- 4732 Okunma
- 6 Yorum
- 5 Beğeni
TASAVVUF ( TEKKE ) EDEBİYATI
TASAVVUF ( TEKKE ) EDEBİYATI
Hz. Muhammed’in vefatıyla halifelik kurumu ortaya çıkmıştı. Hz. Âli zamanında başlayan karışıklıklar, Hz. Âli’nin şehit edilmesine neden olmuştu. Böylece Araplar içinde düşünce ve görüş ayrılıkları başlamış oldu. Bu üzüntü ile ortaya yeni bir duyuş ve düşünce ortaya çıktı: Dünyadan kaçmak, Allah’a yakın olmak... Bu düşüncenin gelişmesiyle “Tasavvuf” denilen bir sistem doğdu.
Tasavvuf sistemini yaymak için VIII. yüzyılın ortalarında Suriye’de Kûfeli İbn-i Hâşim ilk tekkeyi kurdu. Daha sonra Mısırlı Zünnün, Horasanlı Beyazid Bestâmî ve İranlı Hallacı Mansur gibi büyük sofiler yetişerek tasavvufu geliştirdiler.
IX. yüzyılda Türkistan’da tasavvuf fikirleri çok ilgi görmüş ve etrafında birçok yandaş toplamıştı. “Baba” adı verilen şeyhlerle bu akım Türkler arasında da hızla yayıldı. XII. yüzyılda ortaya çıkan Ahmet Yesevi, babayani bir dille “Hikmet” adı verilen eseri sayesinde, salt büyük şehirlerde değil, göçebe halindeki Türkler arasında da angın biri haline geldi. Bu suretle tasavvuf düşünceleri Anadolu’ya da geçti.
Tasavvuf düşüncesinde olanlara “mutasavvıf” denilirdi. İlk Türk mutasavvıfının Ahmet Yesevi olduğu söylenebilir. Doğal olarak, tasavvufun sistemlerini de Türk dünyasında ortaya koyan yine ilk odur.
Selçuklular zamanında, XIII. yüzyılda Moğollar’ın Anadolu’yu ele geçirmeleri, büyük bir karışıklık ve afakanlara neden oldu. Siyasi hayatta görülen bu durum, ruhlar üzerinde de etkisini gösterdi. Canından bezen halk, dünyadan elini eteğini çekmek, hayatın ıstıraplarından kurtulmak için en uygun yol gördüğü tasavvufa sarıldı.
Türkistan’dan gelen muhtelif tarikat dervişleri bu durumdan yararlanarak halkın arasına yayıldılar. Horasan erenleri denilen bu dervişler, halka umut veriyor, onlara manevi acılarını dindirecek yolları gösteriyorlardı. İşte böylece Anadolu’ya yerleşen tasavvuf yandaşları birçok yerde tekkeler kurdular ve kitleleri kendilerine rabıta eylediler. Bu arada büyük sofiler de yetişerek yeni yeni tarikatların doğmasına yardımcı oldular.
Anadolu’da halk tabakaları arasında en çok rağbet gören tarikatlar; Bektaşilik, Alevilik ve Kızılbaşlık tarikatları oldu.
Tarikat ayinlerinde şiir ve müzik iç içe olunca tarikat içinden birçok sanatçılar da yetişti. Böylece tasavvuf inanışlarıyla beslenen bir halk edebiyatı doğmuş oldu. İşte bu edebiyata “Tekke Edebiyatı” diyoruz. Anadolu’da tekke edebiyatı dendiğinde akla ilk gelen isim Yunus Emre’dir.
Yunus Emre’nin dışında; XIV. yüzyılda Âşık Paşa, XV. yüzyılda Hacı Bayram Veli, Kaygusuz Abdal,Eşrefoğlu Rûmî, Muhiddin Abdal, XVI. yüzyılda Pir Sultan Abdal, Hatâyi, Kul Hüseyin, Kul Himmet, Ümmi Sinan gibi angın kişiler başlı başına birer değer taşırlar.
