Işığımı Arıyorum–2
(Suruç “Okuma Kampanyası” Şiir Şöleni’nin Ardından – 20 Aralık 2009)
Üstadımın böylesi şiir etkinliklerine yalnız başına gitmediğini biliyordum. Yanında ya şairlerin ’Hatice Ana’sı diye bilinen eşi olurdu ya da yakın görüp çok sevdiği birileri olurdu; ama bu defa yalnız gelmişti. Nedenini sorduğumda ise hem Hatice Ana’nın rahatsız olduğunu hem de birlikte gelmeyi düşündüğü Şair Yasin Mortaş’ın da bir hastasının olması sebebiyle gelemediğini söyledi. Üzülmüştüm. Hasta olanlar için geçmiş olsun dileklerimi iletirken “Bahaettin Üstadım yalnız gelmiş, onun hep yanında olmalıyım” diye düşündüm. Çünkü o, gerek kişiliği gerekse 80 yıllık ömrünün 68 yılını şiire adamış koca bir şairdi ve koca bir değer...
Suruç Kaymakamlığınca düzenlenen “Okuma Kampanyası” şiir şöleni vesilesiyle ilk kez görüp tanıma şansına erdiğim ve hep bürokrat duruşuyla hatırlayacağım AK Parti eski Şanlıurfa Milletvekili Şair Mehmet Atilla Maraş oldu. O’da benim gibi Urfalıydı. Yakın zamanda kalp ameliyatı geçirmiş olmasına rağmen Suruç’ta düzenlenen şiir şölenine büyük bir sevinç ve istekle gelmişti. Bir şair olarak o’da biliyordu ki, şiir aşkı insana ne dağlar ne tepeler aştırır; hasta olsa bile…
Sabah gözlerimi açar açmaz bir telaşla fırladım yatağımdan; çünkü akşama şiir şöleni vardı ve üstadım mutlaka erkenden kahvaltıya inmiş olmalıydı. Yanılmamıştım, Öğretmenevi’nin lokantasına girince üstadımı kahvaltısı ederken bulmuştum. Yanılmamıştım; çünkü üstadım diyabet hastasıydı ve yıllardır insülin kullanıyordu…
Onunla kahvaltı etmek ve kahvaltı ederken bile şiirle ilgili sohbetini dinlemek benim için bir kazanımdı. Yarım saat sonra kahvaltı masamıza diğer arkadaşlarda gelince onlardan saat 11:00 da Kaymakam Bey’in geleceğini, Mürşitpınar Sınır Kapısı’na, oradan da Ziyaret Köyü’ndeki Şeyh Müslüm Türbesine (Eba Müslüm-i Horasan-i Türbesi) ve Şanlıurfa’ya gideceğimizi öğrenmiş oldum. Dönüşte ise Öğretmenevinde biraz dinlenip sonra da şiir şöleninin yapılacağı Yunus Düğün Salonu’na gidilecekti…
Suruç Kaymakamlığınca tahsis edilen iki araçla yola koyulduk. Suriye ile sınırı teşkil eden demiryolu üzerindeki Mürşitpınar Köyü; Suruç’a 10 km uzaklıktaydı. Mürşitpınar Köyü’nde bulunan Suriye Sınır Kapısı’na vardığımızda araçlarımızdan indik. Çok değil, yalnızca birkaç metre uzağımız başka bir ülkenin topraklarıydı ve ben ilk kez sınır görmenin heyecanı içerisinde sınır ötesindeki evlere, insanlara bakıyorken; üstadım Bahaettin Karakoç tel örgülere bakıyordu... İşte aramızdaki fark buydu; bizler maddeye bakarken o manaya dalıyordu...
İkinci durağımız Ziyaret Köyü’ndeki Şeyh Müslüm Türbesi (Eba Müslüm-i Horasan-i Türbesi) oldu. Ayakkabılarımızı çıkartıp türbeye girmeden önce aksesuar olarak boynuma doladığım şal ile başımı örttüm. Türbeye girip; huşu içerisinde Fatiha-i Şerife okuduktan, dualarımızı ettikten sonra Şanlıurfa’ya gitmek üzere türbeden ayrıldık.
