- 1590 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
....
“Bizi sevmiyorlar Nazlıcan. Bak nasıl da şahin gibi bakışları. Burun kanatlarına bak. Görüyor musun? Bir daha geldiklerinde dikkat et, Hamit’le Süleyman öyle bakmıyorlar. Şu gördüklerin, bizim viranenin önünden geçerken öyle bakıyorlar yalnızca. On adım ötede bakışları normale dönecek.
Baksana; kapının tokmağına nasıl da tiksinerek bakıyorlar. Elimizin değdiği yerden iğreniyorlar. Korkuyorlar, şiir bulaşacak gözlerine. Aşısı bulunmamış bir hastalık bu ne de olsa. Bizi sevmiyorlar Nazlıcan. Sevmiyorlar şiir yazanları, saçı dağınıkları, gözlerinde sorular besleyenleri. Kapısını kilitlemeyenden ve kapısı olmayandan korkuyorlar. Sanıyorlar ki; bu bir tuzak. Bir gece vakti evlerine sızmamızdan korkuyorlar. Çaydanlığın buharıyla saydam bir deftere dönen pencerelerine, şiir yazmamızdan. Şiire karşılık çay istememizden korkuyorlar. Oturup sert sandalyelerine, mahcup gözlerle, duvarlarındaki çıplağı süzerken, haddimizden fazla yer işgal edeceğimizi düşünüyorlar.
Senle ben cılız bir ünlem işaretiyiz Nazlıcan. Kütlemiz hesaba değmez çoğu yerde, görmezden gelirler bizi. Ama bu mahalleli büyütüyor bizi görüyor musun? Mercekle bakıyorlar bize, ve korkuyorlar bizden. Dev sanıyorlar…Şairler delidir onların gözünde. Deli bir devden kim korkmaz Nazlıcan?
Arabalara bak. İçlerinde şapkalı adamlar var. Çoğu hapisten yeni çıktı. Birkaçı mutlaka tımarhanelik. Normaller de var içlerinde. Sen biliyor musun neden seviyorlar şapkalı amcaları? Ben biliyorum. Bu bir sırdır Nazlıcan, dinle ve yut cümlelerimi.
Yok, vazgeçtim söylemeyeceğim. Ne kadar az kelime yutarsan, o kadar çok yaşarsın Nazlıcan. Seni kaybetme lüksüm,yok. Belki yırtık bir ceketsin ama, benim gibisin sen. Çok kötü şiir kokuyorsun.
İşte bak…Bak görüyor musun? Şu kadına bak. Her gün aynı saatte geçiyor bu sokaktan. Akşamları evine dönerken, bizden yana kalan elindeki fileyi, diğer eline devşirmeyi hiç ihmal etmez. Korkuyor Nazlıcan. Berduş şiirlerimizin filesini kapıp kaçmasından korkuyor. Elinden gelse ayakkabısının içine saklayacak kendini.
Bunlar her bize değişlerinde, gidip ispirtoyla gözlerini yıkıyor Nazlıcan. Kör oluncaya kadar ovuyorlar gözbebeklerini. Göremedikleri an arındıklarına inanıyorlar. Sonra oturup kolonyalı yemekler yiyorlar. Filelere bulaşıyor mikrobumuz, değil mi? İçindeki yarım kilo kıymaya, iki muza, pirince, bulgura…Hepsini kolonyalıyorlar Nazlıcan…”
***
“Metin, hani şu yol üzerindeki metruk ev var ya…”
“Ayyaşın yaşadığı evi mi diyorsun?”
“Evet.”
“Ne olmuş o eve?”
“Ev değil de…O adam çok farklı bakıyor biliyor musun? Yani konuşuyor sanki…Ama dudakları kıpırdamıyor. Garip bir hali var. Bana nefretle karışık bir merakla bakıyor. Evin önünden geçerken, elimdeki fileden utanıyorum biliyor musun? Sanki nispet yapar gibi iki yana tartıla tartıla önünden geçmek…Nasıl desem bilmem ki?”
