Işığımı Arıyorum-1
(Suruç “Okuma Kampanyası” Şiir Şöleni’nin Ardından…)
20 Aralık 2009
Otobüs hareket ettiğinde önümüzdeki yol upuzun gelmişti bana. Sanki yol hiç bitmeyecekmiş gibiydi; ama her geçen saatin beni Şanlıurfa’ya yaklaştırdığını hissettikçe de içim içime sığmıyordu…
“Şanlıurfa İl Sınırı” levhasını görünce son bir hafta içerisinde yaşadığım heyecan doruk noktasına ulaşmıştı. Bu, levhayı ilk görüşüm değildi elbet; ama ilk olacaktı yıllar yılı sonrası bu şehrin sokaklarını adımlamak; ekmeğini yiyip suyunu içmek; doyasıya havasını solumak…
Ve ilk olacaktı üstadım Şair Bahaettin Karakoç ile iki gün boyunca birlikte olup, uzun soluklu sohbet ortamlarında bulunmak...
Yol boyunca heyecanımı bastırmak mümkün olmuyordu; çünkü heyecanımın bir değil birçok nedeni vardı...
Doruk noktasına ulaşan ve bastırılması mümkün olmayan bu heyecan: Şanlıurfa’ya gidiyor olmanın, üstadım Bahaettin Karakoç’u görecek olmanın ve de yıllar öncesi görev yaptığım Siirt Saraçoğlu Çocuk Yuvası’nı ziyaretleri sırasında koruma ve bakım altında bulunan çocuklarımıza gösterdiği yakın ilgi, sevgi, şefkat ve de desteği ile tanıdığım Sayın Valim Nuri Okutan’ı bu kez de Şanlıurfa Valisi olarak görecek olmanın; üstelik de Şanlıurfa’da başlatmış olduğu "Işığımı Arıyorum, Okuyorum’ kampanyası çerçevesinde Suruç Kaymakamlığınca organize edilen “Okuma Kampanyası” şiir şöleninde yer alacak olmanın ruhumda yarattığı mutluluğun tarifsiz heyecanıydı…
Şanlıurfa’ya geldiğimizde otobüs otogara girmeyip, otogara yakın bir yerde durdu. Otobüsten indiğimde beni ilk önce üst geçidin üzerindeki yazı karşıladı. Başımı kaldırıp “Dünyanın en eski şehrine hoş geldiniz” yazısını okuyunca içim titredi bir an. Bu nasıl bir tesadüftü ki, bu şehir yolumu bekleyen bir ana gibi toprağına ayak basar basmaz “hoş geldin” diyerek beni bağrına basmıştı. Ve yüreğim, böylesi bir tesadüf karşısında nasıl da sağanağa tutulmuş bir serçe gibi tir tir titremişti...
“Hoş bulduk şehrim hoş bulduk!” diye haykırasım geldi bir an; sonra aklıma nenemin, dedemin mezarlarının bu şehirde olduğu geldi (yerini bilmediğim, kaybolan mezarları). Ve sanki onlarda bana hoş geldin diyorlardı…
Tarifsiz duygular arasında gidip gelirken organizasyonda görevli arkadaşların beni otogarda beklediklerini, onlara haber vermem gerektiğini hatırlayıverdim. Hatırlar hatırlamaz da hemen telefona sarılıp beni karşılamaya gelen arkadaşlardan birini arayıp “geldim; ama otobüs otogara girmedi, bir yol kenarında indim” dedim. Nerede indiğim sorulunca da “Bir üst geçidin hemen yanı başındayım, üst geçidin üstünde ise dünyanın en eski şehrine hoş geldiniz diye yazıyor” dediğimde ise nerde olduğumu hemen bildiler ve beni almak üzere tarif ettiğim yere yaklaşık bir beş dakika sonra geldiler. Ve karşılamaya gelen arkadaşlar yoldan gelen misafirin aç olduğunu düşünerekten (ki, açtım) beni Suruç’a götürmeden önce yemeğe götürdüler. Yemeğe gittiğimiz yerin adı Cevahir Konukeviydi. Cevahir Asuman Yazmacı’nın işletmeciliğini üstlendiği ve adını verdiği Cevahir Konukevi görülmesi gereken muhteşem bir yerdi. Daha önce "Şanlıurfa Valiliği Konukevi" olan daha sonra ise Cevahir Asuman Yazmacı (Şanlıurfa’nın tek bayan işletmecisi) tarafından açılan Cevahir Konukevi: 1890’lı yıllarda haremlik ve selamlık bölümlü olarak "Geleneksel Urfa Evleri" planında inşa edilen iki