ESKİ DÜĞÜNLER
İlköğretim üçüncü sınıfta okuyan oğlumun eski düğünlerle ilgili ödevi varmış.Annesi :Baban iyi bilir diyerek topu üstüme attı.Gerçekten hem yaşım itibariyle hem de yaşadığım mekanlar itibariyle hanımdan iyi bilirdim.Hanımın hayatı hep şehir merkezlerinde geçmişti.Gerçi şehir düğünlerinin de eskisi farklıydı ama,asıl farklılık köy düğünlerindeydi.Ben hem köyde hem şehirde yaşamıştım.Düğünlerle de çok ilgiliydim…
Nerden başlayıp,neler anlatacaktım..Daldım gittim bir süre…Gözümün önüne kaç düğün geldi,kaç gelin ,kaç damat,kaç seymen?!!!Davul-zurna sesleri duyar oldu kulağım…Telli duvaklı gelinler,süslenmiş gelin atları,düğün yemekleri,düğünlerde yapılan her türlü eğlence aktı gözümün önünden.
İlk çocukluk döneminde düğün denince hatırladığım en önemli motif çerçilerdi.Diğer zamanlarda görünmeyen çerçiler düğünlerde üçer beşer görünürdü.Şeker sucuğu,balon,sakız,dondurma,sapan,ayna-tarak,hatta lastik terlik,ayakkabı,müşebbek tatlısı,şam tatlısı,çıtpıt(çıtırpıtır),toka,boncuk ,çerez aklıma ilk gelen çerçi ürünleriydi.Çerçilerin kimi yaya,kimi de eşekliydi.Eşekli çerçiler heybelerindeki çok ürünle büyük çerçi sayılırdı.
Herkes ilgisine göre bir ürüne yönelir ama alandan çok seyreden olurdu.Çoğunda alışveriş yapacak para bulunmazdı.Bazı çerçiler takas yapardı.En çok bu çerçiler sevilir,tercih edilirdi.Köylünün hepsinde takas edecek birşeyler bulunurdu çünkü.Yumurta getirip boncuk ,belben (incir pestili)getirip sapan,ceviz getirip ayakkabı ,çökelek,tereyağı getirip karşılığında çerçiden birşeyler alınırdı.Biz çocuklar öncelikle yiyeceklere sulanır,çerçinin karşısında yalanır dururduk.Ancak üç-dört düğünde bir ya tatlı,ya şeker sucuğu ya da dondurma yeme şansımız olurdu.Bazı halliceler her düğünde bu nimetlerden yararlanırdı tabi.Hatta üstüne çıtpıt,mantar(patlayan) bile alırlardı.Sonraki düğünleri iple çekerdik.
Düğünün haberi nerdeyse beş-altı ay önceden duyulurdu.Bu sene falanın,filanın düğünü var diye konuşulurdu.Düğünler genelde hasattan sonra eylül-ekim aylarında olurdu.Bazıları da baharda nisan-mayıs aylarında.Köyde bir cenaze olunca beş-altı ay düğün olmazdı.Cenaze sahibi rıza gösterirse bu süre biraz kısalırdı.Yine de üç ayın altına düşmezdi.Daha kısa sürede olacaksa çalgısız,çengisiz mevlitli düğün olurdu..
Düğüne çokuntu derlerdi.Davetiyeye ise okuntu.Şimdiki gibi davetiye zaten yoktu.Davet edilenin durumuna göre:gömlek,çorap,havlu,kumaş,eşarp,şeker dağıtılırdı.(Davetiyelerin ilk çıktığı zamanlarda:”Nedir bu kağıt parçası bir şeker verselerdi ağzımız tatlanırdı” diye hoşnutsuzluğunu dile getirenleri çok duymuştum.)Düğünler davul-zurna ile olurdu.Yine düğün sahibinin durumuna göre davul-zurna adedi farklılaşırdı.En az iki davul iki zurna olmak üzere bu sayı ona kadar çıkardı.
Önceleri daha uzun sürermiş de ben üç günlük düğünleri hatırlarım.Cuma günü öğleden sonra gelir davul,Pazar akşama doğru giderdi.Yani düğün sahibi iki gece misafirlerini ağırlamak durumundaydı.Komşulardan düğün için:yatak-yorgan,kaşık-tabak,tencere,bardak,kazan toplanırdı.Verilenler kaybolmasın,karışmasun diye herkes kendi eşyasına bir işaret koyardı.Düğün sonrası bu eşyalar geri alınırdı.Yakınlardan başlamak üzere herkese bir görev düşerdi.Birkaç kişi odun getirmek için,birkaç kişi su taşımak için,birkaç kişi yemek servisi ile görevlendirilirdi.En önemlisi aşçı takımıydı.Köyün belli başlı güzel düğün yemeği yapan kadınları ,ayırt etmeden her düğünün yemeğini üç gün boyunca yaparlardı.
