- 637 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Biliyorum... ben de ergen olmuştum!
Biliyorum… Ben de ergen olmuştum, ve o nasıl bir öfkedir ki, niyesini bilmeden boğazıma kadar dayanırdı, da, dışarı püskürtmeden rahatlayamazdım, en çok da en çok nazım geçen anneme!...
Sonrasında yarım saat kendi halime ağlar, yarım saat de annemi gereksiz yere sözlerimle üzmüşlüğüme ağlardım…
Bunları biliyorum!...
Bir annenin bunlardan ne kadar yaralandığını ise iki yıldır öğreniyorum!
Annem nasıl sağaltmıştı kendini? Bilemiyorum!...
Hatırlamıyor bile…
Babam mı okşamıştı saçlarını, geçer bunlar da Gülhan mı demişti, ben mi uzun sürdürmemiştim, can acıtan laflarım oğlumunki kadar delici değildi belki…
Belki boşanmış bir kadın olarak bir erkek çocuğunun ergenliğine katlanmak zor? Belki, hastalığı zamanlarında tahammül sınırlarımın zorlanmasından?
Belki de o sınırların zaten evlilik sürecinde fazlasıyla zorlanıp, sınırları aşmasından, ki, o anlarda inanın anlamıyor insan!
Sonrasında, Allah’ım, ben neler yaşamışım deniyor…
Bir tek anladığım bir şey var ki, o da: Allah’ın niçin ancak bir erkek ve kadına bir çocuk dünyaya getirip, onu büyütme yetisi verdiği!...
Bir erkek ve bir kadın, ama elbet dengeli bir evlilik sözünü ettiğimiz, bacağı kırık sandalye misalinden söz etmiyorum ki, boşanan kadın ve erkekte bacağı kırık sandalyedir zaten, artısı gereksiz yere kavga-dövüşün olmamasıdır ki, çocuk için sandalye kırıksa, bari kavga-dövüş olmamasıdır, evlat kız yada erkek, ancak yetişkin bir erkek ve kadın ancak gelişme sürecini tamamlayabiliyor bir evladın…
Belli dönemlerde anne, belli dönemlerde baba başrol oynayarak!...
Anne ya da baba, birinden biri otoriteyi, birinden biri sevgiyi sembolize ederek!...
Birbirleri ile paslaşarak, aslında…
Sevgiyi ve otoriteyi aynı kişi veremiyor, ne mümkün!
Karışıyor kavramlar!...
Gerek ebeveyn, gerekse de evlat için!...
Bunları biliyorum… Yürümeyen bir evliliğin sürdürülmesindeki bedelleri de biliyorum, ki, onlar da fazlasıyla ağır… Hatta, her ferde bulaşan, yapışan, onarılması güç bir ağırlık!...
Ama… Ama işte… Yani bazen… Yorulmuş oluyor insan… Elim kolum dolu olarak işten dönerken, torbaların ağırlığını artık yılların taşımışlığıyla taşımakta zorlanan kollarımın dirsekleri zorlarken, evin bir türlü temizlenemeyen halini düşünüp de, bir taraftan da ne yemek yapsam diye kararsızlığımla boğuşurken, ki, oğlum meyve ve sebzeyi pek tüketmediğinden muzdaripliğim vardır ki, yemekte en azından onu ekarte edeyim gibi kaygılara sahibim, her anne gibi, son gücümü merdivenleri çıkan bacaklarıma ve kalanını da dudaklarıma gülümseme olarak takmışken…
Duyduğum bir homurdanma… Ah… Gözüm de çarptı mutfağa… O ne! Her şey üst üste!...
Her şeyin ötesinde, oğlum alt-üst olmuş vaziyette!...
Bilgisayarında bir oyun bozuk mu çıkmış ne! Okulu mu uzak geliyormuş, ya da bıkmış mı bu hayattan ve ne biçim bir evmiş ki burası, hatta niye doğurmuşum ki onu!...
Gece hayatını severim, ama sokaklarda öylesine dolanmayı sevmem, hani sevecek olsam, öyle durumlarda kaçasım geliyor evden!...
Biliyorum, elbet geçecek…
Biliyorum, o da mutlaka, benden başka şeyler bekliyor…
Onun ergenliği… Benim menopozum… Offf… Biraz fazla mı yoruldum?
Oğlum biraz rahatına mı fazla düşkün? Ben mi fazla, gereğinden fazla özgürlük tanıdım ona, ki altında eziliyorum şimdi tonlarca ağır sözlerinin ki, yüzde birini söylediğimde köpek kızımız Maia bellediği koltuğun altına saklanıyor?
Geçecek biliyorum… Geçecek…
Geçmesi gerek…
Benden kopması gerek… Ergenlik de bu demek…
Kopması için bu kadar incinmem mi gerek?
Kendi ergenliğimle karşılaştırmak, elma ile armudu toplamak olur ki, çok şükür ayırtına varacak sağduyuya sahibim, ama… Ama bende yoruldum…
Beş adım ben giderim, elbet, hem anneyim, hem ergenlik tecrübesindeyim, bir adım… Bilemediniz yarım adım… Bekliyor insan, hakkaten…
Sevgisinden asla kuşkum olmaz, hatta büyük bölümü problemlerin fazlalığından…
Merhametlidir de oğlum, hem de fazlasıyla…
Derdimiz de bu ya zaten…
Gözünde küçültmek istiyor, farkına varmadan…
Küçültüp, kopmak…
Koparsa ancak ergenliğini tamamlayacak…
Koptuğunda ancak kendi kişiliğini oluşturmaya başlayacak…
Biliyorum… Biliyorum, inanın…
Ama… O artık çocuk değil, sözlerine gülüp geçemiyorum…
Acıyor bir yerlerim…
Umarım bir süre daha dayanabilirim…
Gülgün Karaoğlu
Ekim, 15/07
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.