ŞARKİKARAAĞAÇ’A GENEL BAKIŞ
Şarkikaraağaç; yani benim gözümü açtığım ve gözümü yumacağım memleketim..
Gülleri ve Halılarıyla meşhur bilinen, ama aslında her türlü nimetin yetiştirildiği Isparta Vilâyeti’nin tarihi en eski, en manidar ilçelerinden birisi olan memleketim Şarkikaraağaç..
Onu, çocuksu fikir ve düşünceler içinde tanıdığım yıl 1953.
1953 yılı itibariyle bize şehir kültüründen emareler veren ilçem Şarkikaraağaç; henüz yokluk devrinin fakirliğine; köylerinin ve köylülerinin hasret çektiği, eşyada cazipliği, insanında medeni görünüşüyle gözümüzde bir İstanbul kadar büyüyen ilçeydi..
Onu, bugünün medeniyet Türkiye’sindeki gençliğe tarif etmek zor olsa da yarınlara bizden kalabilecek örneklerini vermek boynumuzun borcu..
Adı Şarkikaraağaç olan ve küçücük bir çarşısına ancak birkaç yerden girilip kısa zamanda gezilebilen bu ilçe, arazisinin düz, geniş ve münbit olmasıyla dikkatimizi çekerdi. Dıştan gelen hemen herkes, Batı’sından şehre girecekse, önce Donarşalı Nuh’un Un Değirmeni’ni, ardından Kasaplar namlı ailenin yapısı güzel evlerini geçtikten sonra, sağ tarafta Karaağaç Un Değirmeni’ni, sol tarafta Şarkikaraağaç Orta Okulu’nu görür ve öyle şehrin merkezine giriş yapardı. 1948 tarihinde faaliyete geçen bu okul, bizim 5. dönem mezunu olduğumuz bir okuldu.
Doğusu’ndan gelenlerin şehirde ilk gördüğü ise, bahçesinde elma ağaçları bulunan Bilgiçler’in o geniş arazisiydi. Müftüler’in Bahçesi namlı bu elmalığın sahibi Sadettin Bilgiç’ti ve bakıcısı Çarıksaraylı Mehmet Altıntaş idi. Çarıksaraylı Mehmet’in, ortaokul arkadaşım Süleyman Altıntaş’ın amcaları olması, bu bahçede bir çok günümüzü ağaçlıklar altında ders çalışarak da geçirmemizi sağlıyordu. Sadece bu bahçe değildi Şarkikaraağaç’a özel yeşil alan. Özellikle Doğu çevresinde bir hayli bahçelikler vardı ve ağaçlarında Sincaplar cirit atıyorlardı. Zaman zaman okul arkadaşlarım Süleyman ve Şehid Cengiz Gülcü’nün amcazadesi Nudralı Yusuf Ali ile bu bahçelerde ya Sincap avlıyor, ya da pelit ve ceviz gibi yiyecekler topluyorduk. Biraz berilerde de o günlerde henüz kuruluşu 5-6 yıllık, bugünkü Devlet Hastanesi vardı ve bu hastane orada, adeta bize şehrin hududu gibi geliyordu. Ki Şarkikaraağaç’ın yerleşim plânının ne kadar dar bir çevreye oturduğunu hudut itibariyle bu tarifin içinde bulmak mümkün.
Şehrin kuzeyi, o günlerde yeni yeni yapılanmalarla Alcıklar adındaki mahalleyi genişletip geliştirmek ve çokluğa kavuşturmakla meşguldü. Küçük bir mezarlığı da bulunan o bölgeye dikkati çekecek tek unsur, Harmanlık adını verdiğimiz futbol alanımızda, öğrenci olarak Şarkikaraağaç Spor’da oynadığımız futbol maçlarıydı. İşte bu spor sahasında bir takım resmi-sivil faaliyetler de yapılırdı. Bu faaliyetlerin içinde dikkat çekici olanları ise; ben dahil, Berber İsmail Uz, İmdat ve Erman gibi okul arkadaşlarımızla Şarkikaraağaç adına oynadığımız futbol, güreşler ve resmi bayram törenleriydi.
