- 1121 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Nazlı
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Asmalar altındaki kahveye yol yorgunu olarak girdim. Gar çıkışında çevredekilere sorduğumda burayı göstermişlerdi. Doğruca gelmiş, içeri girip bir iskemleye yığılmıştım. Ne bavulum, ne de çantam vardı. Yine de tren yolculuğu yormuştu. Kahvede soluklanmak, kendime gelmek istiyordum.
’’Hoşgelmişsin. Uzaktan mı?’’
Az ilerideki masadan sesleniyorlardı. Üç kişiydiler. Yaş ilerleyince tarlayı, dükkanı evlada emanet etmiş, şimdi kalan vakitlerini kahvede geçiren üç ihtiyar. Neşeli bir havaları vardı, bozmak istemedim.
’’Evet, epey uzaktan.’’
’’Gelsene masamıza, bir çayımızı iç. Sohbet ederiz, sıkılmazsın.’’
Gitmemek kabalık olurdu; kalkıp masalarına geçtim. Sıcakkanlı, hoşsohbet insanlardı, laf lafı açıyordu. Bir süre sonra ne kadar yorgun olduğumu unutmuştum. Bir sonraki çayları ben onlara ısmarlamak istedim, kabul ettiremedim. İkramımı dinlemediler bile. İçlerinde en girişgen olanı, Musa Emmi, bana doğudaki dağları gösterdi.
’’Akşam vakti oldu, şimdi karanlık çöktü. Yoksa gün olduğunda oraları öyle bir ışıldar ki, sanırsın karla kaplıdır. Değildir. Bir pınar vardır orada, o parlar. Gün ışığı gelince neredeyse tüm dağı aydınlatır. Kimi gümüş pınar der, kimi aynalı pınar. Ama oranın asıl adı gelin ayazmasıdır.’’
Belli ki Musa Emmi hikayesini bilmeyen birini kaçırmak istemiyordu. Benim de yapacak işim yoktu, keyfim de yerine gelmişti; Musa Emmiden gelin ayazmasını dinlemeye başladım.
...
Evvelden, buraların eşkiyaları ünlüymüş. Kasaba kervan yolları üzerinde ya, ipini koparan kervan vurmaya bakıyormuş. Tacirler de bu durumun farkında olduklarından yanlarına epey korucu alırlarmış. Gel zaman, git zaman kasabanın delikanlıları yaşa erdiklerinde tutacakları iki işten birini tutar olmuşlar: Ya eşkiyalara katılıp kervan soyacaklar, ya da korucu olup eşkiyayı uzak tutacaklar. Aynı aileden bile hem eşkiya, hem korucu çıkar olmuş. Ama buranın insanı şereflidir. Akraba filan dinlemez, emanete hıyanet etmez. Bakmışlar ki olacak gibi değil, öyle eşkiya akraba ile burun buruna yaşanmıyor, koruculuğu seçenler az ilerideki köye taşınmış. Taşınmışlar ama bir de dertleri varmış. Yol kesmek daha fazla dünyalık getirdiğinden kasabanın kızları eşkiyaya varmak ister, kimse korucuların köyüne gitmezmiş.
Korucular bakmışlar ki olacak gibi değil. Yalnızlık Allah’a mahsus, herkesin malumu. Öte yandan korucu olmuşlar, emin kişi olarak tanınmışlar, bundan da vazgeçemiyorlar. Ne yapsınlar? Aralarından biri çıkıp demiş ki:
’’Yapacak şey belli. Bir kereliğine onların yaptıklarını yapacağız: Kendi helallerimizi kaçıracağız.’’
Homurdananlar olmuş tabi ama sonunda herkes konuşan yiğide hakkını teslim etmiş. Oturmuşlar, plan yapmışlar, gün belirlemişler. Bir ay hiç biri iş almamış; bu da eşkiyalara yaramış. Kasabada kalan herkes ’’Fırsat bu fırsat’’ deyip, kervan peşine düşmüş. Ayın olmadığı bir gece, kasabanın tüm erkekleri dağa çıkmış iken korucular gelmişler kasabaya, yıllardır gözlerine kestirdikleri evlenme çağına gelmiş kızları kaçırıp köylerine çekilmişler. Köye varınca kızlar evlerine geri dönmesinler diye onları kilit altına almışlar, sonra da dağdan dönecek eşkiyaların korkusundan nöbet tutmaya başlamışlar. Gözleri tepelere çevrili olduğu için, arkalarında, kapatıldığı yerden çıkan Nazlı hatunu farketmemişler. Nazlı kendini göstermeden ağaçlığa doğru kaçmış, sonra da patikayı takip o gördüğün dağa yönelmiş. Korucular durumu farkedince bir kısmı Nazlı hatunun peşine düşmüş. Gün ağarmış, öğle vakti gelmiş, sonunda pınarın orada Nazlı’yı sıkıştırmışlar.