“Ne demeye çalışıyorsun Canan?”
Adamın sesinde belirgin bir öfke vardı. Elindeki kaşığı tabağın içine bırakarak sofradan kalktı. Bir süre karısının başında bekledikten sonra “ ‘Ona da yardım edelim’ demeyeceksin değil mi?” dedi. Kadın başını yavaşça kaldırdı. Ürkmesini istemediği bir serçeye yaklaşır gibi. Kocasının huyunu biliyordu. O yüzden tartışmanın hangi evresinde, nasıl bir yüz ve ruh hali takınması gerektiğini de çok iyi biliyordu.
Gözlerini kırpıştırarak adama baktı. Adam önce kadının gözlerine, sonra aşık olduğu dudaklarına baktı. Sonra içinden kendine kızdı. Bir çift biçimli dudağın bütün hayatını istila edişine isyan etti. Ama bu kez öyle olmayacaktı.
“Bak! Kainatın bütün berduşlarını doyuramazsın Canan. Bunlar tehlikeli insanlar. Benim o adama ayıracak vaktim yok. Senin de onunla muhatap olmana göz yumamam. Allah aşkına, bizim bir çocuğumuz var. Biraz da onu düşün. Ya senden yüz bulur da çocuğa musallat olursa…Bu tipleri iyi tanırım ben. Keneye benzerler, doymadan düşmezler sırtından.”
“Ama…”
“Aması yok. Bu kez olmaz. Sen anlatırken bile o adamın varlığından rahatsız oldum.”
“Peki.”
***
Burası Hayriye şehri Nazlıcan. Daha önce de gelmiştik hatırlıyor musun? Hatırlaman lazım…Hani seni yere serip Süleyman’la üzerine oturmuştuk da, o gece benden darılmıştın. Ben istemez miydim seni kıvırcık saçlı bir Çingene kızının çıplak omuzlarına atmak? Ama sen sıradan bir ceket değilsin ki…Şair ceketisin ve şair ceketleri cefakar olur…
Boş ver şimdi bunları. Denize bak. Ne kadar sakin duruyor değil mi? Aslında o, midesi bulanan bir kadın…Midesi bulanan kadınlar böyle bir durgun, bir dalgalı olurlar. Dinle Nazlıcan, duyuyor musun? Denizin karnından sesler geliyor. Aslında bir deniz kabuğu olsaydı elimde, sana daha net dinletebilirdim sesleri. Ne yazık ki karanlık. Karanlıkta deniz kabukları kuma saklanır. Ama ben biliyorum niye olduğunu. Denizin sırrı, kötü niyetlilerin kulağına geçmesin diye Nazlıcan…
Daha seni çöpten kurtarmadığım günlerde keşfetmiştim bu koyu. Çocuk bile sayılabilirdim. Otururdum buraya, dalgaların kimin dudakları olduğunu düşünürdüm. Sevgili nedir bilmiyordum. Anne nedir bilmiyordum. İlle de kadın dudakları olmalıydı dalgalar, ama bu yükü kime yükleyeceğimi bilmiyordum Nazlıcan. Şimdi de bilmiyorum. Ama dert etmiyorum da artık.
İskenderiye de bir halam varmış. Bu büyük ihtimalle, beni avutmak için söylenmiş bir yalan. Ama yine de halam var diye farz ediyorum. Meçhul halaya giden bütün soruları yedirdi bana uzun ve kısa geceler… İskenderiye’de ne işi varmış halamın, beni hiç aramamasının sebebi ne? Neden bana verdikleri adreste sokak ve kapı numarası yok …İskenderiye neresi? Sahil kentiymiş, Ümraniye patlamadan önce çöplükte bulduğum bir atlasta gördüm. Çok uzak Nazlıcan. Senle benim gidemeyeceğim kadar uzak. O şehri Büyük İskender kurmuş, adı İskenderiye olmuş. Düşündüm…Düşüne düşüne bu koya kadar geldim. Ayaklarıma kum dolmuştu, bir de acıkmıştım. İşte buraya çöktüm. Kendimi denizin sesine bıraktım. Sanki biri sormuş gibi “Benim adım Hayri” dedim. Sonra sevdim burayı Nazlıcan...Benim şehrimdi burası, ben bulmuş ben kurmuştum, o yüzden adını Hayriye koydum…İskenderiye’deki halam Hayriye’nin sahibi olduğumu bilse sence hayatımızda ne değişirdi.