Düğün evine bir Türk Bayrağı bir de düğün bayrağı dikilirdi.Düğün bayrağı adresi bulmada işaret görevi yapardı.Davul zurna en büyük adres belirleyiciydi tabi.Düğün bayrağı çok uzun bir ağacın ucuna demir tellerle sıkıca sarılır orda bir topuz meydana getirilirdi.Gelin geldiğinde bu bayrak tüfek atılarak düşürülmeye çalışılır,düşürene önceden hazırlanmış hediyesi verilirdi.
Düğün evine gelen misafir geldiğinin habercisi olarak düğün evine biraz yaklaşınca tabancasını çıkarır bir tarak boşaltırdı.Bu “biz geldik” demekti.Düğün sahibi bu sesin üstüne hemen bir davul bir zurna alıp karşılamaya giderdi.Gelen görülüp de yaklaşınca bu kez düğün sahibi tabancasını çıkarır bir tarak boşaltırdı.Bu da “hoş geldin”demekti.Özellikle Pazar öğleye doğru düğün sahibinin bu git-gel trafiği çok yoğunlaşır,mermiler cayır cayır atılırdı.Çocuklar için mermi kovanı toplamak da düğünlerin bir başka eğlencesiydi.
Ölü zamanlarda çocuklar,kadınlar oynardı.Sabah saatleri ile gece yarısından sonra…Reytingi yüksek zamanlarda yetişkinler,iyi oynayanlar,iyi söyleyenler oynardı.En yüksek katılım öğle yemeği öncesi ve sonrası olurdu.Halay başı olmanın da bir adabı vardı.Halay başı oyundan çıkınca ikinci sıradaki,o çıkınca yanındaki sırayla halay başı olurdu.Genelde halay başı oyununda türkü de söylerdi.Bazan da aralarda iyi türkü söyleyen birileri.En rağbetteki oyunlar ağır halaylardı.Türkülerse ağır halaylar arasında söylenen uzunhavalardı.Ben de zaten bu halaylarda türkü söylediğim için çok ilgiliydim düğünlerle…
Bizim köyün içinden iki çay akardı.Bu çaylar köyü üçe bölerdi.Köyümüz büyük bir köy olduğundan aynı köyden gelenler bile düğün evinde yatılı kalabilirdi.Uzak yerlerden,başka köylerden gelenlere özel yerler hazırlanır, ya da düğün sahibinin yakınları veya komşularına yerleştirilirdi.Aynı köyden gelenler ve biraz cahil-cemekeler için büyükçe bir odaya yataklar yanyana serilir.Uykusu gelenler burada yatarlardı.
Balık istifi kırk elli kişi bir odada yatıldığı olurdu.Burda erken uyuyanlara çeşitli muziplikler yapılırdı.Bir kaptan bir kaba su boşaltılarak uyuyanları altına bıraktırmaya çalışırlardı.Ya da yattığı yatağa,yorgana veya yastığa giysisi dikilir.Göstermelik bir kavgayla,şamatayla uyandırılıp yataktan çıkmasına uğraşılırdı.Dikili kişinin yataktan çıkma çabası çok komik durumlar oluştururdu.Bazısı kalkarken yastık peşinden gelir,bazısı yorgandan bir parça koparır,bazısı da giysisinin bir parçasını yatağa bırakmak zorunda kalırdı.
Akşamdan sonra dışarda oyun oynanırken ekabir takımı bir zurnacıyı yanlarına alarak,bir odada iyi türkü söyleyenlere türkü söyletirlerdi.Ortaya çanak çanak,tütün ve sigara kağıdı bırakılır,içilen sigaradan göz gözü görmezdi.Çay ancak ekabirlere verilirdi.
Düğünler garibanlar,kimsesizler için üç gün karın doyurulacak zamanlardı.”Bu da kimmiş,niye gelmiş ?”diye düşünülmezdi.Üç gün boyunca nerdeyse köylünün hepsi düğün evinde yerlerdi.Her gün için en az bir davar kesilirdi.
Bazı düğünlerde güreşler tertip edilir,başarılı olanlara hediyeleri verilirdi.Güzel oynayan,güzel türkü söyleyen,güzel giyinen kem gözlere muhatap tüm güzellikler için nazar değmesin diyebir sac içinde közün üstünde kekik tüttürülür,salavat getirilirdi.Öncelik güzellikler içindi ama bu tütsüden herkes nasibini alırdı.
