- 787 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
GURBET SÖKER YAKAMI-2-
-Zaman;
"Kıymeti bilinmeyen en değerli nimettir
Geriside, nimete eklenen ganimettir "
Babam, her haliyle kahramanımdı benim… Gezişi,oturuşu,kalkışı her hareketini özenle takip ediyordum. Yine bir gün traş olurken yaptıklarını taklit ediyor,o ne yapıyorsa aynını yapıyordum.Birden geri döndü;yakalanmıştım. Belimden tuttuğu gibi havaya kaldırdı...sonra dakikalarca yerde yuvarlayıp sevmişti.Hiç unutamıyorum o anı.Uçları yukarı doğru kalkık duran ve her aklına geldiğinde eliyle burduğu o simsiyah bıyıklarını keyifle burarak;
-Samet oğlum,arabanın anahtarını alda gel...
Anahtarlık her daim ,dedemin kendi elleriyle yaptığı ceviz ağacından,oymalı çeyiz sandığının üzerinde dururdu.Siyer kitabı,gözlüğü,anahtarlık gibi şahsi eşyalarını,oturduğumuz sedirin yanı başında duran hatırası bol sandığın üzerine koyardı.
Anahtarı alıp yine koşar adımlarla merdivenleri bir solukta indim.Ne de olsa misafirimiz gelecekti. Babamla arabada gezmek ayrı keyif hele de gar’a gidip misafir karşılamak keyfin doruk noktasıydı benim için…
-Eyvanın, ahşaptan yapılı traktörün bile rahatça girdiği çift kapısını zar zor açabildim.
Çünkü ben yapmasam...Babam; “Samet, çabuk koş kapıyı aç,sana kaç defadır söylüyorum araba işi oldu mu ben demeden şu kapılar hazır olsun...” diye azar işitecektim.
Babamın geçen yıl aldığı -Beyaz Renault Toros- her şeyimizdi. Mahallenin,yerine göre özel servisi yerine göre ambülansı gibiydi.Bu durum babama göre en kutsal görevdi...Gece gündüz olsun kapımıza gelen,yada telefon açan oldu mu ? hayır dendiğini hatırlamam.
Yine aheste aheste kendinden emin bir şekilde arabanın kapısını açtı,şoför koltuğuna bindi.Sol yan pencereye uzanarak arabanın camını indirdikten sonra,
-Hanım hadi sağlıcakla kal,biz sametle misafirimizi alıp geleceğiz.Sen hazırlıklarını bitir sofrayı hazırla...
Hemen koşarak arabaya bin bir hevesle bindim.Mahalleden aşağı inerken,komşu çocuklarına hava basmak en büyük hevesimdi.Bunu kimsenin yüzüne söyleyip babamdan azar işitmek istemezdim,lakin araba hareket halindeyken, yanından geçtiğimiz tüm arkadaşlarıma manalı manalı bakarak hissettiriyordum...O yıllar mahallede iki araba vardı.Biri Kuyumcu Kazım amcaların,diğeri bizimdi.Bu durum çocuk aklımla bana ayrı bir keyif veriyordu.
-Baba,baba
-Ne var oğlum...
-Kadiri de alalım mı?
-Kadir nerde ki?
-Evlerinin önünden geçtiğinde çağırırım.
-Tamam lakin çabuk olun,geç kalmayalım.
-Tamam baba…
Kadirlerin evlerinin önüne gelmiştik.Bahçe içinde tek katlı çok eski bir evdi.O evi gördüm mü,sünnet düğünümüz ve Şakir Amcanın öldürülüşü aklıma gelir.On yaşlarındaydık. Kadir ile aynı zamanda sünnet olmuştuk. Babam o zaman yine kendine yakışır çok güzel bir sünnet düğünü yapmıştı. Mahallede hali vakti yerinde olmayan on çocuğu da sünnet ettirmişti. Davullu, zurnalı,kır düğünüydü.Düğünün öğlenden sonraki faslını bu bahçede yapmıştık. Kadir’in babası ve babam karşılıklı hançer barı oynamışlardı.