Nazlıcan, bir gün ortalıktan kaybolursam muhtemelen sen burada serili olacaksın. Ben denizin dibindeki bir batıkta şiir yazıyor olacağım. Çok özlersen beni, her med cezir zamanı daldır kollarını harabeme, beni çıkar, kokla. Şiir kokmuyorsam, bil ki vurdular beni bir sokak arasında. Sonra attılar beni suya…Ki katilim büyük ihtimalle Süleyman olur. Eğer şiir kokuyorsam anla ki dilimde bir şiirle intihar ettim. O vakit hiç üzülme…Hiç, Nazlıcan…Şiir; şairin salavatıdır bir nevi .
Şuraya bak! Benim gördüğümü sen de görüyor musun? Kayalıkların dibinde bir şey kıpırdıyor. Gidip bakmalı mıyım sence? Burası benim şehrim, o halde gidip bakmalıyım. Koru beni Nazlıcan, ben de seni koruyacağım…
***
“Nasıl bulamazlar Metin? Kaç gün oldu? Buradan düştü. Gözlerimle gördüm. Nereye gider bu çocuk! Ne olur bir kez daha arayalım etrafı. Belki onların göremediği…”
“Canan kaç kez aradık. Sakin olmalıyız. En azından…En azından hayatta olduğunu biliyoruz.”
“Bu neyi değiştirir, ne haldedir, yaralandı mı, korktu mu, aç mı bilmiyoruz. Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun!”
“Hadi eve dönelim. Bir arayan olur. Zaten bu karanlıkta yapabileceğimiz hiçbir şey yok.”
***
Ne güzel uyuyor değil mi Nazlıcan? O çok güzel bir çocuk. Süleyman ve Hamit olmasaydı bu işi başaramazdım. Sen de gördün değil mi? O beş para etmez adamlar nasıl birer ambulans personeline dönüverdi. Hele Hamit’in ekmeğini çocuğa vermesi…Şiir gibi değil mi sence de Nazlıcan?
Onun saçlarına bak. Üç gün oldu, hala çiçek kokuyor. Yanaklarındaki dudak izlerini görüyor musun? Onlara öpücük diyorlar. İnsanlara has bir şey bu, sen bilmezsin, ben de televizyoncunun önünden geçerken görmüştüm. Sevdiklerini öpüyor insanlar…
Sana söylemiştim, bizi sevmiyorlar Nazlıcan. Bizim gibi olan kadınlar bile sevmeyecek bizi hiç. Onların kurtulmak için bir umudu var. Kim berduşluğunu bir berduşla pekiştirmek ister ki? Kızmıyorum kadınlara…
Seni çocuğun üzerine örttüm diye kızmıyorsun değil mi? Ama sessiz konuş, uyandıracaksın…Nazlıcan, şiir sinmeli bu çocuğun üzerine, bağışıklık kazanmalı…Sonra- bir gün çok büyüdüğünde- bizim harabenin önünden geçerken burnunu tıkamayacak. Ve Hayriye onu korkutmayacak. Ben görmem belki, ama sen sahilde olacaksın, mutlaka görürsün.
Nazlıcan, uykum var. Bana sessiz bir çöl ninnisi söyle. Üşüyorum.
***
“Allah’ın belası haydut! Çocuğu saklamak neymiş gösteririm ben ona!”
“Beyefendi, zavallının bir suçu yok. O ve arkadaşları çocuğu uçurumun dibinde bulup sahip çıkmışlar. Ne yapacaklarını bilemedikleri için…”
“Metin! Memur Bey haklı. Ben Hayri’yle konuştum. Üstelik oğlumuz da…”
“Hayri de kim?”