Hepsi bu kadar mı da diyebilirsiniz.. Ama ilçenin en faal alanı Güney istikâmetiydi. Ki Sağ Güney ayağında Şarkikaraağaç için bugün çok önemli bir tanıtım sebebi hâline gelen Silindi kuşağının Kızıldağ’ı vardı. Tam da, Şarkikaraağaç Ortaokulu’ndan mezun olduğumuz yıl olan 1964’te bir Helva Bayramı düzenleniyordu. Daha sonra gelenek haline getirilen bu bayram, zamanla Kızıldağ’ın adıyla birlikte anılmaya başlanacaktı. Orta Güney’inde şehrin tarihi ikinci mezarlığı bulunuyordu. Mezarlığa yakın bir bölümde de Çarşamba günleri köylülerin mahsullerini alıp sattığı Hububat ve Hayvan Pazarları kurulurdu. Çoğu bakımsız ve eski model otobüslerden meydana gelen ufak çaptaki araç filosunu barındıran Karaağaç Garajı, yine küçük çapta Petrol tesisleri, Ziraat Odası ve mahrukatçılar bu tarafların en ihtiyaci yapılanmalarını teşkil etmekteydi.
İlçe’nin eşraf sınıfından sayabileceğimiz epey köklü ailesi vardı. Bunların içinden Küpçüzade, Şatıroğlu, Togay ve Kapcılar gibi ünvanları uzaktan saysak da, bizim Köy Çeltek’in ilerisindeki on onbeş haneli Sürütme Çiftliği’nde büyük arazileri olan Çiftçi Tevfik ve İrfan Efendi’yi daha yakından tanımıştık. Zira çiftlikte yüzlerce dönümlük tarlalarda ektikleri pancarın çapa ve sökümünde yer alan çevre köylüleri, üç-beş kuruşluk kazanç temin etmenin huzurunu yaşıyorlardı.
Bugün, Sürütme Çiftliği hiç kimsenin oturmadığı bir arazi hâline gelmiş ve o çiftlikteki araziler de el değiştirmiştir. Ama sözünü ettiğimiz şehrin merkezindeki o mesleki ve ticari kuruluşların halâ bir çoğu ayaktadır ve görevini yerine getirmektedir. O zamanlar, Şarkikaraağaç denince akla ilk gelen tarihi yapılardan Camii Kebir olurdu. Bu eserin kayıtlarda yapım tarihi 1281 olarak geçmektedir. Çok eski tarihli bir diğer cami ise 1292 tarihinde yapımı tamamlanan Yukarı Çarşı camii idi. Bunların her ikisi de günümüzde varlıklarını aynen sürdürmektedirler. Bunlar kadar eski olan bir diğer yapı ise 1922 yapımlı Ziraat Bankası’ydı. Bu banka yerini, 1963 başlarında, kendisini yakından tanıyıp hakkında bir çok makale de yazdığım, ailesiyle halen zaman zaman görüştüğüm ve bizim ortaokulda okuduğumuz dönemlerde Sincan’da Belediye Başkanlığı yapan Ahmet Andiçen’in de büyük hissedarı olduğu Sağlık Bankası’na devretmişti.
İlçemizde, tarihi 13. asra uzanan iki camiden sonra yapımı tamamlanıp faaliyete geçen üçüncü bina PTT’dir ve 1868 de, yani Şarkikaraağaç’ın Kaza’lık hakkını elde etmesinin 5. yılında hizmete başlamıştır.
Eğitimde ise başı çeken okulun 1926 tarihli İnönü İlköğretimi olduğunu görüyoruz. Bu okulun açılışının iki yıl sonrası 1928’de Hükümet Binası, Hükümet Binası’nın 4 yıl sonrası, yani 1932’de de Milli Kütüphanemiz ilçedeki yerlerini almışlardır.
