SULARI ISLATAMADIM-2.BÖLÜM
Bir de çarşafın altından serilen naylon sergiler vardı o zamanlar. Bazen iyisi rast gelirdi. Bazen de üzerinde hareket ettikçe “gutur..gutur” sesler çıkaran kalın,kamyon kasalarına örtülen cinsten naylon serilirdi,o beni mahvederdi.
Bir de sabahın erken saatlerinde bir yolcu,bir akraba misafir gelmişse,yanlarında akranınız bir kızları da var ise.Yandınız!Başka nasıl bir işkence olabilir ki!
Öldünüz resmen ya!
2.Bölüm...
Bu gibi durumlarda yataktan kalkarken yorgan, çarşaf, örtü ne varsa kucaklar, bir tek yattığım karyola ve yatağı bırakır, öylece hepsini yüklenir kendimi banyoya atardım.
İşte böyle… Bir cumartesi sabahı mışıl mışıl uyuyordum. Okul çocukları için hafta sonları harika zamanlardır. Ders yok, öğretmenlerinizden iki gün de olsa kurtulmuş oluyorsunuz.
En hoş olanı, uykunuzun en tatlı yerinde mecburen kalkıp, zoraki kahvaltı yapmak derdiniz yok. Gel keyfim gel geçiyor gününüz.
Eğer sevdiğiniz kız annesiyle beraber, sizin için sabahın erken saati sayılan vakitte evinize gelmemiş, başucunuza oturmuş sizi seyretmiyorsa. Fakat bu tam tersine olmuşsa, benim başıma gelen gibi, altınızı da ıslatmışsanız mosmor kesilip kalıyorsunuz.
Sıkıca sarılan muşamba bezi gece sağa sola dönüp gevşetip, bütün çişinizi yatağa boca etmişseniz vay halinize!
Yattığım yerden gözlerimi açıp karşımda mahçup, kıpır kıpır iki masmavi gözün beni süzdüğünü görünce utancımdan az kalsın şok’a giriyordum. ”Tüüh!” dedim içimden,”yandım çıra gibi, bittim”
.Sevdiğim kız karşımda bana bakmıyor mu? Bir de gülmüyor mu?
Aklıma ilk gelen çarşafın altına serilen naylonu fark edip etmediğiydi. Çarşaf tam kapatmışsa görmüş olamazdı. Bezden sızan ıslaklığın yatağı ıslatmaması için itina ile serilen naylon, üzerindeki çarşaf büzülmüşse, kesin görmüştür dedim.
Peki, görmüşse anlamış mı ne olduğunu acaba?
Eğer o da altını ıslatıyorsa sorun yok, anlasa da fark etmez.
Halden bilir, ne olacak.
Yok, eğer ıslatmıyorsa, naylonun işlevini bilebilir mi?
Eğer kardeşleri de gece ıslatıyorsa altını,onlar da naylon seriyordur ve anlamıştır ne olduğunu dedim kendi kendime.Yalvaran ezilen gözlerle annemi aradım.Sesi mutfaktan geliyordu,kahvaltı hazırlıyorlardı kız arkadaşımın annesiyle.
Çağırırsam annesi de gelecek,o zaman daha beter olacaktı.vakit kazanmak sevdiğim kızı oradan uzaklaştırmam gerektiğinden başladım düşünmeye.Her şeyden önce bir şey yokmuş gibi yapmam gerekiyordu.”Hoş geldin” dedim usulca.Hafiften kızarıp “hoş bulduk” dedi.Hemen ekledim nefes almasına fırsat vermeden “Ben biraz rahatsızım da..bir su verebilir misin?”dedim.
Kalktı,masanın üzerinde duran sürahiye ve yanındaki bardağa baktı.
Hemen atıldım “MUTFAKTAN!” diye daha yüksek bir sesle ve elimle mutfağın olduğu tarafı işaret ederek uyardım.
O da mutfağa yöneldi,kapıdan çıkar çıkmaz ben bir şimşek gibi yerimden fırladım.
Üzerimde altımda ne varsa kucakladığım gibi banyoya uçuverdim.
On dakika sonra tertemiz,kupkuru, parfüm kokularıyla salona geçtim.
Elinde bardak bana bakıyordu,hayran gözlerle, suyu içtim, en tatlı su bu olmalı dedim.
İçimden bu durumdan çaktırmadan kurtulduğum için “bir tane…Yetmez!, İki? Az! Beş tane, On tane kurban adıyordum.
Sonradan öğrendim ki, o da altını ıslatıyormuş o yıllarda. Ben onun yerinde olsaydım, bir sabah yakalasaydım onu yatakta sırılsıklam ne yapardım? Bu gibi durumlardan kurtulmak bizim gibi çocuklar için gayet kolay.
