- 1635 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ALTIN BALIĞI ARAMAK
Yıllar öncesinde, denizinin her sabah güneşle buluşarak günün ilk ışıklarıyla tutuştuğu , yemyeşil ağaçlarla kaplı, kır çiçeklerinin mis gibi kokusunun sokaklarında yayıldığı bir sahil kasabasında, bir balıkçı yaşarmış… Günün ilk ışıklarıyla uyanan balıkçı, bembeyaz, ipeksi incelikteki kumlarla bezel...i, kilometrelerce uzunluktaki sahile yürür, küçük kayığında akşamdan hazırladığı ağını “ rastgele “ deyip denize savurmak için işe koyulurmuş…
Her gün tekrarladığı bu bitmez seremoni sırasında , derin derin düşünür, küçüklüğünde kendisine anlatılan altın balığı bir gün yakalayacağı umuduyla, günü güne ekler dururmuş…
Hiç boş çekmezmiş gün batımında ağını… Akşam yemeğini çıkartacağı birkaç balık, bazen bir iki deniz atı, istiridye, deniz yıldızı da çektiği olurmuş… Kimini acır, bitmesin yaşamı diye mavi derinliklere , arkalarından bakan sevgi dolu gözlerle uğurlarmış… Kimini, kurutur odama süs yaparım diye düşünür, alıkormuş…
Ama aklından, henüz çok küçük bir çocukken dinlediği minicik altın balıkla ilgili öykü hiç mi hiç çıkmazmış…
Efsaneye göre, sadece işaret parmağı büyüklüğündeki bu balık, som altından pullarla kaplıymış… Kanatları ve yüzgeçleri öylesine güzelmiş ki, hiçbir kuyumcunun ya da dantel ustasının, eşini benzerini yapmasına imkan yokmuş… Gözleri saf zümrütten, ağzının içi ise kırmızı yakuttanmış… İnanılmaz güzellikte olan bu balık, o kadar nazlı, o kadar ahenkle yüzermiş ki, bir kez görenin , büyülü bir dansa benzeyen o kıvrak ve yumuşak hareketlerini unutmasına imkan yokmuş… Asıl önemlisi, bu balığın ona sahip olana, sonsuz şans getireceği imiş… Şayet bir altın balık yakalar ve ona sahip olursanız, tüm dileklerinizin yerine geleceğine inanılırmış… Yapmanız gereken tek şey, bu sihirli balığa yaşamdan istediklerinizi, şiir ve şarkılarla fısıldamakmış…
İşte bizim balıkçı da, yürekten inandığı bu öyküdeki altın balığı arar dururmuş… Bir gün onu bulacağına duyduğu sarsılmaz inancı ile her sabah denizle buluşur, güneşin doğduğu yere çekermiş kürekleri… Tam yeni doğan gün ışığıyla denizin engin sularının buluştuğu kızıllığa atarmış ağını, o günün akşamına altın balığına kavuşacağı hayaliyle…
Böylece yıllar, yılları kovalamış…. Bizim balıkçının tüm arkadaşları, kendilerine birer yuva kurmuş, çoluğa çocuğa karışmış… Kimi kendine genişleyen aileleriyle birlikte içinde daha rahat yaşayacakları evlerini, kendi elleriyle inşa etmişler, gece gündüz demeden çalışıp çabalayarak… Kimileri yaşlı anne ve babaları için düz ayak odalar eklemiş yaşama alanlarına… Kimileri, bin bir renkte çiçekler ekmiş bahçelerine, eşleri derlesin , sevgiyle hazırladığı sofralarını, içinde gün boyu ev işlerini gördüğü odalarını süslesin diye… Kimileri salıncaklar kurmuş bahçelerindeki erik ve kayısı ağaçlarının dallarına, çocukları sallansın diye… Kimileri ocak kurmuşlar odalarına, bacaları tütsün, kış gecelerinde başında aileleriyle oturup, doyumsuz sohbetler yapabilsinler diye…
Oysa bizim balıkçı, bunların hiç birini yapmıyor, yapmak da istemiyormuş… Çünkü altın balığı bir kez bulduğunda, ona söyleyeceği şarkılar ve mısralarla, tüm isteklerinin bir gün gerçekleşeceğine gönülden inanıyormuş… Hem zaten, kasabadaki hiçbir genç kız, altın balığının ona getireceği peri kızı kadar güzel, görgülü, bilgili, nazik ve sevecen olamazmış ki… Hangi ev, onun hayallerindeki ev kadar muhteşem olabilirdi ayrıca ? Kimin çocukları, altın balığın ona armağan edeceği değerli eşinden olma çocuklardan daha güzel, şirin, akıllı olabilirdi ki ?