Bir anlamda, şehrin kuruluşundan itibaren sosyal ve resmi ölçülerde kazandığı önemi haiz yapıların sayısı bir düzineden bir kaç fazla miktara tekabül eden 13-15 kadardır.
Sol Güney’e gelince; o günlerde bu tarafın en belirgin yapısı, yine şehrin bir diğer mezarı ile Konya Yolu güzergâhında inşa edilen bir değirmen, bir kaç yeni ev ve Pancar Kantarı idi. Kaklıcak Kırı denilen yeni ikâmet alanları, Çarıksaray yönü yapılanmalar, yeni Konya Yolu güzergâhlı yeni petroller, yeni garaj ve civarındaki yeni parklar, üniversite, yahut yeni adliye ile yeniler çerçevesindeki bazı sosyal tesisler, o günlerin bakir ilçesi Şarkikaraağaç’ta tasavvur edilenlerin dışındaydı.
O günlerde; bütün bu harici sayılabilecek yerleşim unsurlarına en cazip ve en asli katkıyı arayacak olduğumuzda, merkeze inmemiz gerekiyordu.
Merkez; Şarkikaraağaç’ın bir nev’i özü, sözü, itibarı, hâl ve hareketinin görüldüğü, gelip gidildikten sonra bir daha, bir daha gelinmeyi istekli kılan dükkân, meydan ve resmi makamlarıyla birleşik cazip bir ruh taşıyordu.
Öyle bol kepçeli lokantalar henüz ihtiyaçtan sayılmıyor ve Pazar ihtiyacı için gelenler açlığını fırın içi yemekhanelerde, ekseri de tahin, helva ve sıcak somun ile gidermeyi büyük bir damak tadından sayıyorlardı.
Merkez; öylesine büyük ve saatleri içine alacak bir zaman diliminde arşınlanacak kadar genişliğe ve ekstralığa sahip değildi. Osmanlı’nın imani kültürünü hemen akla getiren Çeşme’sinden abdest alıp, yine Osmanlı’nın ilk yıllarından kalma Merkez Camii’ne adım atışımız; önce elimizden tutup götüren babamızın namaz hassasiyetinden, sonra ilk eğitimi veren eğitmenimizin dersinden aldığımız terbiyenin bir gereğiydi. Ki Küpçü Fahri’si, Tüpçü Şatır’ı, Defineci ve Sünnetçi Cemil’leri, Hububat Tüccarı Yatır Mehmet’i, Muhasebeci Ethem Beydoğan’ı, kasabı ve halıcısı, nalbantı ve semercisi, lokumcu ve tahincisi, hancısı ve yorgancısıyla malûl ilçenin insanlarına, öğle vaktini Merkez Camii’nde eda etmek kadar güzel bir an olmazdı.
Tarihi Adliye’si kendine has yapısı itibariyle ta o zamanlarda ilgimizi çekecek derecede mükemmel bir görünüşe sahipti. Ne kadar resmi kurum varsa bu bina içindeydi. Ama, Belediye dediğimiz bir yerel yönetimden bihaberdik. Çünkü Türkiye’de gerçekleştirilen 60 ihtilali adeta yerelde bir Fetret Devri başlatmış ve belediye başkanlığı makamında bir boşluğa yol açmıştı. Buna rağmen Jandarma Karakolu, en güvendiğimiz koruma ve kollama görevini temsil eden devlet kuruluşu olarak öncelikli bir kurum durumundaydı.
Kaymakamlık 1864’ü göz önüne aldığımızda bir asırlık maziye sahipti ama, o yüzyıllık mülki idareyi de idrak edecek ne bir ilgi, ne de bir zaruret adına yolumuz kaymakamlığa hiç düşmemişti. Ta ki askerlik çağımıza kadar. Galiba gurbette bir Şarkikaraağaçlı olmak bu demekti.