Cumartesi günü öğleden sonra bir ekip çeyizci gider.Kızın eşyaları davul zurna eşliğinde ellerde getirilirdi.En ağır eşya gelin sandığı olur,onu ikiş kişi veya dört kişi taşır,diğerleri ise birer kişi tarafından.Bir iki bohça ve bir iki yastık yorgan olurdu zaten çeyiz.
Cumartesini pazara bağlayan gece kız evine kınaya gidilirdi. Kınaya daha çok kadınlar,kızlar,çocuklar ve çok yakın bir iki erkek giderdi.Kına heyeti kız evine vardığında kız tarafının yakınları talepte bulunurlardı.Talepleri yerine gelmezse kına yaktırmayacaklarını söylerlerdi.Bilinen bir durum olduğu için hazırlıklı gidilir,bir teke veya koç götürülürdü.Bazan talepler abartılı olur,hoşnutsuzluğa sebep olurdu.Genelde iki tarafın büyükleri araya girer ve uzlaşılırdı.Dışarda bir ekip halay çekerken,içerde kınacılar kına yakmak için gelini ağlatmaya çalışırlardı.Gelin ağlamadan kınası yakılmazdı.Yanık sesli türkülerle,ayrılık ,hasret dokundurmalarıyla gelin ağlatılmaya çalışılırdı.
Çocukluğumda gelin ağlatmak için çok kınacı götürürlerdi beni.Çoğu gelin daha ben türküye başlamadan ağlardı.Köylü beni bildiği için,gelinler de ağlamaya istekli oldukları içindi herhalde.Zamanla ağlatmak zor olmaya başlamıştı benim için.O ana kadar kaç gelin ağlatmıştım bilmiyordum ama,en son onüç –ondört yaşlarındayken çok uğraşmama rağmen gelini ağlatamadım ve tövbe ettim bu işe.(Meğer gelin adamı karısından ayırtmış,adeta kendisi adamı kafeslemiş biriymiş,nasıl ağlatacaktım ki)
Kınacılar koç veya teke verirler, bunun karşılığı da kız evinden ne çalabilirlerse çalarlardı.Bu da bilindiği için kız evi tedbirini alırdı.
Düğünün en kalabalık anı Pazar öğle yemeği vakti olurdu.Çünkü yemekten sonra şaboş yapılırdı.(takı merasimi gibi ama sadece para toplanırdı) Öğlen yemeği yendikten sonra şaboş düzenine geçilir.Bir yandan da gelin almaya gitme hazırlığı yapılırdı.Şaboş düzeninde en çok para verecek en başa oturmak kaydıyla,insanlar halka olur ve kişi vereceği paranın sırasına geçerdi.Senden önce şaba verenden yüksek para veremezdin.Bu kavgaya bile sebep olabilirdi.Tepelemek,refüze etmek,hiçe saymak anlamı çıkarılırdı bundan.
Şaboş düzeninde başlarda oturanlar para vermeden davulcuya adeta eziyet ederlerdi.Davulcu en gösterişli hünerlerini bu anlarda yapardı.Şaboooş şaboş diye gelir dizçöker..”Olmadı biraz daha dön “denir.Dolanır fırlanır şabooooşşşş şaboşş der diz çöker…”Takla atmadın” denilir.Davulcu takla atar,kimine davulu havaya kaldırıp etrafında fır döner,kimine kendi etrafında dönerek çalar,kimine bacak arası çomak vurarak çalar bir şekilde şabayı alırdı.Kan ter içinde kalan davulcunun bu anları müthiş bir seyirlik oluşturur.Damların başından,yüksek yerlerden herkes bu anı görmeye çalışırdı.Maçın penaltı atışları heyecanı yaşanırdı bu anlarda.
İki-üç kişilik yazman ekibi oluşturulur.Biri parayı alır kimden olduğunu söyler,biri deftere yazar,biri de paraları istif ederdi.Şaboşun sonunda toplanan miktar ilan edilir ve bu tüfek atışlarıyla kutlanırdı.
