara Büyükelçisi, Dersim İsyanı Hakkındaki Raporu:
“Dağlık olan coğrafi yapısından dolayı, bölgenin erişilmesi güç bir durumda bulunması, bölge halkının geri kalmışlığı, sorunun temelini oluşturmakta. Sert iklim şartları, toprağın işlenmesinde önemli güçlükler yaratıyor. Hırsızlık ve eşkıyalık yörede oldukça yaygın ve yalnız yöre insanları değil, komşu vilayetlerin insanlarını da etkileniyor. Toplumun sosyal yapısı tipik feodal özellikler taşıyor; geniş halk yığınlarının hükümetle olan tek irtibatını aşiret reisleri sağlıyor. Türk hükümeti ekonomik açıdan sorunu çözmeye çalışıyorsa da, yöre insanları yollar, okullar, köprüler vs., yapılmasına karşı koyuyor. Son ayaklanma, hükümetin, bölgenin sosyal ve ekonomik şartlarını ıslah etmek üzere geliştirdiği reform programını, daha önce elde ettikleri haklara tecavüz olarak gören aşiret reisleri tarafından başlatıldı.”
Yine, yıl 1937...
Konu: Türkiye raporu:
Raporun sahibi, İngiliz Büyükelçiliği...
“…Dersim bölgesinde iki yıl önce başlatılan özel reform programına tepki olarak ayaklanma çıktı ve bastırıldı. Bastırmak için asker ve uçaklar kullanıldı. Hükümet kuvvetlerinin zayiatı: 1 subay (teğmen) ile 28 asker şehit; 3 subay ile 46 asker yaralı. Asilerin zayiatı: 265 ölü, 20 yaralı, 27 yakalanan, 849 teslim olan. ... Aralarında Seyit Rıza’nın da bulunduğu 7 kişi idam edildi. Hükümet asilere karşı nispeten yumuşak ve merhametli davrandı. Geçmişte jandarmanın sert davranması ters tepmiş.” (Kaynak: Bilal N. Şimşir, Kürtçülük-II, s. 374–416, Bilgi Yayınevi, 2009, Ankara.).
Tarih: 14 Haziran 1937,
Yer: Türkiye Büyük Millet Meclisi.
Konu: Dersim isyanı (Kaynak: TBMM arşivi, tutanaklar).
...
“Şimdiye kadar olan Dersim tecrübeleri, orada hükümetin bir emrine karşı muhalefet olunca, mühim bir kuvvet toplayarak o mıntıkada ciddi tedibat yapmak ve bırakmak... Biz buna “sel seferleri” dedik. Memleketin bir tarafında bir hadise çıkınca onu kuvvetli bir surette ve sel halinde gelip geçmekten bir fayda hâsıl olmayacağı kanaatinde bulunduk. Biz muhalefet edenlerin mukavemetlerini bertaraf ettikten sonra kendi programımızın hiçbir şey olmamış gibi takip olunmasını esaslı vazifemizden saydık. ... Yol yapıyoruz, mektep yapıyoruz, karakol yapıyoruz. ... Cumhuriyet Hükümeti oraya ıslahat programını süs olarak, heves olarak götürmedi. Ne kadar müşkülata uğrarsa, ne kadar çok sene sürerse (sürsün) yaz ve kış bu programı biz orada tatbik edeceğiz”.
1930’daki Ağrı isyanının bastırılmasının ardından Doğu Anadolu’daki gücüne büyük darbe vurulan Kürtçülüğün Dersim dışında tutunabilecek bir yeri kalmamıştı. Dersim’deki Kürt aşiretlerinin bir ayaklanmaya hazırlandığı daha 30’ların başlarında tespit edilmişti. Pek çok resmi raporun yanı sıra Başbakan İnönü ve Ekonomi Bakanı Bayar’ın Şark Raporları da, bu konuda uyarılarla doludur.
Atatürk de isyanı elleri kolları bağlı beklemez. 1935’te “Tunceli Vilayetinin Kurulmasına İlişkin Kanun” kabul edilir. O zamana kadar Dersim olarak bilinen yöreye Tunceli ismi verilir.
Ancak Atatürk Tunceli’de yalnızca askeri önlemler almaz, Tunceli’ye “medeniyet” götürülür. Yüzlerce yıldır şehir merkezlerinden kopuk yaşamış Tunceli köyleri yapılan yol ve köprülerle “medeniyet”le tanışır. Hastane yapılır, doktor götürülür. Okul yapılır, öğretmen götürülür. Mahkeme yapılır, adalet götürülür... Köylüyü baskı ve zulüm altında tutan aşiret reislerinin silahlarına el konulur... Tabii tüm bu “medenileşme” hareketi gerici Kürt aşiretlerinin direnişiyle karşılaşır.
Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen din adamları Atatürkçü devrimlere karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başlamış oldu. İsyancıların ilk hedefi de devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur etrafındaki iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü ilk hedefti. Gericiler, “medeniyet”in bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edememişti!
Ve... 1937 yılının 21 Martında, yani bugün PKK’lıların da ayaklanma günü olarak kutladığı Nevruzda, Seyit Rıza liderliğindeki Abasan Aşireti, Harçik Köprüsü’nü yakarak isyanı başlatır. Aynı gece bir karakolumuzu basarak 33 askerimizi şehit ederler. 1920 Koçgiri isyanını liderlerinden ve Ağrı isyanına da katılmış Alişer ile Nuri Dersimi de isyancılar arasındadır.
Ertesi gün Pah Hükümet Konağı, ilçede yeni kurulmuş ilkokul ve hastane de ateşe verilir. İsyanın hedefi açıktır: Atatürk Cumhuriyeti’nin götürdüğü “medeniyet”in bütün simgeleri...
İsyanın lideri Seyit Rıza, Dersimli bir aşiret reisidir. Ve Atatürk Dersim’deki aşiret yapısını ortadan kaldırmak istediği için ayaklanmıştır. Seyit de zaten bir isim değil, Peygamber soyundan gelen Şeyh anlamında yerel bir dini unvandır. Anlayacağınız, Dersim isyanı, bir derebeyinin, bir dini liderin, bir tarikat şeyhinin, bir aşiret reisinin Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı ayaklanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Menemen ayaklanmasından hiçbir farkı yoktur. Seyit Rıza İngiltere’den destek ister: Dersim isyanının lideri Seyit Rıza’nın isyan sırasında İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 30 Temmuz 1937 tarihli şu mektup Kürt isyanlarının işbirlikçi karakterinin en açık delillerinden birisidir
“Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığına,
Yıllardır, Türk Hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışıyor ve bu amaçla halkı eziyor, Kürtçe yayınları ve gazeteleri yasaklıyor, anadilini konuşan insanlara işkence ediyor ve sistematik olarak insanları Kürdistan’ın bereketli topraklarından söküp Anadolu’nun çorak bölgelerine göçe zorluyor ve birçoğu oralarda telef oluyor. Türk Hükümeti son olarak, hükümetle yapılan anlaşma gereği, bu işkencelerin dışında tutulan Dersim’e de girmeye çalıştı. Bu olay karşısında Kürtler, uzak sürgün yollarında yok olmaktansa, 1930’da Ağrı Dağında, Zilan vadisinde ve Beyazıt’ta yaptıkları gibi, kendilerini savunmak üzere silaha sarıldılar. Üç aydan beri ülkemi, acımasız bir savaş kırıp geçiriyor. Savaş araçları bakımından eşitsizliğe rağmen ve bombardıman uçaklarının yangın bombaları, zehirli gaz bombaları atmalarına rağmen, ben ve arkadaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık. Direncimiz karşısında Türk uçakları köyleri bombalıyor, ateşe veriyor, savunmasız kadın ve çocukları öldürüyor ve böylelikle Türk Hükümeti, başarısızlığının intikamını tüm Kürdistan’da işkence yaparak almak istiyor. Hapisler, ağzına kadar masum Kürtlerle doludur. Aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor veya Türkiye’nin ücra köşelerine sürgüne gönderiliyor. Ülkelerinde bulunan 3 milyon Kürt, barış içinde yaşamak, özgür, kendi ırkını, dilini, geleceğini, kültürünü ve uygarlığını korumak istiyor; benim sesimle ekselanslarınızdan maruz bulunduğu zulüm ve adaletsizliğe son vermek için, Kürt halkını hükümetinizin yüksek ahlakî etkisinden yararlandırmanızı diliyor. Sayın Bakan, en derin saygılarımızı sunmaktan onur duyarım.
Seyit Rıza Dersim Başkomutanı”
Bütün diğer Kürt isyanları gibi Dersim isyanı da emperyalistlerin kışkırtma ve desteğiyle başlamıştır. Nasıl Şeyh Sait isyanı Musul-Kerkük meselesinin görüşüldüğü bir dönemde İngilizler için bir koz olduysa, Dersim isyanı da Hatay meselesinin tartışıldığı bir dönemde Fransızlar tarafından kullanılmıştır. Nitekim isyancıların üzerinden Fransız ordusuna ait silahlar çıkmıştır. Elebaşlarından Nuri Dersimi de, isyan bastırılınca Fransız mandası altındaki Suriye’ye kaçmış ve Fransız Hükümeti’nin koruması altında yaşamıştır. Bugün “Dersim’de katliam yaşandı” yalanlarının da AB koruması altındaki sempozyumlarda dile getirilmesi bu nedenle bir tesadüf değildir.