…
Bu noktada Musa Emmi ara verdi, taze çaylar için kahveci çocuğa bir işaret çaktı ve çaylar gelene kadar da konuşmadı. Neredeyse bir ayin havasında anlatıyordu, bu yüzden de kimse sustuğunda lakırdı etme cesareti gösteremiyordu. Önüne konan bardağından bir yudum aldı ve kaldığı yerden devam etti.
…
Nazlı pınara vermiş arkasını kımıldayamıyor, korucular ise sarmışlar çevresini ama kimse ilk adımı atamıyor. Kızcağız başlamış yalvarmaya:
‘’Etmeyin ağalar. Beni telli, duvaklı gelin olmadan koynunuza almayın. Gelin isteyin babamdan ama zor kuvvetiyle beni köyünüze kapatmayın.’’
Korucular kızın sesini duyarlarmış da için için bilirlermiş ki artık ok yaydan çıkmıştır. Kızı salsalar bile babası yanına vardırmayacak. Hadi, babanın yüreği yumuşadı, kızı aldı; korucular karşısına geçip de Nazlı’yı istediğinde onlara verecek mi ki? Hiç bir korucunun aklına kızı salma fikri yatmamış. Hep beraber Nazlı hatunun üstüne yürümeye başlamışlar.
Tam bu sırada, bir grup eşkiya da yağmadan dönüyormuş. Adetleri üzere soluklanmak için pınarın oraya gelmişler. Kasabada herkes Nazlı hatunu bilirmiş; dillere destan bir güzelliği varmış. Eşkiya grubundan kimse kızı babasından istemeye cesaret edemezmiş. Kıyamadıkları, gözünün içine bakamadıkları Nazlı’yı pınarda bulunca duralamışlar. Etrafındaki korucuları görünce de olan biteni anlamışlar. Başlarındaki yiğit sormuş:
‘’Ne edersiniz siz Nazlı hatunla?’’
Korucular ona karışmamasını, uzak durmasını söylemişler. Söylemişler de ne o, ne de yiğitleri bu sözleri tınmamış.
‘’Bırakın Nazlı’yı!’’, ‘’Bırakmayız’’ derken iki taraf da birbirine girmiş. Kavga kıyamet koparken Nazlı hatun da bir kayanın arkasına sinip, olan biteni oradan seyredermiş. Saatler boyunca sürmüş çatışma. Sonunda, toz duman yatıştığında iki taraftan da ayakta duran yiğit kalmamış. Çoğu ölmüş, diğerleri de şehadet getirmekteymiş. Nazlı bakmış, kimseye faydası yok, başlamış Yaradan’a yakarmaya: ‘’Bu kadar kan varken gelinliğe gerek yok. Al canımı, kurtar beni bu azaptan.’’ diye. Bilir misin, bilmem, o dönemlerde burada gelinler kırmızı giyinirdi; şimdi ki gibi beyaz adeti yoktu. Vicdanında bu kadar ölümü taşıyamayacak olan Nazlı hatun yakarmaya devam etmiş.
Gidenlerin geri dönmediğini gören kasabalılar akşama doğru pınara gelirler. Geldiklerinde kimseyi bulamazlar. Sadece eşkiyaların cesetleri vardır; korucularınki de sır olmuştur. Nazlı hatuna da ne olduğu bilinmez; bir daha ne gören, ne de duyan olmamıştır. Ama o gün, bugündür pınar güneş vurduğunda tüm çevresini aydınlatacak kadar parlar. Derler ki Nazlı hatun nur olmuş, pınarda ışıldamaktadır. Bilinmez böyle şeyler tabi.