Zira altını ıslatan çocukların bu türden sorunlar için binlerce planları, açılımları vardır. Kendileri tarafından bulunan bu planlar daima birbirine benzer.
Çünkü bu ortak dert her yerde, her çocukta aynı sıkıntılara, eziyetlere sebep olur.
Altını ıslatmak çocuklarda genellikle çekingenliğe, sakinliğe yol açarken, ben bariz bir şekilde asi ve yaramaz olmuştum. Her sabah aynı hezimetle, utana sıkıla yataktan kalkmama rağmen, yıkanıp paklanınca tutabilene aşkolsundu. Çok yaramazlık yapar, her defasında bir yolunu bulup cezadan kurtulurdum. Aslında ben kurtuldum sanıyormuşum.
Meğer anlıyorlarmış büyükler her cinliğimizi, yalancıktan yiyorlarmış.
En çok uyuma numarasına yatardım. Babam akşam olup işten eve dönünce yaptığım yaramazlıkların listesi kendisine arz edilir, bena seslenirdi. Ben de çoook derin uyuyormuş gibi, bir de hafif hırıltı çıkararak uyurdum yalancıktan. Ne kadar seslenirlerse seslensinler, inatla ısrarla kalkmazdım yattığım yerden. Yaramaz olmak öyle kolay iş değil, beceri ve karalılık gerektirir.
En önemlisi ise zeki olmak tabii ki.
Ah, o yaz günleri, unutamıyorum o güzel zamanlarımı. Meyvelerin bollaştığı, akşam gezintileri, sahil kıyısımdaki taşların üzerinde oturup ailece denizi seyretmek.
Yazlık sinemaların “Balkon Ailelidir” tabelalarının kırmızı soluk renkleri bile gözlerimin önünden gitmiyor. Gazozlar ve bayat kurabiyeler, gazeteden yapılan külahlarla alınan çifte kavrulmuş çekirdekler.
Belediye gazinosu diyorlardı o zamanlar çay bahçesine bizim ilçede. Orada büyükler semaver çay ister bize de dondurma söylerlerdi. Dondurma camdan bir kâse ile gelince, annem hasta olmayalım diye hemen yememize izin vermez, biraz bekletir, karıştırır, o nefis çikolatalı dondurma sütlaç gibi olunca kaşığı elimize verirdi. Annemin yaptığı çalışmadan sonra dondurma kaşıkla yenmez içilirdi. Sinirimden ağlardım.
Yaz akşamları meyveler bollaşırdı demiştim ya, bollaştı diye ben çok yiyemezdim. Annem, karpuz kavun keser dilimler önümüze getirir, yanımıza otururdu. Ben daima sınırlı miktarda yedim akşam sunulan meyveleri, daima az.
Bir iki dilim fazla kaçırınca, annemin gözleri değişir, kaşları yukarıya doğru kalkıp inmeye ikazlar göndermeye başlardı.
Ben de meyve yeme hakkımdan feragat eder, birazcık da küserek karyolada kıvrılır, onlarla alakadar olmuyormuşum gibi davranırdım. Oysa içimden üzüldüğümü görseler de “Hadi biraz daha yesin çocuk” desinler diye ümitle ve sinirle beklerdim. Sessiz figanlarım kimin umurunda, ağzımın suları, acılarım içimde donup kalırdı. Bu durum misafirliğe gidince daha dramatik yaşanırdı.
Bir kabahat mi? Kusur mu?
Hiç düşünmedim doğrusu. Habis bir hastalık gibi yapıştığı çocukların, iftihar edilecek ne kadar meziyeti, başarısı varsa hepsini kemirip heder eden bir faciadır bu hal.
Ne tehditler, ne ihtarlar, cezalar bu insafsız derdi frenleme kudretine sahip değil.
Neşenizi, gülüşlerinizi, heyecanlarınızı alıp götürür.
Bazen o kadar müşkül duruma düşeceğime, leğende uyumayı bile düşünmüşümdür.
Zor, hakikatten çok zor.
Bir çocuk için hiçbir problemle mukayese edilmeyecek kadar perişanlığa sebep olan bir dert.
Çocuk da olsanız kişiliğiniz laçkalaşıyor, mühim bir hastalık yaşıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Çok hayal etmişimdir “Ah bir iksir olsa da, içsem ve bir daha hiç işemesem ömür boyunca”
.Bazen Hac’dan dönenlerin “Zemzem suyu idrarla atılmıyor, ter olarak çıkıyor vücuttan” dediklerini duyar, Suudi Kralına mektup yazıp “Allah rızası için her yıl yüz bidon zemzem suyu göndermesini” istemeyi bile düşünürdüm çocuk aklımla.