Ve o gün...Şakir amca, al kanlara boyanmış beyaz gömleği,lacivert yeleği ve yanına düşmüş kasketiyle öylece yerde yatıyordu. Babam,ben ve annem haberi duyar duymaz gelmiştik.
Asiye teyze avazı çıktığı kadar bağırıyordu;
-Şakir,Şakir kalk ben sensiz ne yaparım.Allah’ını seversen kalk.Kimler kıydı sana?Ne istediler senden? Ağıtlar,ağıtlar…
-Kadir ve ben ne olduğunu anlayamamıştık …Neden ? Kim? Niçin?
Evlerine şivan düşmüştü.Günlerce ağlamış,ağlamış ağlamıştık.Cenaze defninden sonra Asiye teyze başını alıp acısından dağlara taşlara çıkmıştı. Kadir’i ikna işi bana, annesini sakinleştirmek ise günlerce süren tesellilerle annem ve babama kalmıştı.
-Kadir,Kadir...
-Baba, sesimi duymadı ben bi koşu bakıp geleyim.
-Bahçe kapılarından içeri koşar adımlarla girdim.
-Kadir,kadir hadi oğlum arabayla gar’a gidiyoruz nerdesin?
-Asiye teyze, beyaz baş örtüsü ve temiz giyimiyle annemi hatırlatıyordu bana, o günden beri yüzü hiç gülmemişti.Bir kaç kişi mahallenin ileri gelenleriyle istemeye gelselerde uygun bir dille geri çevirmişti.
Kapılarının önünü süpürüyordu,geldiğimi görünce;
-Gel oğlum Samet,Kadir kahvaltı yapir,beraber yapın.
-Yoh Asiye teyze, babam kapıda arabada beklir…gar’a gideceğiz. Kadir de bizimle gelsin istedim.
-Hayırdır oğlum, misafiriniz mi gelecek?
-Evet,babamın asker arkadaşının gızı öğretmen olarak gelirmiş
-Ooo iyi iyi
-Kadir oğlum,bak Samet gelmiş...
-Tamam ana geldim...
Ağzının kenarlarında pekmezin kalıntıları, elinde lavaş ekmek parçasıyla kapıda belirdi Kadir...
-Hadi oğlum,hadi çabuk babam kapıda beklir bizi...
Geldim,geldim koşarak arabaya bindik ve gar’a geldik….
13.30 İstanbul-Kars Treni ,bugün kü yolcularını Erzurum’a yetiştirmiş,kalanları Kars’a götürmek için hazırlık yapıyordu.
Gar’ın önü mahşeri kalabalık… Gelenler,gidenler…El sallayanlar,birbirine sarılanlar,koşanlar ağlayanlar…ayrılık gözyaşları,sevinç gözyaşlarıyla birbirine karışmıştı.Tam bir sinema filmi sahnesi…Kış güneşi,beyaz örtüsüyle gar’ın zemininde ki karlara vuruyor ve karlar kristal gibi parlıyorlardı.Hele yeni alınmış botlarımın çıkardığı garç,gurç sesler ve üzerinde bıraktığı izler…
Neden sonra orta boylu,kıvrım kıvrım kumral saçları,badem gözleriyle şimdiye kadar görmediğim güzellikte bir bayan bize doğru geliyordu.Elinde bavulu çeke çeke gelen o olmalıydı.Beklediğimiz misafirdi bu görmemiştim hiç,ama hissediyordum.
Celal Amca siz olmalısınız?
-Pala bıyıklarınız ve giyiminizden tanıdım.Babam sizi çok iyi tarif etmiş…Eğilip babamın ellerinden öptü.
Kadir ve ben donup kalmıştık.Birbirimizin yüzüne bakıp güldük…Bize doğru bakarak
-Celal Amca oğulların mı?
-Şu kara kuru olan kimse sahip çıkmazsa bizim ...adı Samet, şu gördüğün topluca olan da oğlum sayılır...o da Kadir…
-Elini önce bana uzatıp,biraz da eğilerek memnun oldum bende Sevda dedi…
Zıngır zıngır titreyerek...
Devamı sonra