Tüm düşlerinin, bir gün ağına takılacak sihirli altın balık sayesinde , bir anda gerçekleşeceğine dair sarsılmaz inancı, sapasağlam yerinde duruyormuş… Ama günler, aylar, yıllar geçiyor, beklediği bir türlü gelmiyormuş… Umudu hiç eksilmeyen balıkçı ise, sabırla balığını beklemekteymiş…
Artık yaşlı bir adam sayılabileceği günlerden bir gün, sabah aydınlığına fırlatıp attığı ağlarını, akşamın kızıllığında toplarken, ağdaki diğer balıklar arasında pırıl pırıl parlayan, sudan çıktığı için sürekli açıp kapattığı ağzının içinde yakutlar parıldayan, gözleri zümrüt yeşili bir küçücük balık görmüş… Heyecandan kalbi duracakmış adeta… Hemen yüzgeçlerini kontrol etmiş. Gerçekten de, bir usta kuyumcu titizliğiyle çalışılmış gibi duran, eşsiz birer mücevher görüntüsündeki yüzgeçlerini görmüş küçük balığın… Artık eminmiş balıkçı… Bu o demiş sevinçle haykırarak… Bu o işte, benim altın balığım…
Evine götürüp, itinayla bir cam kavanoza yerleştirmiş balığını. Karşısına geçip, o güne dek, karşılaştığında ona fısıldayacağı düşüyle yazdığı tüm şiirlerini, bestelediği tüm şarkılarını fısıldamaya başlamış… Nihayet balık dile gelmiş ve ne istediğini sormuş balıkçıya… O da, uzun uzun anlatmış tüm isteklerini… Balık , hiç sesini çıkartmadan sessizce dinlemiş… Sonra şöyle yanıtlamış balıkçıyı ;
- Ey insanoğlu, ben ki parmak kadar küçücük bir balığım… Pullarımın altın renginden dolayı, hakkımda uydurulan masallara inanacağına, neden kendi içindeki altın balıkla buluşup, tüm hayallerini gerçekleştirmek için bu güne dek hiç bir şey yapmadın ? Benim canım ne cürmüm nedir ki, senin bu yaşına dek görüp de beğenemediğin adem kızını bulup sana eş diye getireyim ? Ne kadar anlatırsan anlat, düşlerindeki evi ben ne kadar anlayabilirim ? Onlar, senin hayallerin, düşlerin… Hayallerinin bahçesini ben nasıl sevdiğin çiçeklerle donatayım ? Nasıl salıncaklar kurayım, doğmamış yavrularına ? Hangi ağacın altına, nasıl bir kameliye yapayım yorgun günlerinde dinlenebilmen için ? Bunların tümü, senin hayallerin, düşlerin… Gerçekleştirebilecek olan da yalnız kendindin… Yazık bu güne dek boşa beklemişsin…. Bana gelince, denizlerdeki milyonlarca balıktan sadece biriyim… Hakkımda oluşturulan öykü, güzel olmaya güzel belki… Ama sanırım yalnızca siz insanoğlunun, düşlerinin peşinden gitmesi ve onları gerçekleştirecek gücü kendinde bulabilmesiyle ilgili … Keşke senin için yapabileceğim bir şey olabilseydi , üzgünüm … Hem ben altından falan da değilim… Sadece derin sularda yüzerken, güneş ışığıyla buluşan pullarım, bu rengi yansıtmakta… Yeşil gözlerim, zümrüt değil , sadece yeşil işte… Benim de enginliklerde bir yuvam, eşim, yavrularım var… Eğer azat edersen, dönüp kavuşabileceğim…
Küçük balığın her söylediği sözcükle, umutları biraz daha kararan balıkçı, balığın sözleri bittiğinde kızgın, kırgın, öfkeli, yorgundu… Bir müddet ne yapacağını bilemedi… Masanın başında, çenesine dayadığı eliyle balığa baktı, baktı, baktı… Bir müddet sonra, düşünmeye başladığında, başka birinin, tüm hayallerini bir çırpıda gerçekleştireceğine dair öyküye dayalı bir düşün peşinden koşarak yıllarını ziyan edeceğine, kendi düşlerini bunca zaman gerçekleştirmemiş olmasına derinden hayıflandı… Kendi kendine söylendi ;
- Neye yaradı altın balığı bulmam ?
Sonra kendi cevabını yine kendisi buldu… Balığa seslendi ;
- Sen o küçücük halinle, bana sanırım yaşamımın dersini verdin… Tüm hayallerimi sadece kendim gerçekleştirebilecekken, tümünü senden beklememin nasıl da, nasıl da … şey olduğunu öğrettin… Nasıl desem ? Çocukça işte… Gerçek altın balığımın, denizlerin derinliklerinde değil, kendi içimde olduğunu söylemen için, seninle karşılaşmam gerekiyormuş demek ki… Sağlık olsun… Hiçbir şey için geç değil be küçük… Yarından tezi yok, ertelediğim tüm düşlerimi geçireceğim hayatıma… Sanırım sana teşekkürümü de, azat ederek ödeyeceğim… Bir gün, bir başka insan eğer seni arar ve bulursa, öykümü anlatırsın onlara da…
Nur Hilal SARIKARTAL
Mesajlar’a Geri DönAbonelikleri Düzenle
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.