Evlenenler ya aynı köyden ya da yakın köylerden olurdu.Gelin at ile getirilirdi.Gelin atı gelin gibi süslenirdi.(düğün arabası gibi)Gelin atıyla birlikte beş on at daha at konvoyu oluştururdu.Önde davul zurna ve halay ekibi, peşinde atlılar ve yayalar gelin almaya gidilirdi.Gelin evinde dışarda halaylar çekilirken gelin hazırlanırdı.Gelinin erkek kardeşi kuşağını bağlarve kapıya dururdu.Burda bir pazarlık başlar anlaşma olunca kapı açılır ve gelin anasının,kardeşinin veya bir aile büğüğünün refakatinde çıkarılırdı.Çoğu kez babalar,büyük erkek kardeşler bu anda bulunmazlardı.Ayıp karşılanırdı herhalde.
Gelin adeta tavus kuşu gibi süslenirdi.Çok parlak renkli kutnu kumaşlardan şalvarı,yeleği,entarisi olurdu gelinin.Başında fesle oluşturulan hotozu rengarenk yazmalarla,kuştüyleriyle,beşibirlik altınla süslenirdi.Bu yazmalar duvak olur gelinin önünü görme imkanı olmazdı.İlk hatırladığım düğünlerde gelinin çıkma anı nerdeyse kız evi için matem havasında olurdu.Sonraları düğün havasına döner oldu.Gelin kardeşinin,yakınlarının yardımıyla ata bindirilir.Önde halay ekibi,ardında gelin atı ve atlılar,sonrasında yayalardan oluşan düğün seymeni çala oynaya gelini getirirlerdi.
Eğer gelin çayın karşı yakasındansa çaydan geçilmek zorundaydı.Çaydan geçerken gördüğüm bir tabloyu unutmam mümkün değildi.Tam çayın ortasına gelindiğinde,halamın oğlu Gariban Mehmet seymeni durdurdu.”Burda Kızılırmak Türküsü söylenecek” dedi.Onun çok güzel türkü söylediğini bilen seymen anında durdu sustu ve dinleme pozisyonu aldı.Zurnanın adamın içine işleyen açışından sonra:
Kızılırmak parça parça olaydın
Her parçanı bir diyara salaydın
Sen de benim gibi yetim kalaydın
Kızılırmak nettin allı gelini
Nasıl aldın allı pullu gelini
Diye söylemeye başlayınca nerdeyse herkes ağlıyordu,kendisi de ağlamaklı bir şekilde ikinci haneye geçti:
Köprüden geçerken köprü yıkıldı
Üçyüz atlı birden suya döküldü
Nice gelinlerin beli büküldü
Kızılırmak nettin allı gelini
Balıklar mı yedi tatlı dilini
Seymende herkes ağlıyordu..Bir müddet davul çalamadı…Düğün yasa bürünmüş gibiydi.Neden sonra biri ayıktı” haydi vur davulcu “dedi ve hava yavaş yavaş sindi. Yllar önce Sivas’ta meydana gelen bir düğün konvoyunda ölenlere saygı duruşuydu bu.Bir taziye ifadesi.Hala hatırladıkça duygulanır,o zamanki toplumsal duyarlığımıza saygı duyarım..
Gelin düğün evine geldiğinde evin damından gelinin üstüne buğday,darı,fıstık,nohut saçılırdı.”Konfeti gibi”Bu bereket anlamına gelirmiş.Gelin attayken kayınbaba,kaynana,oğlanın amcası,halası teyzesi,dayısı sırayla çağrılıp geline ne verecekleri sorulurdu.Tarla,dana,koyun,keçi,altın burada verilmesi taahhüt edilen veya verilen şeylerdi.Bu arada bayrak düşürme atışları başlamış olurdu.
Bazı düğünlerde ilginç bir gösteri yapılırdı.Beş- on kişilik bir ekip ellerine, hasar vermeyecek cinsten atacak şeyler alır,önceden anlaştıkları bir kişi de hakemin komutuyla gelinin atının altından geçmeye çalışırdı.Herkes elindekileri at altından geçecek kişiyi vurmak için atardı.Vurulmadan atın altından geçerse kişi ödülü hak ederdi.Bu gösteri çoğu kez istenmeyen durumlara sebep olurdu.Atılanlar ata değer at ürker,geline değer,başka kişilere değer can yakabilirdi.
Bütün bunlardan sonra gelin attan indirilir,eline bir şişe ve bir çömçe verilir bunları kırması istenirdi.Şişenin kırılması uğur anlamındaymış.Çömçenin kırılmasının anlamını bilemiyorum.Gelin şişeyi kolay kırardı da çömçeye çok uğraşırdı.Çömçe de kırıldıktan sonra müthiş bir alkışla tüfekler,tabancalar atılır ve düğün sona ererdi..
Onlar ersin muradına,biz çıkalım kerevetine…Darısı tüm bekarlara…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.