Dersim İsyanının arkasında da Fransa vardır. İsyan döneminde Hatay ilimiz, Fransa Mandası altındaki Suriye’den Türkiye’ye bağlanmak üzeredir. Avrupa devletlerinin Osmanlı Devlet döneminde uyguladığı yöntemlerden birini Fransa Dersim’de işbirlikçileri ile sahneye koyar. Amaç Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıf düşürmek ve Hatay’ın anavatana katılmasını önlemektir.
Şu bir gerçektir ki Dersim İsyanı Türkiye Cumhuriyetine çok pahalıya mal olmuştur. Özellikle bu isyanın Fransızlarla süren “Hatay meselesi” görüşmeleri sırasında vuku bulması, Musul meselesi İngilizlerle sürerken bu durumun ortaya çıkması son derece anlamlı ve amaçlıdır. Tarihin hemen her döneminde, Ülkemizin iç ve dış meselelerinde, başta İngiltere olmak üzere, Batılı emperyalistlerin rol oynadıklarına defalarca şahit olduk.
Canlı Tanıkların Dilinden...
Gazeteci Günerkan Aydoğmuş anlatıyor: “Rahmetli Ninem anlatırdı; Ağın’ın Karasu’ya dönük bir tepesinde 1937-38 yıllarında Ağınlılar bir mevzi yaparak ellerinde silahlarla Dersimden gelecek eşkıyaya karşı nöbet tutarlarmış. O yıllarda Karasu’yu geçip gelen Dersim eşkıyaları köyleri basarak soygun yaparlarmış. Bir gün soygun yapan eşkıyaları Ağınlılar silahlarla kovalayarak Karasu’ya kadar götürmüşler. Eşkıyalar Karasu’yu yüzerek Dersim tarafına geçince oradan Ağınlılara silahla ateş etmeye başlamışlar. Dersimlilerin bu eşkıyalıklarıyla ilgili Ağın’da çok hikâyeler anlatılır. Ben de Tunceli’de okurken 1960’lı yıllarda Bizzat Tuncelili yaşlılarla bu konuyu görüştüğümde bana; “Devletin hiç bir suçu yoktur, suç buradaki büyük aşiretlerindir. Onlar küçük aşiretlere devamlı zulüm yapıyordu. Büyük aşiretlerin adamları küçük aşiretlerin davarlarını çalıyor, onlardan haraç alıyorlardı. Devlet buraya karakollar yapmaya başlayınca bu büyük aşiretler rahatsız olmaya başladılar. Yani onlar otoritelerinin kırılacağını anlayınca devlete karşı isyan ettiler.”
“1920 sonrası Cumhuriyet’in kuruluşu ile seyitlerin çalışma alanları hızla daralacaktı. 1921’de başarısız Koçgiri isyanından sonra Sivas, Erzincan ve Malatya, 1925 Şeyh Said isyanı sonrası ise Elazığ ve Bingöl’deki Kürt Alevileri Ankara denetimine gireceklerdi. 1924’te her türden tekke ve tarikat kurumlarına karşı yürürlüğe konulan yasa ile seyitlerin bu bölgelerde rahatça dolaşıp, “çıralık” toplamaları tehlikeli bir girişim olmuştu. Dersim’in bir bütün olarak ablukaya alınması onun iç nüfusunu da tümden zor duruma sokmuştu.” (Kaynak: Erdal Gezık, Doğu Aleviliğinde Seyitlik ve Yakın Tarihte Geçirdiği Değişimler. Kanak, Yeni Binyılda Dersim Sayfa:58–69 Almanya)
Asilerin dışında sade vatandaşların da hayatlarını kaybettiği kesindir. Hangi isyanda sivil vatandaşlar kayıp vermemiş ki? Zaten isyan edenler “milis güçler” denilen sivillerdir. Bu bağlamda ölüm haberleri hakkında bazı ifadelerde bu olayların ne kadar “acı” gerçekler içerdiğini anlamaktayız.