“O…”
Adam, Hayri’ye şüphe dolu gözlerle baktı. Hayri, kendisine baktıklarını görünce elindeki cekete başını yasladı.
***
Nazlıcan, bakışlarıyla seyreltiyorlar bizi…Sana demiştim, hayal kurma. İyilik yapsan da sen çok kötü şiir kokuyorsun. Hadi gidelim buradan. Ben de burayı sevmedim, her yan metal kokuyor. Metal hayatsızlık belirtisidir Nazlıcan.
***
Sen de duydun değil mi? Gördün değil mi? Bana Süleyman ve Hamit’ten sonra adımla hitap eden tek insan o kadın. Bakışlarını gördün mü? Evin önünden geçerkenki bakışları değildi onlar. Sanki şiir kokuyordu ve yumuşak bir ekmek gibi…Senle ben bir şey daha öğrendik Nazlıcan. Sakın unutma, bir gün bir yerde lazım olacak bize. Bazı insanlar farklı olanların farkında olabiliyormuş ve onları fark ettikleri için kendileri de farklıymış.
Getirdiği yiyeceklere ve kıyafet dolu poşete bak! Buna gerek yoktu ama, o, buna gerek olmadığını bilemezdi değil mi? Şu halimize bak…
Haydi bunları Süleyman’la Hamit’e götürelim.
Nazlıcan, ne kadar da mutlu görünüyorsun. Üzerine parfüm kokusu sinmiş. Bu demektir ki; onun omuzlarına da şiir sinmiştir. Yine de çok kaptırma kendini. Bizi -büyük bir ihtimalle- kahramanı olarak görüyor. Kadınların kahramanları çok kısa yaşar Nazlıcan…
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Siz yazı falan yazmayın bence.
Şöyle oturun bir köşeye, sırtınızıda yaslayın, uzatın ayaklarınızı, çay, nescafe canınız ne isterse artık işin o tarafı da keyfinize kalmış.Pasta mı istersiniz, çörek-börek mi bilemem.Tv kaç ekran olsun, hangi diziyi istersiniz, bu aralar Muhteşem Yüzyıl, Fatmagül'ün Suç'u Ne, Öyle Bir Geçer Zaman ki çok moda.Bakın valla ben bile seyretmeye başladım Ali Kaptan'ı, ya ne Carolinemiş bu Engindeniz.
Uzat ayağını uzat, uzat.Ne işin var senin yazı yazmakla uğraşıyorsun....millete fikir ver yeter.
Aynur Engindeniz
Söz yazasım geldi mi gidip tv. izleyeceğim sevgili Davidoff :)) Ama fikir verecek olan bensem, sanırım kimsenin buna ihtiyacı yok:)
Çok ama çok özelinden teşekkürler ve sevgiler.
Davidoff
Olmaz olur mu Engindeniz, bize daha bir sürü dizi gerek, ee bu dizilerede bir fikir annesi.
Aynur Engindeniz
Kendimi de biraz...
O zaman nice dizilere:))
Askerlik de sabah sporu yapılırken, (koşu veya hareketler) koşuda ritim, hareketlerde senkron tutturmak için ilginç ama bir o kadar da basit bir yola başvurulur. Hep bir ağızdan, duruma göre ya bir marş ya bir slogan ya da bir türkü tutturulur. Bu yol, ritim ve senkron işini kotarmanın yanında ekstradan moral ve motivasyonunda artmasında da işe yarar. Mesela ilk aklıma gelen slogan “Her Türk asker doğar, her Türk asker doğar….”. Ne kadar makul ve mantıklı bir çözüm değil mi. Bir de askerde mantık yoktur derler; halt etmişler
Gerçi sivil yaşamda herhangi bir ritim ve senkron tutturma zorunluluğu yok diyorlar ya; gene halt etmişler. Biz varsayalım ki var. Her halde en iyi slogan şu olurdu “Her Türk şair doğar, her Türk şair doğar…”
Veya “Her Türk şair doğduğunu zanneder”..
