- 939 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NE BİÇİM (NE) BİR ŞEY?
Hayatım boyunca kendimin çok okumayla geliştiğini düşünürdüm. Ne zaman iki insan tanıdım bugüne kadar biriktirdiğim tüm bilgiler ve birikimler allak bullak oldu.
Bu iki insandan biriyle 1997 , diğeriyle ise 2004 yılında karşılaştım. Bu iki insandan biri dünya değerlerimi, diğeri ise ahret ve inanç değerlerimi allak pullak etti. Bilhassa 2005 yılından bu yana morfin yemiş gibiyim.
“Oksimoron” kısaca “birbiriyle çakışan iki özellik” Olarak tarif edilir. Bir sohbet ortamında “işlerimin hep rast gittiğini” söylemem üzerine “Oksimorun”’un yerel bazda temsilcisi “Bu bendeki durumun “İstidraç” olduğunu söyledi.
Bir başka zamanda ise görüntüden ibaret olumsuzluk ve çelme takma neticesinde düşmemi ve anlamsız gidiş –gelişlerimi yorumlayan, bir türlü anlamakta güçlük çektiğim dostum diye bildiğim bir dost ise benim bu durumumu “nasip” diye geçiştirdi.
Aslında her iki yorumda, yorumlayanlar tarafından büyük çelişki barındırıyor. İşiniz iyi gidiyorsa istidraç, “hak” gaspınız oluyorsa “nasip” meselesi.
Geçen akşam bir sohbette bana benle ilgili bir bilgi aktarıldı. Sözü ulaştırandan emin olmasam, zikretmem bile. Derinliğinden hiç kuşku duymadığım birine benle ilgili bir bilgi iletilmiş. “O …….girmedi.” diye. Oysa 1993 yılından bu yana girdiğim yerden hiç çıkmadım ki. Bir kez isteğim dışında çıkartıldım ve ben istidraçtan olsa gerek yine girdim ve hala aynı haldeyim…Ömrüm oldukça ve bana bu “istidraç” verildikçe çıkar çıkar yine girerim. Zor ve tiksindirici olan başkasının sokup çıkarması. Bununda ötesinde giripte başarısız olarak hissiz ve hareketsiz olarak o halde bulunmak olsa olsa “risk almadan kahraman olunmaz” Sözünün yanlış tefsirinden ibaret olur. Bu halde oluş ise bizlerin girip çıkmasını yorumlamayı ve yanlış beyanı ortaya koyar ki bu durum ise keramete denk düşmez.
Benim gibilerin gerçekten işi zor. Var olan değerlerin yerine yeni bir şey koyamama riski ortada dururken “nasip’i de “istidracı” da sorgulayamıyoruz. “Vahyi” kavramlarla “bilimsel” kavramların çelişkili durumu açıkça ortada durduğu halde bilimsel ölçülerle de bir sonuca gitmek mümkün değil. Daha bugün mahkeme kararlarıyla katsayı engelini ve adaletsizliğini tartışanlar benim gibilerin içine düştüğü adaletsizliği “adil” diye yorumlayabiliyor.” Bu nedenle de her birimiz işimize geldiği ölçü birimlerine göre her yer ve zamanda adaletimizin ölçü birimi değişiyor. Değişince de böyle oluyoruz işte. Ne öyle ne böyle. Bir orda bir burada.
Çok sık olmasa da ara sıra kendi özel bir meselem nedeniyle bir fetva makamına uğrarım. Tanıdığım bir uzman falcıma aylık olarak önümüzdeki bir aylık falıma baktırırım. Bugünlerde ise facebook’ta her gün falıma bakıp sokağa öyle çıkıyorum.
Özel fetvacımla önceden bir sözleşme imzaladık ki, o bana hep benim gönlümden geçen bir fetvayı önüme sunar. Zaten ben de aksi durumda kabul etmem. Kim öyle değil ki?
Eğer işiniz olundurulmayacaksa sınava girmedi dersiniz, işiniz olundurulacaksa önceden verilenleri ortaya koyarsınız ve çözüm ararsınız. Hani “kurdun koyunu yeme planı” ya da hocanın “ipe un serme” hikayesi. Koyun hangi davranışta bulunursa bulunsun yenilecektir. İp ne olursa olsun verilmeyecektir. Aslında burada önemli olan ipi isteyenin verilmeyecek olmasını bilmesi, koyunun ise suyu bulandırmamış ta olsa, yenilecek olmasını bilmesidir. Gerisi mi? Hikaye.
Prof.Dr. Abdullah Özbek’in sitemizdeki son yazı başlığı “İşin Bittiğine Bakmak”
Yazı şöyle başlıyor “İnsanlar arasında öyle egoistler vardır ki, bunlar için başkalarının ne işi, ne düğünü, ne bayramı, ne cenazesi, ne de hastası olur… Varsa yoksa menfaatleri! Kimse umurlarında değildir. Bütün hesapları kitapları işlerinin bir an önce bitmesidir.
Ayrıca bu çıkarcı kişiler, her zaman, her şeyi yapmaya ve istemeye haklarının olduğuna inanır. Bu yüzden amaçlarına ulaşmak için, hiçbir ahlâkî değer ve yasa tanımadıkları gibi, yeri geldiğinde en yakın dostlarını bile feda etmekten çekinmezler.
Çıkarcılara insanlık, hizmet, merhamet, kamu yararı, paylaşma, işin ehli olmak, hak ve hukuk vız gelir. Bunlar iyilikleri bile, bir menfaat sağlamak için yapar.
Yazı şöyle devam ediyor “Günlük hayatta bu tiplere her kademede rastlanır. Yalnız zenginleştikçe ve üst basamaklara tırmandıkça, menfaatçiliğin kalitesi biraz daha artmaktadır.”