Divan edebiyatının dışında ayrıca tasavvuf konularını işleyen “Divan Tekke Edebiyatı” ortaya çıkmış; şekilde, dilde ve ölçüde divan edebiyatı ile birlikte yürümüş, gelişmiştir. “Halk tekke edebiyatı” ise; dilde, ölçüde ve şekilde milliliğini korumuştur. Böyle bir durum olmasaydı halkın içinde yüzyıllarca bu edebiyatın yaşamasına olanak olamazdı.
Tasavvuf; İslâmi düşünce sistemidir. Bu düşüncede önemli olan Allah’ın mahiyeti ve kâinatın oluşu ön plandadır. Tasavvufta şu sorular önemlidir:
Bu gördüğümüz âlemin arkasındaki gerçek nedir?
Varlıkların aslı ve başlangıcı nedir?
İnsan nedir?
Nerededen gelip nereye gidiyoruz.
Allah nedir ve bu kâinat nasıl oluştu?
Tasavvuf düşüncesine göre Allah;
Hüsn ü Mutlak :Tek güzellik
Kemal i Mutlak : Tek mükemmellik
Vücud u Mutlak : Tek vücut
Vahdet i Vücud : Vahdetin nasıl ve niteliği üzerinde durulmuştur.
Tasavvuf aynı zamanda “İslâm Felsefesi”nin de üzerinde durdukları konularla ilgilenir. Sofi denilen tasavvufçuların görüşüne göre; Allah’tan başka ilah yoktur( vucud u mutlak ). Allah, aynı zamanda tam güzel yani “cemal i mutlak” keza Allah; en olgun olan “kemal i mutlak”tır. İşte bu yoldan çıkan tasavvufçular şu düşünceyi savunurlar ; Cemâl ( Allah ) âşksız olamaz, gizli kalamaz o kendini gösterecektir.İşte bunun için; Allah’ın kendini görmek ve göstermek istemesi, kâinatın yaratılması sonucunu verdi. “Kün ol” emriyle Allah kâinatı var etmiştir. Nasıl ki insan, kendini görmek için aynaya bakıyorsa Allah da kendi güzelliğini seyretmek için ayna yerinde olan bu âlemi ve insanı yarattı. İşte bu yaratma ve görünme durumuna “tecelli” denir. Tecelli, diğer yaratılanlarda dağınık bir halde iken insanda bu durum tam olarak belirir. İnsanlar da bu düşünce sistemine göre 3 payede bulunur:
1. derecede; “insan ı kâmil” ; erdemli, aranılan insan vasfı.
2. derecede “salih” ; tarikata girmiş olanlar.
3. derecede olanlar ; insan ı kâmil ve salihlerden münferit, henüz gerçekten habersiz, karanlıkta olanlardır.
İnsan, asıl öze varmaya çalışmalı, insan ı kâmil kertesine ulaştıktan sonra da Allah nuruna kavuşmalıdır. Bunun için de dünyaya ait her şeyden elini eteğini çekip kalp ve düşüncesini Allah’a rabıta eylemek, içteki beni öldürmek gerekir. “iç benlik”i yenmek de âşk ile olur. İnsanı Allah’a salt âşk kavuşturabilir. Gerçek âşk; Allah’a olan isterik âşktır. Diğer âşklar gerçek değil; farazidir.
Tasavvufta iki nevi âşk vardır :
Beşeri âşk; gerçek olmayan farazi âşk.
İlâhi âşk ; Sonsuz ve bengi bir âşktır. Bu da insanın Allah’a olan âşkıdır.
İlâhi âşkın olgunlaşması tekkelerde oluşur. Tasavvufun eğitim yeri tekkelerdir. Buralardaki şeyhler, derviş ve müritleri eğitmeye çalışarak Allah’a ulaşmış, Allah âşkıyla dolu olarak bir mutasavvıf; bir sofi olarak yetiştirilmişlerdir.