İşte bir ifade örneği: “Uzun süre silahların sesini duydum. Nerdeyse annemin altında boğuluyordum. Kolumda ve bacağımda bir yanma ve acı vardı ama henüz vurulduğumu ve annemlerin öldüğünü bilmiyordum. Silah sesleri kesildikten soma vücudumun ıslandığını anladım. Annemin altından çıkmak için çok uğraştım ama beceremedim” (Kaynak: Hüseyin Yıldırım, Ema Lenge (Roman) ISBN: 91-973126-3-0 Mittani Yayınları, 1999, İsveç)
80 yaşındaki Menez Akkaya ise, Nokta dergisine anlattıklarıyla
Ben o zamanlar genç kızdım. Bizim köye askerler birkaç kez geldi gittiler. Bir şey yapmadılar bize. Türkçe bilmediğimiz için ne dediklerini anlamıyorduk. Daha sonra bir gün yine geldiler. Bütün köy halkını topladılar. 200 - 300 kişi vardı. Kadın, çoluk çocuk hepsi oradaydı. Hepimizi Değirmentaş’ın oraya götürdüler. Bize, silahlarımızı toplayıp serbest bırakacağız diyorlardı. Ama bizi çay kıyısına götürüp öldürdüler. Kocamı da öldürdüler. Biz üç kişi kurtulduk. Ben ağaca yapıştım, öyle kurtuldum. Günlerce aç susuz ölülerin yanında kaldık. Öyle olmuştu ki, korku diye bir şey kalmamıştı
Dersimdeki olayların insani boyutunu irdelediğimiz zaman pek çok sivil kişinin zarar gördüğü anlaşılıyor. Bu, aslında isyanın doğasında olan bir sonuç olmalıdır. Dersimliler de kendi aralarında bölünmüş vaziyette. Devletten yana olan ve cumhuriyet ordusuna yardım eden Kürt aşiretleri ve milisler vardı. Bunlardan bir tanesi de Seyit Rızanın ailesindendi. Kardeşinin oğlu cumhuriyet ordusuna rehberlik yapıyordu. Dolayısıyla Baytar Nuri’nin belirttiği gibi Türk ordusundan yana tavır koyan Kürt aşiretleri isyancılar tarafından yakınlarıyla birlikte katledildiler, zarara uğratıldılar. Bu sivil insanların tek suçu isyancılara katılmamaktı. Yani Bölgede tarif bulan zulüm ve eziyetlerin büyük bir kısmı yine isyancılarca meydana getirilmiştir.
Diğer taraftan isyancı yakınları da devlete karşı geldikleri için devletten zarar gördüler. Sonuçta silahlı isyancıların dışında zarar gören, ölen, öldürülen çok sayıda günahsız sivil de vardır, çok zarar görmüşlerdir. İster savaş alanında ister zorunlu göç dolayısıyla olsun zarar gören halktır…
Onların acısını yürekten paylaşıyoruz. Anlıyoruz. Ancak her zaman dediğim gibi aman oyuna gelmeyelim bizi kimse yıkamaz yeter ki kendi içimizde oyuna gelmeyelim. Üzücü bir şey daha özellikle bu bölgede bu acıları yaşamış insanlar arasında özellikle hala ötekileştirmeyi bölücülüğü teşvik eden gündeme getiren kişiler var… Acının vatanı insan kalbi, yanan yüreklerin acısı sanırım ki az geldi ki hala bu tip çatışmalar eylemler gösteriler yapılıyor. Yazık ki büyük bölümüde Atatürkçülük kisvesi altında Beni en çok üzen konulardan birisi Atatürk’ün paravan olarak kullanılması…
Dersim maalesef ki yaşanmış gerçek acılarla dolu bir örnek olaydır. Her ne sebeple olursa olsun devlete isyan vardır, devlet de otoritesini kullanmış isyanı bastırmıştır. Buna teşvik edenler sadece yerli feodal güçler değildir, bunlar birtakım sömürgelerin maşası piyonu olarak kullanılmışlardır. İşte acılar bundan sonra başlamıştır. Günümüzde hala bu gün mecliste bile bunun yansımaları sürüyor ne diyeyim Allah bizleri ıslah etsin. Olmadı ülkemizin birlik beraberliğine geleceğine devamına uzanan her türlü emel sahibini Allah Kahhar sıfatıyla kahretsin. Alevisi, Sünnisi, Kürdü, Lazı hepimiz; Biziz var mı ötesi…Sonuç birileri menfaat umuduyla dış güçlere maşa olunca o maşayla taşınan ateşe yanan yine biz oluyoruz…
Perihan TUNÇOK KILIÇ
İZMİR 30.6.2011
YORUMLAR
bize tarihimizi doğru öğretmediler esmize....hep içinde hamaset vardı...tek taraflı idi...az çok bildiğim konuda olsa sayende boşluklarım doldu....senin bu yönünü her daim ayakta alkışlıyorum....saygılar
Esmize - Perihan Kılıç
Bir ders yaptık sayende.
Biz bu coğrafyanın çocukları ,ateşte yandık,ayazda donduk, geceler yattık ,sabah uyandık.
Kol kola, iç içe Sakaryada,Çanakkalede destanlar yığdık.
Türküler dizdik.
Asla hain olmadık.Arkadan vurmadık.
Ders için teşekkür ederim.Bugün okudum aslında ,fakat işlerimin yoğunluğu sebebiyle yazamadım .
Selam ve saygı ile.