Dünyanın en eski şehri olarak bilinen ve tarih boyunca “Edessa`, `Orhai`, `El-Ruha` “Urfa” olarak adlandırılan; TBMM tarafından ise 12 Haziran 1984’de Millî Mücadele’de gösterdiği kahramanlıklarından dolayı “Şanlı” unvanı verilen; ayrıca da Hz. İbrahim’in doğduğu, Hz. Musa, Hz. Şuayb, Hz. Yakup, Hz. Eyyüp ve Hz. Elyesa Peygamber’in yaşadığı: Hz. İsa tarafından ise kutsandığı söylenen ve “Peygamberler Şehri” olarak da anılan bu şehre bir kez daha ayak basmanın; Balıklı Göl’de olmanın mutluluğu içerisindeydim.
Balıklı Göl‘ün (Aynzeliha Ve Halil-Ür Rahman Gölleri) hikâyesini de anlatmadan geçemeyeceğim.
Hz. İbrahim, zalim hükümdar Nemrut ve halkının taptığı putlarla mücadele edip, tek tanrı inancını savunup yaydığı için Nemrut tarafından bugünkü kalenin bulunduğu tepeden ateşe atılır. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı sırada Allah (c.c) tarafından ateşe “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilir. Bu emir ile ateş suya, odunlar balığa dönüşür. İşte Hz. İbrahim’in düştüğü bu yer Halil-Ür Rahman gölüdür. Ve Hz. İbrahim’e inandığı için; Hz. İbrahim’in ateşe atıldığını gören Nemrut’un kızı da onun peşinden kendini ateşe atar. Nemrut’un kızı Zeliha’nın düştüğü yerde ise Aynzeliha Gölü oluşur. Asırlar boyunca bu iki gölde bulunan balıklar kutsal sayıldığı için halk tarafından korunmakta ve yenilmemektedir.
Balıklı Göl’den ayrıldıktan sonra çevresinde bulunan bir tepeye doğru yürüyüp, İsot ve hediyelik eşya satılan dükkânların önünden geçtikten sonra melengiç kahvesi içilen bir mekâna geldik. Hava ılıktı ve bu tepeden karşımızda duran kaleyi, çevreyi seyretmek çok güzeldi. Böylesi bir manzara karşısında içerde değil dışarıda oturmak, mis gibi havayı teneffüs ederken melengiç kahvesini yudumlamak ayrı bir zevk veriyordu insana.
Melengiç kahvelerimizi içip dinlendikten sonra bu güzel mekândan ayrılarak Cevahir Konukevi’ne gittik. Ve yemeklerimizi yiyip Suruç’a gitmek üzere Şanlıurfa’dan ayrıldığımızda akşam gerçekleşecek olan şiir şölenine yalnızca iki saat kalmıştı.
Yol boyunca güzel geçen geziyi ama en çok da gezi boyunca bizimle birlikte olan Suruç Kaymakamı Sayın Mehmet Sinan Yıldız’ı düşünüyordum. Çünkü ilk kez makamına bakmaksızın misafir olarak ağırladığı şairine bu denli sevgi dolu gözlerle bakan ve saygısını eksik etmeyen bir kaymakam görüyordum. Üstadım Bahaettin Karakoç’un zaman zaman koluna giren, onun ağzından çıkan her sözü dikkatle dinleyen, saygısını esirgemeyen ve onu mutlu etmek için adeta çırpınan ve de asla bürokrat tavrını takınmayan böylesi bir kaymakamı izledikçe hayran olmamak mümkün değildi.
Kaymakam Bey’de gördüğüm güzel ahlak, insani zarafet ve büyüğüne karşı gösterdiği saygı nedense aklıma bilindik bir hikâyeyi de getirdi. Şöyle ki; Babası oğluna sık sık “Oğlum Sen Adam Olamazsın” dermiş. Oğlu da bir gün Sultan olmuş ve askerlerine emir vererek “Gidin makamıma babamı çağırın, eğer gelmezse zorla getirin” demiş. Askerler sultanın emrini yerine getirerek babayı zorla getirip sultan evladının karşısına dikmişler. Sultan olan evlat babasına seslenmiş; “Bak baba! Sen bana adam olamazsın derdin ama ben sultan oldum” Baba ise evladına; “Oğlum ben sana sultan olamazsın demedim, adam olamazsın dedim. Eğer adam olsaydın babanı zorla ayağına getirmez, babanın gönlünü hoş etmek ve hayır dualarını almak için kendin babana gelirdin” demiş.
Kaymakam Bey’de gördüğüm bir başka meziyet ise onun meslek aşkıyla dolu dolu olduğuydu. Bundan dolayı da inanıyorum ki; Kaymakam Bey, Suruç için bir şans ve büyük bir kazançtır.
Saadet Ün-04.01.2010/ANI