Tekkelerde bulunan mutasavvıflar, hırkalar giyer ve ölmeyecek kadar yemek yerler. Allah’ı içlerinde duyarak günlerini geçirirler
ﺪ ﺑ ﻧ ﺖ ﻗ ( kut – i nâbût ) ölmeyecek kadar yemektir. Tekkelerdeki bu eğitim sonucunda, kişi kendini Allah’ın âşkıyla yanıp tutuşur bulur. Derviş bu kerteye ulaşınca “ Enel Hâk” durumu ortaya çıkar. Bunu ilk söyleyen kişi de “Hallacı Mansur”dur ki; o da idam edilmiştir; çünkü onu anlayamamışlardır.
Vahdetin şarabından
Bir cur’a nuş eyleyin
Enel – Hâk çağruban
Dara gireyim Mevlâ
“Yunus Emre”
Tasavvufta meyhane; tekkeyi, şarap da âşkı ifade eder.
Kendi hösnün hûbler şeklinde peyda eyledin
Çeşm – i âşktan dönüp sonra temaşa eyledin
İzahat : Hüsn – ü mutlak olan Allah, kendi güzellğini hubler ( güzellikler şeklinde ) peydah eyledi. Sonra âşığın gözünden dönüp kendini seyretmiştir.
Medreseler bilgi verir ve aktarır. Tekkeler ise; Allah’a ait bilgileri verir. Medreselerdeki eğitim ilim, tekkelerdeki eğitim ise; irfandır. Mutasavvıflara göre hakiki olan ilim, irfan ilmidir.
Tekkelerdeki eğitim süresine “seyrü suluk” denir ve yedi payeden oluşur;
Vera : Doğruluğu şüpheli olan durumlardan kaçınmak.
Zühd : Dünya zevklerinden el etek çekmek.
Fakr : Allah’tan başka her şeyden vazgeçmek.
Sabır : Başa gelenleri çekme ve onlara katlanma.
Tevekkül : Gerekleri yaptıktan sonra işin sonunu Allah’a bırakma.
Rıza : Haline razı olma.
Tövbe : Günahlardan arınmak için Allah’a yakarma.
Tasavvufta dört kapı vardır. Bunlar; şeriat, tarikat, marifet ve hakikattir.
Şeriat : Allah’ın koymuş olduğu yasalardır, kaynağı da Kur’an – ı Kerim’dir.
Tarikat : Allah âşkıyla yanmak için tutulan yol.
Hakikat : Gerçeğin kendisi.
Marifet : Vasıta aracı, okuyarak elde edilen ilim.
Tasavvuf ( tekke ) edebiyatının özelliklerini genel hatlarıyla ortaya koyacak olursak;
Kullanılan dil, halkın konuştuğu dildir; ancak bu edebiyatta İslâmi etkinin fazla olması nedeniyle Arapça ve Farsça sözcüklerle bu dillerin dil kurallarına oldukça yer verilmiştir.
Temel olarak hece ölçüsü kullanılmış; fakat divan tasavvuf etkisiyle aruz ölçüsü de kullanılmıştır.
Nazım birimi olarak genellikle dörtlük kullanılmıştır.
Eserlerde yoğun olarak ilâhi âşk işlenmiştir.
Konular; şathiye, ilâhi, devriye, hikmet, nefes gibi türlere ayrılmıştır.
Sözlü Türk edebiyatı geleneklerine bağlı kalınarak bazı tekkelerde şiir – musiki – raks üçlü geleneği yaşatılmıştır.
Kaynakça
Ord. Prof. Dr. M. Fuat Köprülü “Türk Edebiyatı Tarihi”
Doç. Dr. Necla Pekolcay “İslâmi Türk Edebiyatı”
İskender Pala “ Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü”
Cevdet Yalçın “Açıklamalı – Çözümlemeli Türk Dili ve Edebiyatı”
Prof. Dr. Mine Mengi “Eski Türk Edebiyatı Tarihi”
YORUMLAR
muhteşem...
ve Hû ismi ilahisinde hoca Ahmet Yesevi ocağından çıkarak Anadoluyu Hû nefesiyle vatan edenler erenler
ki tasavvuf Hû zikrinin özü
Allah ve HÛ bu iki isim birbirinden ayrı değildir, bir olarak kabul edilir.