katlı, selamlık bölümünün zemin katında kapısı sokakta olan "Develik" ahırı ile haremlik bölümünün hayat (avlu), tandırlık (mutfak), zerzembe (kiler), eyvan, revak ve kuş takası (kuş evi) gibi geleneksel Urfa evlerinin mimari ölçülerinden oluşan "Konak" tipinde gerçekten görülmesi gereken muhteşem bir yapı. Bu muhteşem yapının çatısı altında bulunmak hele de “Sıra Gecesi” programına denk gelip, Çiğköfte, Bostana (salata) ve Şıllık Tatlısı yiyip ardından da Urfa Türküleri eşliğinde Mırra (acı kahve) yudumlamak benim için ayrı bir mutluluktu. Hele de çiğköfte…
Çiğköfte’nin doğuşuna bakacak olursan karşımıza Hz. İbrahim’in devrine uzanan efsanevi bir geçmiş çıkıyor. Efsaneye göre zalim hükümdar Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için şehirdeki bütün yakacakları toplar ve ateş yakmayı yasaklar. Avcının biri vurduğu ceylanı evine getirir. Eti pişirmek için yakacak olmadığı için de avcının karısı ceylan etinden bir parça koparıp taşın üzerinde döverek ezer. Sonra da dövülmüş bu eti bulgur ve İsot (Kırmızı pul biber) ile karıştırıp yoğurur. Hazırladığı çiğköfteyi kocası çok beğenir. İşte o gün bu gündür çiğköfte Urfalıların vazgeçilmezidir ve sofrada olmazsa olmazların arasında yer alır. Tıpkı ekmek gibi su gibi…
Cevahir Konukevinden ayrılıp yola çıktığımızda hem yağış hem de yoğun sis vardı. Arkadaşlar “Buralarda sis az görülür” derken ben kazasız belasız Suruç’a ulaşalım diye içimden ha bire dualar ediyordum; çünkü sis görüş mesafesini çok fazla daraltıyordu.
Biraz geç kalmış olsak da nihayet kazasız belasız Suruç’a varmıştık. Şölene davetli şairlerin konaklaması için Suruç Öğretmenevi’nde yer ayrılmıştı. Öğretmenevine girip de etrafa şöyle bir bakınca bir an şaşırdım; çünkü ilçede böylesi modern bir Öğretmenevi’yle karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. Burası her ihtiyaca cevap verebilecek modern bir dinlenme ve konaklama tesisiydi.
Urfalı hemşerilerimin misafirperverliğine hayran kalmıştım. Ki, bu misafirperverlik sayesinde memleketimin tarihi mekânında bulunmuş, Urfa Sıra Gecesi’ni bu kez televizyondan değil, bizzat canlı canlı izlemiştim. Yatağıma uzandığımda geçirdiğim güzel gecenin her karesi gözlerimin önünden birer birer geçerken; böylesi bir mutluluk ve huzuru uzun zamandır yaşamadığımı fark ettim. Ve gülümsüyordum başımı yastığa koyup, gözlerimi kapattığımda…
Sabah uyandığımda ilk işim yataktan kalkıp doğruca pencerenin önüne gitmek oldu ve pencereyi açıp Suruç’u seyretmek... Gece yağan yağmurdan sonra havada mis gibi toprak kokusu vardı. Bu mis gibi toprak kokan havayı yüreğime hapsetmek istercesine derin bir nefes aldığımda ise tarih 19 Aralık 2009’u gösteriyordu...
Akşam olup da Öğretmenevi’nin dinlenme salonuna inince Şair A.Kadir Turan ile karşılaştım. Ve tabi ona hemen üstadım Bahaettin Karakoç’u sordum. “Geldi, yukarda, birazdan iner” dediğindeyse çocuklar gibi sevinmiştim.
Üstadımı görür görmez yerimden fırladım. Eğilip elini öptükten sonra başımı kaldırıp yüzüne baktığımda ise içimden “Maşallah üstadımın nurlu yüzüne ak sakal ne kadar da çok yakışmış” diye geçirdim. Ak saçlı usta şairimiz şimdi de “Ak Saçlı Ak Sakallı Şair” olmuştu…
Saadet Ün-02.01.2010/ANI
NOT: Video izlenmemektedir. Çünkü videoyu izlesene com’dan sildim ama burdan silemedim.
Saygılarımla
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.