- 685 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Burnumuzdaki Üstün Yaratılış
Koku olarak tanımladığımız şey aslında nesnelerden buharlaşan kimyasal taneciler, yani molekülledir. Sıcak hava, koku moleküllerinin havada serbest halde dolaşarak geniş alanlara yayılmasını sağlar. Buharlaşma ne kadar yoğun olursa koku da o denli belirgin olur.
Bu noktada insan yaşamı için düzenlenmiş bazı hassas noktalar olduğuna dikkat çekmek gerekir. Şuan içinde bulunduğunuz oda, demir, cam, taş gibi kokmayan maddelerden oluşur. Çünkü bu maddeler oda sıcaklığında buharlaşmazlar. Aksi halde odamızdaki her şeyin sürekli koku yaydığını düşünelim; hayat ne kadar zor olurdu.
İlginç olan diğer durum ise suyun düşük ısılarda buharlaşma özelliğine rağmen kokusuz olmasıdır. Sudaki bu özel yaratılış da çok dikkat çekicidir.
Havadaki nem, var olan kokuların etkisini güçlendirir. Mesela yağmurdan sonra buharlaşan su molekülleri, çiçeklerin kokulu taneciklerini havaya kaldırır ve her yer mis gibi kokar.
Burun
Burnumuzun yalnızca % 5’lik küçük bir bölümünde gerçekleşir koku alma işlemi. Burnumuzun solunumla alakalı iki önemli görevi vardır. İlki, nefes aldığımızda havanın ısıtılması ve nemlendirilmesidir. Burnun içi mukus tabakası ile kaplıdır ve bu tabaka, su buharı salgılayarak giren havayı nemlendirir. Mukusun hemen altında bulunan çok sayıdaki kılcal damar da, geçiş sırasında havanın ısınmasını sağlar. Bir nevi klima görevi gören mukus ve kılcal damarların bu işlemi sonucunda hava, akciğerler için en uygun hale gelir.
Burnun ikinci önemli görevi ise, soluduğumuz havanın içinde bulunan toz zerreciklerini tutarak akciğere gidip hastalıklara sebep olmasını engellemektir. Bu sistem şu şekilde işler: Havadaki zararlı tanecikler mukus tarafından yakalanır ve silya isimli tüycükler sayesinde yutağa itilir. Daha sonra öksürerek dışarı atılır ya da yutularak mide asiti ile parçalanır.
İki göz arasının hemen altında, burun boşluğunun üst kısmında koku algılayıcı bölüm bulunur. Soluk aldıktan sonra havadaki koku molekülleri, burnumuzun içindeki özel kemikler sayesinde bu üst bölüme yönlendirilir. Bu bölüm yapışkan olan mukus salgısıyla sarılıdır. Mukus, 0,06 mm kalınlığındadır. Eğer mukus tabakası daha kalın olsaydı koku alma kapasitemiz oldukça düşerdi. Nezle olduğumuz zaman koku duyarlılığımızdaki eksilmenin sebebi, mukus salgısındaki artıştandır. Tam tersi olarak mukus tabakası 0,06 mm’den daha ince olsaydı, o zaman da vücudun savunma sistemi zayıflayacak ve koku tüycükleri kolayca tahrip olacaktı.
Benimizde bulunan yüz milyar hücre hayatımız boyunca hiç yenilenmezken, burnumuzda bulunan milyonlarca koku hücresi sadece 45 gün yaşar. Bu sürenin sonunda ölen hücrelerin yerini yenileri alır.
90’lı yıllarda yapılan araştırmalarda burnumuzda yaklaşık 1000 tane koku reseptörü olduğu ortaya çıkmıştır. Bu 1000 reseptörle, 10.000’den fazla kokuyu algılayabilmekteyiz.
Burunda bulunan adaptasyon mekanizması sayesinde, kokulu ortamlara girdikten bir süre sonra ortamın kokusuna adapte olabiliriz. Aksi halde kötü kokan bir ortamda sürekli o kokuyu hissetmek oldukça zor olurdu…
Koku alma duyusu ve hafıza arasında ciddi bir ilişki ardır. Bütün kokular, beynimizdeki koku belleğinde arşivlenir. Bu nedenle kokular, geçmişte yaşadıklarımızı aklımıza getirebilir.
Her insanın vücut kokusu tıpkı parmak izi gibi tamamen kendisine aittir. Sadece tek yumurta ikizleri istisnadır. Özel eğitimli köpeklerin, kaybolan kişiyi kokusunu takip ederek bulmaya çalışması bu nedenledir. Koku hafızası ve ten kokusunun herkeste farklı olduğuna verilebilecek en güzel örnek Kuran’da şu ayette geçmektedir:
Bu gömleğimle gidin de, babamın yüzüne sürün. Gözü (yine) görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin."
Kafile (Mısır’dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf’un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum." (Yusuf Suresi, 93–94)
Bu karmaşık sistemlerin hiçbiri kendiliğinden oluşamaz. Bütün bu muhteşem sistemler, Allah’ın üstün yaratışının delilleridir. Her şeyi yerdeki, gökteki ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah yaratmıştır.