- 2343 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ağaçlar içten çürür
Mikroplar heryerde, virüsler heryerde... Dışımızdan gelen açık tehlikeye karşı savunma refleksi geliştirebilirizde ya peki içimizde olanlara karşı ne yapabiliriz? Saldırı içeriden geldiğinde farkına varana kadar çok şey değişiyor...
Elinize bir balta alıp bir ağacı kesmeye gittiğinizde bunu pek çok insan görür o ağacın katili sizsinizdir, gören bilir... Ya içine giren hastalık onu içten içe çürüttüğünde yavaş yavaş ölürken farkına varara kadar, birgün ansızın yıkılana kadar o ağacın ölmekte olduğunu anlayamazsın... Artık çürümüş olduğunu farketsende yapacak hiçbir şey yoktur... Yıkıldığına tanık olmaktan başka...
Tehlikenin en büyüğü en yakından gelen, içeriden gelen, dosttan gelen, sevdiğinden gelen...
Düşmana karşı zaten hazırlıklısındır, düşmanın olduğunu bildiğin herşeye karşı hazırlıklısındır, ya dost sandıklarına karşı hazırlıklı mısın? Hançeri tam kalbine saplayana kadar bilemiyorsun... Öğrendiğinde artık çok geç oluyor...
Bir yıldız söner büyük patlamalarla, yıldızın sönmüş olduğu yıllar sonra ancak fark edilir...
Deprem ihtimali her zaman vardır ama gerçekleşmeden şiddeti ve bırakacağı etkiyi bilemeyiz...
"Yaşamın kendisini, yaşamın anlamından daha çok sevmeyi bilmek gerek..." o kadar yalın ve net bir ifadeki...
"İnsanın kendisini, insanın anlamından daha çok sevmeyi bilmek te gerek" öyle değil mi?
Bakmak ile görmek arasındaki fark güneş ile ay arasındaki fark kadar büyük... Farkında olmadan yaşamakta öyle... Baharda yeşermiş ağaçları, açmış gülleri, sabahları pencerelerde şarkı söyleyen kuşları ve onlarında sürdürdükleri hayatı farketmeden yaşamak bence yaşamak değil...
Dünya dönüyor her gün bir yenisi geliyor ve geldiği gibi gidiyor... Biz yaşadığımızın ne kadarının farkındayız... İçten çürüyen, yavaş yavaş ölen ağaçlardan bir farkımız var mı? Önemli olan çürümekte olduğumuzu fark etmekten çok yaşamın bütün değerlerinin farkına vararak, geleceği planlayarak, sönen mumları yeniden yakarak, su gibi kirlenmeden akarak... Geriye dönüp baktığımızda iyikilerimizin keşkelerimizden çok olduğunu görüp şükretmek...
Keşke o bunu bilseydi, eğer bilseydi böyle yapmazdı... demeyerek... Söylemek istediğini söylemiş olarak... Herşeyi göze alarak...
Yaşamın kendisini, yaşamın anlamından daha çok severek, insanın kendisini insanın anlamından daha çok severek ve üreterek, paylaşarak, birlikte düşünerek, söyleyerek ve dinleyerek varsak herkesin mutlu olduğu günlere...
Yıkmadan, yakmadan, yanmadan büyüyebilsek...
Ancak virüsleri sinsice yerleştirdiler toplumun içine, biz onların farkına varana kadar çok yaralar açtılar içimizde... Kangrenleşmiş, kanserleşmiş hastalığa dönüşmekteler... Bişey olmazcılık bu hastalığın bu günlere gelmesinde en büyük etkendi... Tedaviye geç kaldık, aslında dünyanın kültürel ve doğal erozyana uğramasıda böyle...
Geç kaldık, artık yeniden onarabilir miyiz, bilmiyorum aslında sanmıyorum... Kayıpların yerine yenisini koyamayız, elimizde kalanları koruyabilecekmiyiz? Galiba tek çaresi yeniden başlamak... Yıkılmışı onarmaktansa, yenisini yapmak her zaman daha kolaydır...
Değer verilmesi gereken, özen gösterilmesi gereken onca değeri harcadık... Hoyratça... Değer verilmezleri cilaladık, parlattık ve seyrettik yıllarca... Medet umduk, kendine dahi hayrı olmazlardan... Kendimizi, özümüzü, öz kültürümüzü unuttuk...
Osmanlının sembollerinden biride Çınar Ağacıydı... Asırlık, köklü Çınar... Çürümeye başladığını çok sonra anlamışlardı... Hastalığı bilenlerde sustular yıllarca, izlediler hastalığın zeyrini, tedavi etmediler...
Asırlık ağac çürüdü göz göre göre... Küllerinden doğana kadar...
YORUMLAR
"Yaşamın kendisini, yaşamın anlamından daha çok sevmeyi bilmek gerek..."
her devrin, her zamanın belki hatta her insanın yıkılan, kaybolan, yok olan değerlerinin yerine alternatif değerleri vardır ve olmalıdır da... bazı şeylerin hayatta sadece yaşanarak öğrenildiğini göz önünde bulundurursak insanların hata haklarının olduğunu da unutmamalıyız diye düşünüyorum... kendi içerisinde birçok şeyi sorgulayan hoş bir yazı okudum, yüreğinize sağlık...