Allah, Allah! Bu kadar “aromantik” toplumdan bu kadar şair çıksın, olacak iş değil.
Siteye ilk üye olduğum günlerdi; Profil sayfasında yazarın “şiirleri” ve “yazıları” bölümü var. Acemilik işte, hakkında kanun varmış gibi şiir sayfası boş kalmasın adına “şiirleri(m)” diye birkaç karalamayı ekledim. Sonra başkalarının şiirlerini okudum, okudum, okudum…
Öyle şahaser şiirler okudum ki, şiir yazmaya tövbe ettim.
Şükrolsun haddimi biliyorum, durduk yere rezil olmanın bir anlamı yok
Kafama takıldı, Hayri'nin ismi Hayri değil de Abdülhamit olsa idi şehrin ismini ne koyacaktın.
Şaka, şaka vallahi :- )
Saygılar, selamlar
Aynur Engindeniz
Galiba yazıyı pek senkron bulmadın. Ya abi açık açık de daa ne olur. Oldu mu olmadı mı anlayana kadar bir dahaki yazı geliyor:))
Eleştirine ihtiyacım var:)
Selamlar.
Ağyar
"elişma bağa", hiç eleştirme modunda teğilum, yeni yeni kendume geliyrum. Anladun oni :-(
Askerde senkron bozulduğu zaman çavuş şöyle bağırırdı; "Ayak değiştir, ayak değiştir"
Haçan sağa diyorum "biraz ayak teğuşdur" :-)
Selamlar
Aynur Engindeniz
O zaman sonra nasıl ayak değiştirmem gerektiğini de gel anlat bir ara iyi olduğunda. Ben askere gidemedim. Hala bakaya mıdır nedir ondanım...
teşekkür ederim. Fikrin çok ama çok değerli bende. Bak sen olmadığın sayfaların hiç pembesi yok.
Hayatın tez vakitte pembe olsun inşallah değerli abim.
Saygılar.
Kurgu güzel,üslup güzel.Her bölümden çıkarılacak önemli dersler var . Tekrar tekrar okunası bir öykü.Emeğinize yüreğinize sağlık.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Satır satır karşılık yazabileceğim dem'de bir yazı döktürmüşsünüz.
kaç yıldır "berduş" diyeni duymamıştım.
hakikatten vardı bizim zamanımızda berduşlar. Babam derdi "Berduş olucak bu yezit" ..
ben de merak ederdim Yezit ne Berduş olmak için hangi okulu kazanmak gerek diye ya..
Çok güzel olmuş.
tebrik eder saygılarımı sunarım.
:)
İnanılmaz bir bütünlük var.
Her şey kokuyor öykü.Şiir ,sıcak ekmek,her köşede bir anda karşımıza çıkacak bir hayat.Çocuk masumiyeti ve ana.
İnsan yüreğindekileri illa kalem kağıtla değilde bir ceketle bile paylaşmalı yada anlatırken bir şeylere ona verdiği isimde bir sırdaşı olmalı.
Farklı insanlar birbirini farkeder.Çoğu insan deli gözüyle baksa bile.
Fark farklılığı ortaya çıkarmakla başlar.
Sevgiyle gülüm..Ziyadesiyle doydum öyküye.Öptüm yüreğinden.
oy oy oy şair kokusu sinmiş kalemin mürekkeplerine ve şair deliliği bulaşmış duygularına ,doğru ya şairler kendi tabutlarını sırtında taşırlar ,onlar kelimeleridir ,kelimelerin dağınıklığıdır,haykırışıdır,sessiz bir söyleşidir kendiyle,doğru ya şairler kendi tabutluklarına girerler kimse farkında değildir,kimse anlamaz , anlamak bile istemez ,bu yüzden hep tozlu raflarda kalır kocaman yürekleri ,tozlu rafların kokusu siner kelimelere,ve bu yüzden sadece tabut anlar şairi,şairse sığınır tabutluğuna..
sevgiler.