Cüneyd-i Bağdadi_-2-_
Gıybetten çok sakınırdı. Bir gün Şenûziyye mescidinde oturmuş cenâze namazı için cemâat bekliyordu. Bu sırada bir fakir gördü. Hâlinden ibâdet ehli olduğu anlaşılıyordu. Fakat dilenmek ile meşguldü. Kendi kendine; "Bu adamcağız böyle dileneceğine çalışıp nefsini bu hâle düşmekten korusa daha iyi olmaz mı? Üstelik sağlığı da yerinde." diye düşündü. O gece ibâdet yapmak için kalkamadı ve rüyâsında bir tepsi içinde o fakirin eti sunularak; "Ye bunu." dediler. "Ben onun gıybetini yapmadım ki." diyecek oldu. "Senin gibisinin böyle düşünmesi bile hoş değil, derhal git ondan helâllik dile." dediler. Sabah olunca o adamın peşine düştü. Bir yerde bakla yaprağı topladığını gördü. Yanına sokulup selâm verdi. Ona; "Bir daha böyle yapacak mısın?" diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî de; "Hayır." karşılığını verdi. "Allah beni de seni de bağışlasın." diye duâ etti.
Cüneyd-i Bağdâdî bir gün Câfer Huldî’ye bir dirhem verdi ve bir mikdâr incir almasını söyledi. O da alıp geldi ve önüne koydu. Cüneyd-i Bağdâdî ondan bir tâne alıp orucunu açmak için ağzına götürdü. O sırada ağlamaya başladı, inciri ağzından çıkarıp attı. Su ile de ağzını iyice çalkaladı. Câfer Huldî; "Niçin böyle yaptınız?" dediğinde; "Otuz seneden beri hep incir yemek istedim. O zamandan beri de hiç yemedim. Bugün nefsim ağır bastı ve ondan yemek istedim. Ağzıma aldığım zaman gizliden bir ses bana şöyle dedi: "Allah için yemesini bıraktığın şeyi yemeye utanmıyor musun?" Bunun üzerine onu ağzımdan çıkarıp attım. Onu yemeyi sözde durmamak kabûl ettim. Bu da bir hıyânettir. Hâin olan kimse de, Allah katında sevilen biri olamaz." buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî, tasavvuf yolunda olmasına rağmen ulemâ elbisesi ile dolaşırdı. "Niye sofilerin hırkası gibi hırka giymiyorsun?" diye soranlara; "Hırka ve yamalı elbise giymenin bir işe yarayacağını bilsem, demirden ve ateşten elbise yaptırıp giyerim. Ama kalbime; îtibâr hırkaya değil, yanık kalbedir, şeklinde de bir ilhâm geliyor." karşılığını verdi.
Cüneyd-i Bağdâdî bir gün arkadaşı büyük velî Ebû Bekir Şiblî’yi; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah." derken gördü. Ona; "Bu söz canı sıkılanların kelâmıdır. Can sıkıntısı ise kazâya rızâ göstermemekten kaynaklanır." buyurdu.
Bir kimse, Cüneyd-i Bağdâdî’ye; "Bu zamanda hakîki kardeşlikler azaldı. Nerede o, Allah için yapılan kardeşlikler?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi, arkadaşı bulamazsın. Ama, kendisine Allah için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allah rızâsı için katlanacağın bir kardeşlik istiyorsan böyleleri çoktur." buyurdu.
Bir kimse Cüneyd-i Bağdâdî’den duâ istediğinde şöyle duâ ederdi:
"Allahü teâlâ senin kalbini dağınık etmesin. Seni, kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın. Kendisine kavuşturan şeylere kavuştursun. Seni mâsivâdan (kendisinden başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle meşgul eylesin. Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin. Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, kendi rızâsını koysun. Seni kendisine ulaştıran yola kavuştursun."