Komşumuzun haylaz, çirkin, eşek arısı gibi bir oğlu vardı. Küçük olmasına rağmen sesi oldukça çatlak ve kalındı. Ağladığı zaman beyninizin törpülendiğiniz zannederdiniz. Annesi bir gün bana “Oğlum sen onun abisisin, akıllı çocuksun, konuş şu benim oğlanla mahsus altını ıslatıyor, söylemiyor e mi?”:Ben içimde depreşen gurur ve hava ile “Olur Macide teyze” dedim. Çok hoşuma gitmişti. Açık yüreklilikle doğruyu söylemek gerek, nasıl olsa üzerinden bunca yıl geçmiş. Komşu teyzenin gözünde böylesine akıllı, kuru bir çocuk görünmek onurumu okşamıştı. Bahçede oynarken yakaladım ufaklığı, elinden tuttum;
- “Sana bir hikaye anlatıyım mı?”
- “Hayır, anlatma istemem.”
- “Ama bu güzel bir hikaye, hem dinlersen sana sapanımı veririm, elektrik direklerindeki ampulleri patlatırsın.”
- “Tamam, o zaman, ama önce sapanı ver.” Sapanı verdim yanıma oturdu, başladı sapanı gerip nişan alıyormuş gibi yapmaya.
- “Bak şimdi, küçük çocuklar yaramazlık yapınca günah olmaz biliyor musun?”
- …(Uyuz uyuz bakıyordu yüzüme)
- “Evet, onlara günah yok. Bizim bahçeden hıyarları çalsa bile yok, komşu ninenin yavru kedilerinin üzerine gaz yağı döküp ateşe vermeye çalışsa bile, ölü fareyi komşu amcanın yepyeni ayakkabısına tıkıştırıp adamı deli etse de, küçük kızların saçlarını makasla kesse de yok. Fakat çişini söylemez altına kaçırırsa .”
- “Heee..annem söyledi di mi?”
- “Bak şimdi sen dinle,sapanı aldın, kafamı bozmadan dinle!.İşediği bütün çişleri altında kapağı olan,apartman büyüklüğünde bir kazanda biriktiriler.Sonra o çişi yapan çocuğu altına yatırıp,kazanın kapağını açarlar.Başından aşağı boca edeler bütün yaptıklarını.”
- “Huaaaaahh…ben de yüzerim o zaman içinde!”Diyerek boru gibi sesiyle kahkahalarla uzaklaştı yanımdan.Ondan sonraki günler beni görünce “ Abiiii..kazanı doldurmaya çalışıyorum” diyerek basıyordu kahkahayı.Annesi bir gün beni yakaladı “Çocuğun kafasını saçma sapan şeylerle dolduruyorsun.Salak seni!” diye azarladı.
YORUMLAR
bu seri bitmese.....hep devam etse.....usta kurgu altına kaçırma ama senin kaleminle her satır bir evvelkini mat ediyor...en zor olan durumda böyle uzun uzadıya anlatmak....her kalemin harcı değildir....devam erol abi....sayfanı çok seviyoruz saygılar
erolabi
Kalkp kalbe karşı derler ...aynen öyle..
Selam ve saygılarımla.
Ya “erolabi” hakkını helal eyle, inan hallerine bir güldüm bir güldüm. Estaizübillah birisinin kusuruna gülmek günah olsa da vicdanen müsterihim. Bak gene gülüyorum :- )
Aklımda iken sorayım; evinizin yanlarında şarıl, şarıl çağlayıp akan bir dere varmıydı. Zira akan su sesinin küçük su definde müspet tesiri varmış diyorlar. Keşke uyumadan evvel kulaklarına pamuk felan tıkasaydın küçükken :- )
Şaka bir yana
Niçin sana böyle rahat, rahat takılıyorum. Senin kadar olmasa da bende serbest stil yüzerdim geceleri. Anladun oni :- )
Sen işi bayağı ilerletmişsin baksana, biz İlkokul beşten beri ara verdik “anasini satayim” :-)
Tebrikler, saygılar, selamlar
erolabi
:))))
Abi bana o zamanlar çağlayan ne yapsın..
Her şeyden nem kapıyordum...
Yok abi biz beş'te bırakmadık abi...Yükseğini yaptık.
Selam saygı ve dualarımla..
Her yazınız gibi bu yazınız da çok güzeldi. Okumaktan büyük haz aldım. Kutlarım. Saygılarımla...
erolabi
Saygı ve selamlarımla..
Ben bu yazıyı çok sevdim.Sayfayı açtım ufaklığı görünce kahkahayı bastım.Yazıyı okumak bile zor.Başlığı görünce aklıma Kemal Sunal filmleri geliyor.Hani filmin adını görünce güleceğini bilirsin ya öyle.
Bu seri bitmesin, biterse herhalde başa döneriz.
Hayatımıza renk kattınız.Sağlıkla kalın.