Gaz lambasının revaçta olduğu, ama gazın zor bulunduğu, sabun yerine kilin tercih edildiği, DDT’nin en öncelikli ihtiyaç olarak hissedildiği, lastik ayakkabıların, rengarenk fistanların ve kadife pantolanların yavaş yavaş ipekten etekli çağa doğru yürüdüğü, bugün neredeyse nesli tükenen şapkaların çeşit çeşit vitrinlere dizildiği, üç-beş yumurtanın yüz kuruş yerine sayıldığı,yerli iğdesi, cevizi, termiyesi, dizme şekerleri, ithal leblebisi, keçi boynuzu ve incirin, pazarcı yolu bekleyen yolbacı çocukları kapışsın diyerek tozlu yollara atıldığı.. Kısacası, yoksulluk üzerine kurulmuş sayısız alışkanlıkların sürdürüle geldiği bir zamana, eline geçirebildiği yenilikleriyle cevap verebilen bir Şarkikaraağaç İlçesi.. Aradan geçen yarım asır üstü bir süreye rağmen bana göre, bugün bile ta o günlerden izler taşımakta. Tahini, lokumu ve şekeri ananevi bir imalât maddesi olarak halâ hükmünü sürdürüyor. Sebzecilikte köyleri aşama kaydetse ve elmacılık iyi bir geçim kaynağı olarak ilerletilse de, Kızıldağ’ı, turizm alanında ilk göz ağrısı olarak kısmi yer aldı ve ondan öte bir gelişme gösteremedi. Elbette bu noktadaki kısırlığın sebeblerinden birisini iyi bir tanıtımın mümkünleşmemesi ve Kızıldağ’da yeteri kadar tesislerin kurulamaması teşkil ediyor. Halbuki önce Kızıldağ ve sonra da Beyşehir Gölü sahilleri Şarkikaraağaçlı yatırımcılar vasıtasıyla turizme kazandırılmalıydı. Ama ilçe eğitim ekseninde üniversiteye ve mesleki okullara kavuştu. Orta öğretim okulları artırıldı. Önemli ölçüde göç verse de, geriye dönen emekli kesimin de etkisiyle merkez nüfusu, son sayıma göre 30 binlerde seyrediyor. Köylerle birlikte bu rakam 45 binlere yükseldi ve yeni Hükümet Konağı, Belediyesi, Jandarma Karakolu, İlçe Emniyet Binası, Ziraat Odaları, yeni çarşı modernizasyonu ve çağın gerektirdiği yeni alışveriş merkezleri, gelişmeleri öteki kuşaklara aktarma görevi adına kurulan basın yayın teşekkülleri, siyasi ve sosyal kuruluşlarıyla hem üreten hem de tüketen bir ilçe hâline geldi.
NETİCE: Peki, bu hâliyle Şarkikaraağaç, bizim temenni ve arzularıma yeterli karşılığı verecek bir kimliğe sahip midir? Elbette hayır? Şarkikaraağaç’ın ekmeğini aşını yiyerek, havasını teneffüs ede ede kendine mevkii ve makam elde edenlerin, taşrada da olsalar, ilçe adına manâ derinliğinde ve fikri konularda bazı çalışmalar ile “doğdukları yer”e katkı sağlamaları icabediyor.
Öyle ki; hemşehricilik şuuruna tam vakıf olamamız sebebiyle Şairler Yazarlar ve Sanatsevenler Derneği Genel Muhasipliği’mde edebi faaliyetlerimize katılan Merhum değerli ilim adamı Prof. Emin Bilgiç ve Türk Koop’de, Prof. Rasih Demirci gibi bir çok büyüğümüzle taa.. 1990’lı yıllarda birlikte olmamıza rağmen gönül birliği sağlayamayışımız, bizi; bugünün 2009’unda gelişen Şarkikaraağaç’a eksik hatıralarla intikal etme mecburiyetinde bırakmıştır.