Rasim Özdenören bir yazısında “Her sistem kendi ahlakını üretir.” Der. Çok yerinde bir tespit. Burada asıl sorgulanması gereken “din bezirganlığı yapıp, dinin bütün alanlarını menfaate dönüştürerek ahlaksızlıktan geçinen “Oksimoron” kavramını kendine meslek edinen üstadı azamlar olsa gerek. Ne yazılırsa yazılsın, “ahlak”’ın kaynağı sorgulanmadıkça sonuçta böyle ne yaptığının farkında olmayan insanlar oluşur. Alimi “Oksimoron”dan besleniyorsa sıradan insana söz söylemek ya da ahlak öğretmeye kalkışmak kargaları bile güldürür.
Maksadımın ne olduğunu anlatmak için Sayın Aydın Hız’ın sitemizde yayımlanan yazısını okumanızı öneririm.
Aydın Hız büyük ihtimal üyesi bulunduğu “Dini temayülleri önemseyen bir sendika” diye tanımladığı sendikanın yaptıklarından şok geçirmiş ki bu yazıyı kaleme almış. Yazı özet olarak bir kooperatifin yaptığı konutların kura çekiminde yaşanan olaylar. “bodrum üyelere, son kat başkanlara” mantığı üzerine…
Necip Fazıl Kısakürek’in “İğreniyorum” adındaki yazısına bir göz atın. Siz de iğreneceksiniz bazı şeylerden. Ben şahsen iğreniyorum. Benim iğrenmem bir şeyi değiştirmese de iğrenmeye devam edeceğim.
Bu kadar ölçü tanımamazlığı ve ne idüğü belirsiz ahlaksızlıkları izah etmek mümkün değil şimdilik. Zamanla bir çok şeylerin ayağa dolaşmasını da, bizim “Oksimoron” kafalılar bir “kadere” ya da “alın yazısına” bağlasalar da günün birinde yaptıkları ile yüzleşeceklerine kesin inanıyorum. Şimdilik işler yoluna gitmiş gözüküyor olsa da, dün olduğu gibi pek yakında ateşlerini sürdürmeye bir kasa limon bile yetmeyeceğinden eminim. Cehennemde zaten böyle bir yüzleşme yeridir.
Okuduğum kitaplarda şeytanın en önemli özelliğinin kibir ve gurur olduğunu öğrendim. Çevremizde en çok kibir ve gurur düşkünü olanlar dikkat edilirse büyük çoğunluğu bir şekilde dinden besleniyor. Cennetin anahtarı Allah tarafından sanki onlara verilmiş. Sanki kendilerine verilen unvanlar onlara Allah tarafından bağışlanmış. Yemekte en baş köşede otururlarken, üretime yönelik bir işte hiç bulunmazlar. Paylaşırlarken hep kendilerine alırlar ve yakınlarını göl gibi zengin ederler. En kötüsü ise bu yaptıkları usulsüzlükleri ‘Kur’an’a ya da Sünnet’e dayandırırlar. İşlerine geldiği gibi “Din”in bütün kavramlarını kendileri için, kendi çıkarları için “fetva” damgası ile damgalarlar.
Hayatım boyu bir zarar gördüysem ben bu “Oksimoron” kafalılardan gördüm. Bu bazen bir cemaat olarak karşıma çıktı, bazen de sistemin nimetlerinden yararlanıp kafaları çelişkilerle dolu sözde dindar büyük adamım sanan “Oksimoron” kafalılardan zarara uğradım.
Yılanın sevmediği ot, deliğinde bitermiş. Günü kurtarma derdiyle başkalarına yanlış bilgi verenler, günü ve zamanı gelince yalan beyanda bulunduklarınız tarafından gerçeğin ta kendi, her yer ve mekanda herkese ulaştıracaktır.
Bütün tecrübelerimle şunu söyleyebilirim. Hiç bir iyilik ya da güzellik bana kötülerden ya da niyeti samimi olmayanlardan ulaşmadı. “Oksimoron” kafalıların bugüne kadar bana hiçbir artı hayrı dokunmadı. Olsa da ya hayrını görmedim ya da uzun sürmedi.
Her şeyi yerine getiriyorsunuz, istenenleri fazlası ile götürüyorsunuz sonuç yok.
Dana kesiyorsunuz, pirzola yediriyorsunuz sonuç yok.
Yıkıma- yağlama yapıyorsunuz sonuç yok.
Belki hakkınızda düşüncelerim değişir diyorsunuz, “Ne olur bunu da siz yapmış olun” diyorsunuz. Ne yaparsanız yapın sonuç yok.
Ben de diyorum ki “BENİM İŞLERİM RAST GİDİYOR!”
Bu “İstidraç” değil işte.
Size Allah bedel ödettirmek istemiyor. Bundan daha büyük bir nimette olmaz sanırım.
Ben de hayatım boyu bunun keyfini yaşadım. Şimdi de aynen öyle.
2000 yılında yazmıştım, yine yazıyorum. “Biz kahvemizi içer, tiyatromuzu izleriz.” Dün olduğu gibi asıl düşünmesi gerekenler “hiçbir özelliği olmadığı halde sahneye çıkıp yalandan oyunculuk yapanlar” olmalıdır.
Loş ışıklar bir an için sizi sarhoş etse de, sahne dışına çıktığınızda gerçeklerle yüzleşmenin acısı bir kasa limonla da ortadan giderilemez.
Dün olduğu gibi bugün de benim gibiler yerimizden son derece memnunuz. İşimiz sadece izlemek. Asıl zor olan ise izlenilmektir…
Bekir AKKAYA/ 12 Şubat 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.