Bismillâhillezi lâ ilâhe illâhû / Kendisinden başka hiçbir ibâdet edilecek ilâh olmayan Allah'ın adıyla.
Huvallâhullezî lâ ilâhe illâ hû / O, öyle Allah' tır ki, Kendisinden başka hiçbir ilah yoktur.
Bu cümle El Esmâu'l Hüsnâ'nın sayıldığı hadiste geçer,
O’nun ismini, El Esmâu'l Hüsnâ'nın ilki olan Allah (celle celâluhû) ismini zikreden bu cümle Kur'ân-ı Kerîm ayetlerinin de bir parçasıdır; (59/Haşr Sûresi-22. ve 23. ayetler).
Huvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû. Alimül ğaybı veşşehâdeh. Hüverrahmânurrâhîm. / O, öyle Allahtır ki, O’ndan başka ilah yok. Gaybı da bilir şehadeti de. O Rahmândır, Rahîmdir. (59/Haşr Sûresi-22. ayet)
Huvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû. Elmelikül kuddûsüs selâmül mü’minül müheyminül azîzül cebbârul mütekebbir. Sübhânellâhi ammâ yüşrîkûn. / O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka tapılacak yok. Öyle Melikki, Kuddüs, Selam, İman ve emniyet veren Mümin, Gözeten, koruyan, Müheymin, Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Allah müşriklerin şirkinden münezzehdir. (59/Haşr Sûresi -23. ayet).
O tektir. Tek ve eşsiz kudrettir eşi ve benzeri, başlangıcı ve sonu yoktur.
Allah zâtı itibariyle tefekkürü mümkün olmayan; hatıra gelen her şeyden münezzeh varlıktır.
O, zâtında birdir ve zâtının ismi Allah'dır;
Sayı olan bir gibi eşi ve benzeri bulunabilecek şekilde bir birlikle değil, eşi ve benzeri bulunmayan üstün bir birlikle birdir.
Zatında yalnızca Vahid değil, Birdir.
Diğer isimler O’nun fiilleri, sıfatları ve tecellileri ile ilgilidir.
Diğer isimlerin hepsi belli köklerden türediği ve belli mânâları Allah (celle celâluhû) 'ın zatına izafe ettiği halde Allah lafzı türetilmemiş bir isim olup herhangi bir kök anlamı taşımaz.
Allah isminin tam anlamıyla başka dillere tercümesi, çoğulu ve türetmesi yapılamaz.
Diğer isimler gerçekte zâtı niteleyen sıfatlardan ibarettir;
Esmâ'ul hüsnâ’nın nitelediği yüce Zâtın özel ismi olan Allah ismi ise bütün sıfatların muhtevasına delâlet eder.
Lafza-i Celâl ulûhiyet hakikatidir
Allah ismi, O’nun gibi eşi ve benzeri olmayan bir isimdir.
Sıfat ve isimlerin çokluğu, zatın çokluğunu gerektirmeyeceğinden o isim ve sıfatların her biri eşsiz özelliklerinden birine delalet eder.
Hazreti Âdem (Aleyhi’s-Selâm) 'e öğretilen de isimlerin en güzelleridir.
Şüphesiz Allah (celle celâluhû)'a mahsustur en güzel isimler.
şeriat, tarikat, marifet ve hakikat yolunda
Allah Hû
eyvallah değerli kalem geceniz nur dolsun
saygı ve sevgilerimle...
e d i b / a h m e t
hoş geldiniz, şeref verdiniz...
hürmetle...
Hele de, içinde yaşadığımız huzursuz günlerde, ancak bu kadar anlamlı, hoş, ve bilgilendirici
bir konu ele alınabilirdi.
Yazarı, yürekten kutluyorum.
Mevla işinizi daima kolay getire.
Sevgiyle, muhabbetle, huzurla ve Yaratan'la kalın.
Saygı ve selamlar
e d i b / a h m e t
güzeldi.
hiçç tarafından 11/16/2015 10:27:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
e d i b / a h m e t
selamlar, sevgiler :)
-Ezrak Rahel-
e d i b / a h m e t
Saygılarımı sunuyorum...