Sözün özü; Bana göre Şarkikaraağaç lâyıkıyla ele alınmış ve tanıtımı sağlanmış değildir.
Bilgi ve kültür birikiminin hemen herkese ve anında ulaştırma imkanının doğduğu bir devirde, köyleri bir yana, halâ Şarkikaraağaç’a ait yeterli bilgilerin verilememesi adına, ortaya konulacak her türlü müsbet girişime hazır olduğumu burada ifade etmek istiyorum. Kaymakamlığımız tarafından düzenlenen siteyi oldukça kifayetsiz buluyorum. Çalışmalar adeta bir sitemiz var düşüncesinden öte bin manâ taşımıyor. İnternet çağının imkânlarından uzağız. Bir istihbarat ve doküman takası, niçin hemşehrilerimiz arasında mevcut değil?
Bağrından önemli şahsiyetler çıkaran, 25 köyü ve 3 beldesiyle tabiatın yeşile doyduğu, kendine özel Dünya’da tek örnek çam ağacına sahip Şarkikaraağaç, ilimdar değerlerini tanıtmayı ve hemşehri âlemini de tanımayı bekliyor.
O hâlde zaman, elimizdeki imkânları, mümkün mertebe kullanma zamanı.. Nefsi muhasebe sayfasını kapatıp, eser bölümlerine el atış vaktidir.. Şarkikaraağaç TK-KKA kayıtlarında kendi gerçeğini veren bir nefsi Kara-Ağaç ama buraya kadar uzanacak elimiz ve mürekkep dökecek kalemimiz hiç olmamış. Olanlarsa tenakuzlar arzediyor. Dolayısıyla Kara-Ağaç nahiyesini kuvvetli belgelerle ele almaya ihtiyaç var. Diyorum ki bir takım belgeleri de nihayet temin ettik. Biz hazırız!
Bütün hemşehrilerime selâm ve dualarımla..
(*) Hazırlayan: Bekir Yalçınkaya
Gazeteci şair yazar/Sincan-ANKARA
Haberleşme/Adres çubuğundan: www.bekiryalcinkaya.tr.gg
YORUMLAR
Kadir Bey, ilginiz bizi çok memnun etmiştir.
Vilâyetimizin sadece bir yerde geçtiği hususunu dikkate almanız, bu yazı itibariyle elbette eksik gibi görünse de genel mevzuu Şarkikaraağaç üzerineydi.
Hazırladığım Hamid Eli'nde Türkmen Soyumuz kitabımda Isparta'ya tamamen yer verilmiştir ve bir oçk yerde ismi zikredilmiştir.
Nasib olursa Murad Yüksel ile görüşürüz. İstifade edebileceğimiz bir kaynak ise tabii..
Zira Isparta Tarihi konusunda yazılanların bir çoğunda öylesine eksik ve yanlış bilgiler var ki bu beni üzüyor. İnşallah genel kültürden ziyade lokal bilgileri kifayetlidir..
Saygı ve sevgi bizden efendim.. Dualarımla
Vatan ve Memleket Sevgisi nasıl yazdırıyor... Yaz, Baba yaz... elbet bir okuyan ve bir de emeğinizi değerlendiren çıkar. Maksat, elinden geleni yapmak değil mi? Kolay gele... işlerin rast gele.
Ha, bir eksiğini bildireyim: Kocca yazıda, vilâyetinin adını bir kerecik görebildim.... birkaç yerine daha iliştir. Gül güzel kokar.
Isparta-Senirkent'ten Murat Yüksel Beyefendiyi tanı... Dev bir, Canlı Kütüphânedir. Trabzon'un (Resmî) Fahrî Hemşehrisidir.
Saygı ile Selam ederim...
Kadir Yeter. 09.4.2011 Ct. Merkez İlçe- Trabzon.
Bir, Trabzon Gönüllüsü...
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=75685
bekirce ŞARKİKARAAĞAÇ’A GENEL BAKIŞ