Sevgiler
erolabi
İnsanların gülmesine mes'ut olmasına ne kadar bahtiyar olduğumu bilemezsiniz...
Ne mutlu diyorum bana...Bu kardeşimi o kadar sıkıntılı hayatın orta yerinde bir kaç dakika olsun güldürebildim.
Selam saygı ve dua ile değerli ve cefakar kardeş.
Kardeşim çok güzeldi.
Bir ara çocukluğumuza dönüş yaptık.
Bu kadar gerçekçi yazmak zorundamısın?
Tebrik ve teşekkürler.
Saygı ve selamlar.
erolabi
Bu yazıyı senin eleştirilerinden sebep bir daha ve kısaltarak yazmayı düşünüyordum epeydir.
Bu güne nasipmiş..
değerli yorumların ve motivasyonun için sonsuz teşekkrüler.
İşte böyleee.... Site nasılda hareketlendi canlandı farkında mısın?
Sen yaz... Daha sende kimsenin değinmeye cesaret edemediği ne konular vardır kimbilir?
Öptüm gözlerinden can kardaş....
erolabi
Kişi kendin görür aynada her ne yana bakar ise...
Güzel gören güzel ,çirkin gören ne ise...Mir Fadlah Berdana
Demiş.
Saygı ile ellerinizden öperim değerli ağabey...
En son yine sizin yazınızda böyle sesli bir şekilde gülmüştüm de, ortamdakiler biraz garip garip bakmışlardı bana. İyi ki yazıyor dediklerimdensiniz.
Evet, benim erkek kardeşim de aynı dertten muzdaripti. Ona çok üzülürdüm. Anneme daha ayrı üzülürdüm kışın karın altında her sabah çamaşır yıkamak zorunda olduğu için.
Yazı rengi her halde sizin gözünüzü yormuyor. Ben biraz zor okudum da:)
Keşke günün yazısı olsa dediklerimden.
10 puan.
Saygılar.
erolabi
O zamanlar bir de merdaneli çamaşır makinesi vardı...
Annem bir kaç defa çamaşırları sıkarken elini merdaneye kaptırmıştı...
Ah anacığım...
Neler çektirmişim sana...
Değerli yorumunuza ve uyarınıza en kalbi şükranlarımı arz eder saygılar sunarım.
Aynur Engindeniz
Uyanndığınızda, bir çift mavi gözle karşılaştığınız anı gözümde canlandırdım da :)))
Şimdi gülerek yazdığınız ya da bizlerin gülerek okuduğu an, sizin kâbusunuz olmuştur mutlaka.
Ah o dondurma yemeleri bilmez miyim!
Babam ilçede öğretmen ve herkes tarafından tanınan bir aileyiz. Ablamla ikimizin dondurma yemesi yasak. Zira çok hasta oluyoruz. Ama çocukluk işte, arada ablamla kaçamak dondurma yiyoruz. Tabi haber hemen babamın kulağına gidiyor. Akşam babam geldiğinde bize;
---Siz bugün dondurma yediniz mi?
---Hayır babacığım,
---Ben şimdi görürüm, çıkarın bakalım diliniz.
Bizim diller bir karış dışarda. Babam;
---Dilinizin üstünde dondurma resmi var, hııı siz dondurma yemişsiniz
Tabi ablamla ikimiz yalan söylemenin ezikliği ile yerdeki halının ilmeklerini sayıyoruz.
Yani dondurma yemek bir işkenceydi :)
Yüreğinize sağlık. Sevgi ve saygıyla
erolabi
Çocukluk çok güzeldi değil mi?
Anlattığınız olaya benzer haller yaşamıştır her birimiz.
Biz de ilçemiz deniz kıyısında olduğundan denize kaçardık arkadaşlarla.
Annem akşam "denize gittiniz mi?" diye sorar,biz " kıyısına bile gitmedik" derdik
Annem dilinin ucuyla derimizi yoklar tuz tadını alınca naylon terlikle bi güzel dayak yerdik.
Kalçalarımda terliklerin baklava izleriyle denize girmek ne zor olurdu...
Selam ve saygı ile...
küçük çocukları anlayabiliyorum ama baya bir büyümüşler var 14-15 yaşlarında altına yapan çocukları biliyorum ,sadece ilaç tedavileriyle olmuyor tabi ki bir psigo durum söz konusu olabilir ,doğru bir gözlemle çözüm bulunabilir
saygımla
erolabi
Ekseriyetinin psikolojik olduğu kanaatindeyim sizin gibi değerli kardeşim..
Selam ve saygı benden...
birinci bölümüde az önce okudum
psikolojik bir durum diye düşünüyorum
yazı mı ? mizahi yönü oldukça güzel bir anlatımdı
kutlarım
saygılarımla
erolabi
Psikolojik olduğunda hemfikiriz...
Saygı ve selamlarımla..