Bir gün; "Derecesi hocasının derecesinden yüksek olan talebe var mıdır? diye Sırrî-yi Sekatî hazretlerine sordular; "Evet vardır. Cüneyd’in derecesi benden yüksektir." buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî’ye; "Rızkımızı arıyoruz." dediklerinde; "Nerede olduğunu biliyorsanız, orada arayınız?" buyurdu. "Allahü teâlâdan istiyoruz." dediklerinde, "Eğer sizi unutmuş sanıyorsanız, hatırlatınız!" buyurdu. "Tevekkül ediyoruz, bakalım ne gönderecek?" dediklerinde; "İmtihan ederek, deneyerek tevekkül etmek, îmânda şüphe bulunmasını gösterir." buyurdu. "O hâlde ne yapalım?" dediklerinde; "Emrettiği için çalışmalı, rızk için üzülmemeli, tedbirlerin arkasında koşmamalıdır. Rızk için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir. Emrine uyarak çalışanı, rızkına ulaştırır." buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî hastalanmıştı. Vefâtından önce, Ebû Muhammed Cerîrî başucunda idi. Cüneyd-i Bağdâdî, Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Hatmi tamamlayıp tekrar başladı. O zaman Ebû Muhammed Cerîrî: "Efendim zâten çok hâlsizsiniz. Kendinizi fazla yormasanız..."dedi. Ona; "Ey Ebû Muhammed! Şu anda bunlara benden daha çok ihtiyâcı olan kim vardır? Bak işte vefâtıma az kaldı." buyurdu.
Cüneyd-i Bağdâdî, vefât edeceği zaman çok üzgündü. Talebeleri korkup; "Efendim! Bizim ümidimiz, sizin şefâatiniz bereketi ile kurtulmaktır. Sizin ise ızdıraplı ve üzüntülü bir hâliniz var. Bu hâliniz bizim yüreğimizi parçalıyor." dediler. Bunlara cevâben; "Ey dostlarım! Ben, yetmiş senelik ibâdet ve tâatımdan ve sizlere üstâd olmak ile kazandıklarımın hepsini, bir kıl ile asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesi ile bir tüy misâli sallandığını hissediyorum. Bu esen rüzgârın, red rüzgârı mı, yoksa kabûl yeli mi olduğunu bilmiyorum." buyurdu. Biraz sonra; "Allah!" diyerek rûhunu teslim etti. Vefât ettiğinde 91 yaşındaydı.
Cüneyd-i Bağdâdî’yi yıkayan kimse, mübârek gözlerinin içine su ulaştırabilmek için uğraştı ise de, mümkün olmadı. Gizliden bir ses duydu; "Kendini yorma! Cüneyd’in gözü Allahü teâlânın zikri ile kapanmıştır. O’nun dîdârını görmeden açılmaz." diyordu. Yıkayan kimse, parmaklarını da açmak için çalıştı. Fakat; "Kendisi açmayınca açılmaz." diye bir nidâ geldi. Mübârek vücûdu yıkandı, kefenlendi ve cenâze namazını oğlu kıldırdı. Cenâze namazında bulunanların sayısı sayılamayacak kadar çoktu. Hocası ve dayısı Sırrî-yi Sekatî’nin kabrinin yanına defnedildi.
Vefâtından sonra büyük zâtlardan biri kendisini rüyâda görüp; "Münker ve Nekir’in suâllerine nasıl cevap verdin?" diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî; "O iki melek bana gelip, men Rabbüke (Rabbin kim)? dediler. Ben, Allahü teâlâ benim rûhumu yaratıp, Elestü birabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim)? diye sorduğu zaman, ben, evet, sen bizim Rabbimizsin, cevâbını vermiştim. Sizin, şimdi tekrar sormanızın mânâsı nedir?" dedim. Böyle deyince beni bırakıp gittiler.
Cüneyd-i Bağdâdî’yi rüyâsında gören bir başka zât ona; "Allahü teâlâ sana nasıl muâmele eyledi?" diye sordu. Cüneyd-i Bağdâdî; "İlim, mârifet dolu sözlerimin hiç faydası olmadı. Öğrendiğim kıymetli bilgiler işime yaramadı. Yalnız gece vakti kıldığım namazlar imdâdıma yetişti. Onun için akıllı insan sâlih ameli terk etmemeli, hâllerden, mânâlardan uzak olmamalıdır." buyurdu.
Ebû Câfer el-Haddâd diyor ki: "Eğer akıl, bir insan olsaydı, Cüneyd-i Bağdâdî’nin sûretinde ve şeklinde olurdu."
Cüneyd-i Bağdâdî’den bir kimse bir şey istese onu boş çevirmez, ona faydalı olmaya çalışırdı ve; "Ben, Peygamber efendimizin güzel ahlâkına uymaya çalışıyorum." buyururdu.
..kAYNAK.. www.biriz.biz/evliyalar/ea0479.htm
YORUMLAR
NedameT
Yüreğe düşen ateş ondandır,
Ondan ötesi varsa o da ondandır,
Bunu da kat hesaba.!
_ALLAH_ Razı olsun... cümlemizden...