…
Musa efendi konuşurken ara ara içtiği çayından son bir yudum aldı.
‘’Eh, bize artık müsade’’ dedi. ‘’Evde bekleyenler var, geç kalırsak laf yeriz bu yaşımızdan sonra.’’
Üçü de kalktılar. Tam gidiyorlardı ki arkalarından seslendim.
‘’Peki korucu köyündeki kızlara ne oldu? Evlerine geri dönebildiler mi?’’
İhtiyarlar birbirine baktı. Sonra adı İsmail olan:
‘’Bilinmez’’ dedi ‘’Ne o kızları, ne korucuları, ne de köylerini bir daha gören olmamış. Hadi, kal sağlıcakla.’’
Gittiler. Bir sigara yaktım, öyküyü düşünmeye başladım. Kısa süre sonra farkettim ki bacım Emine’yi düşünmekteyim aslında. O da gelin olamamıştı, tıpkı Nazlı hatun gibi. Ama sır da olmamıştı. Yatardı, demiryolu kenarında bir hendekte. Yarın gazetede haberini okurdum. Şimdi bir otel bulma zamanıydı.
YORUMLAR
İlhan Kemal
İlhan Bey, ben de ilk kez bir yazınızı okuyorum ve oldukça başarılı buldum. Tebrik eder başarılarınızın devamını dilerim.
saygımla.
İlhan Kemal
Masalsı bir tadı var öykünüzün. İlk kez bir yazınızı okuyorum. İyi ki seçilmiş ve okumuşum. Farklı arkadaşların yazıları güne gelince ilgiyle okumaya gayret ediyorum. Öyküyü kurgulamanızı çok beğendim. Yanlız bana göre bir kaç "devrik cümle" yazının ahengini tırmaladı. Devrik cümleler duygu yoğunluğu çok fazla olan yazılarda kolayca hazmedilebiliyor. Ama bu tür öykülerde pek şık olmayabiliyor.
"Nazlı pınara vermiş arkasını kımıldayamıyor, korucular ise sarmışlar çevresini ama kimse ilk adımı atamıyor. Kızcağız başlamış yalvarmaya:"
Yukarıdaki örnekte iki zaman aynı kişiler için ve aynı cümle içinde kullanılmış. Günlük konuşmalarımızda birine hararetle birşeyler anlatmaya çalışırken bu tip cümleler kurarız. Ama öyküde durum farklı olmalıdır diye düşünüyorum.
Bu ayrıntılar yüreğinizi gölgelemesin. Öyküyü hakikaten çok beğendim ve "bir solukta" dedikleri cinsten okudum. Konu da, kurgu da güzel ve başarılı bana göre. Ama bir okurunuz olarak gözüme takılanları da -izninizle -paylaşmak istedim.
Şimdi, her günün seçkisinde yapmaya çalıştığım gibi, yazarın diğer yazılarını okuyacağım.
Saygılar.
İlhan Kemal
Devrik cümleleri öykülerde istemesem de kullandığım oluyor (''Sen yazmıyor musun öyküyü? Ne demek 'istemeden'?'' diye sormayın, oluyor işte.) Bu seferkinde ise öykünün içinde bir masalsı anlatımı denediğimden bilinçli bir kullanım oldu. Bir taşra kahvesinde hikaye anlatmaya meraklı bir ihtiyarın dilinden dinliyorsunuz. ''Başlamış yalvarmaya''yı bir meddah anlatımını takliden kullandım. Öte yandan verdiğiniz alıntıda ilk bölüm dikkatimi çekti. Okudukça kulağımı tırmalayan bir tarzı var (Devrik yapmayı kesinlikle düşünmüyorum), düzeltmem gerek sanırım. Yine de dediğinizi uygulayıp, metni devriklerden arındırıp bir daha yazacağım (Buraya değil, kendi kayıtlarımda). Bakalım o zaman ne olacak?
Ayrıntılı ve emek verilmiş yorumunuz için çok teşekkür ederim. Faydalı olacağına inanıyorum. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Başarılar diliyorum.
Saygılar.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Tebrik ederim. Çok güzeldi. Başarılarınızın devamını dilerim. Saygı ve selamlarımla...
Aysel AKSÜMER tarafından 3/12/2011 8:46:56 AM zamanında düzenlenmiştir.