- 554 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sokak Aralarına Gizlenmiş Bir Aşk Kaldı İçimde…
Bir kez bulduk, onlarca kez kaybettik…
Bir ben seni, saklayayım koltuk altlarımda...
Bu bir şarkı sözü değil, bu bir istek cümlesi...
Bana sevdiğini söyle belki sevinçten ölürüm...
Belki de sonsuza saklarım bu cümleyi...
Bana sen sevgisin de, benim için ölme de ki hayat kozalak gibi kalmasın avuçlarımda...
Hadi bir kez olsun sevdiğini haykır bozkıra ki havalansın bütün kuşlar...
Bir ben seni saklayayım koltuk altlarımda...
Bir bana gülümse ki güller kurumasın dalında...
Hasreti anlatma bana, bir de hazandan bahsetme, yüreğimdeki hüzünler hep avuç içlerimde...
Göç kuşlarının kanat çırpışları geldi aklıma...
Su kenarlarında güm sesiyle ağızlarından kan akan göçmenler geldi aklıma...
Ve acılarla diz çökenleri düşündüm dizüstü yaraları ile...
Ve göçmen bir aşkı düşündüm kol kanat kırıklarıyla
Ve iç acılarını düşündüm ki kalem düştü elimden...
Bir mahkumiyet bu uzayıp giden ömür sonuna,
Bir yaşam değeridir bu, ardına bakılamayan, bir yudum sudur bu, kurumuş boğazdan geçen, bir tutunaktır bir cümle ömre uzayan...
Kıran girmesin güllere bak bahar,
bak yaz,
bak sevme zamanları,
bak gülme zamanları,
zavallılık bitti artık,
bak güçlülük zamanları... Dedim kendi kendime…
Hatıralar kalır bir yerlerde ucu kıvrık mektuplarla, sadece bakınırsın ki geride kalanlara için büzülerek…
Sokak aralarına gizlenmiş bir aşk kaldı içimde… Şarkısı bende gizli…
Bir yağmur sonrası beden bu, ıslak ve de hüzünlü…
Her taraf yasemin kokusuna bulanmış bir eski şarkı söyleniyor yollarda… Eski aşklar, eski gözler sokakların kesme taşlarına yapışmış bir beden salınımlarla, ıslık çalarak dolanıyor…
Bezmişliğin yokluğuna düşmek istercesine gözlerini siyahlara bürünmüş cam kuytularında arayışta…
Eskiden kalmış bebek sesleri uzanıyor yollara… Hazan derler adına diyor ince bir iç sızı…
Bir çürümeye yol gider diyorum, unutuyorum yeşillikleri, kuzu seslerini, saklımdasın diyorum için için, bir varmış bir yokmuş sesine takılıyor masalımsı düşlerim, hasreti koltuk altıma sıkıştırıyorum, bükülmüş bir bedenin yükleri arasında seni arıyorum, haberin yok…
Saklısın, diyorum kesik nefeslerimin arasından…
Umudun kol gezdiği bir arayış bu, bilinmez kapılar ardında kalan, belki de isteklerin örtüldüğü sen varlığı gizlim… Kalan…
Bu ne özlemdir, sabahları tan şafağını görür görmez yanmak sanki, tarifsiz birçift göz hasretine…
Bu ne özlem buğulanmış bir cam ardından gözlerini kırpmadığın bir gece sonu tanşafağında, o buğulu gözleri hasretine gömmek için için…
Biz düşlerimizi kendimiz seçmedik, düş olsun diye zorladık kendimizi, bir senli, bir benli bakışa, umutlarımızı tuza bandık, yine kavruldu içimiz, yine boşa düştü gövdemiz, yine gölgeye, yine çamura düşüp bulandı bedenimiz, adına düş dedik, boşu boşuna...
Tırnaklarımız geçti bağrımızın derisine, biz böyle miydik, böyle mi kalacaktık diye hayıflanırken, adına düş dedik boşu boşuna...
Tüm düşlerimi, sana anlatamadığım tüm hislerimi, karanlıklardan çıkmak için, tüm uğraşlarımı dökerim bir kareli defterin sayfalarına…
Uzun bir zamanın kelimelerle sıralanışları bunlar, içinde en az sevinçler olan, diz boyu acıları sıralıyorum sana…
Kuşların cıvıltısında acılarını arar oldum, kendi acılarımı sıralayarak bir toprak küp içinde…
Donduruyorum tümünü, her şeyi, her anı, her düş, sana dertleşmek gibi geliyor bana…
Nerelerde saklı değilsin, ki nerelerde sen içimi tuzla kavuruyorsun, neredesin sen, elmalı şekerlerle pamuk helvasını elinde tutan, göz kirpikleri oynayan sen, her yaprak kıpırtısı sen, kirpiğinin oynayışı sen
sanki nedense her şeye benziyorsun…
Her sözün tarih sayfası açıyor beynimde…
Hele “bana bir şey olursa üzülür müsün” demen, mıhlanıyor beynime…
Hayatın hep dar zamanlarını hediye eden sen, geniş zamanlarını vaat eden sen, hangi baharın solmayan çiçeği oldun ki hâlâ hasretini avuçlatıyorsun bana…
Oysa
“Yalnız senin baharında senin gülün olmaktı arzum, kökleri sağlam, yaprakları narin, kokusu ruhumun okşayan” derdin
Dar geçitler bunlar, iç döküntülerimin harmanı gibi sanki savrulduğum bir ben, ne kadar unutulmuşluğun varsa sıralanıyor özlemde tekrar tekrar sıralanıyor göz diplerime…
Ben bu hayatın mavisini hep seninle kızıla boyadım, nerde dursam önümde kızıl bir uçurum oluşuyor…
Sevmenin ezikliğidir hep içimi dağlayan…
Sileceksen bir kalemde silmen gerekirdi, her gecenin sabahına can acıları ile uyanmalarımın sebebi olma,
sök, at bütün gülleri toprağından, acımadan acındırmadan…
Her sabahın tan kızıllıklarındaki acılar niye? Boş vermişliğin arka penceresi olsaydın her şafak kızıllığını atıp mavilere sarılacaktı…
Oysa köprüler uçmuş, enkazların arasında bocalayan, bir ben bakışlarının karartısı vuruyor içime…
Ne zaman döküldü bu kader sayfalara, sevmenin sınırının başladığı an bu, her şeye eyvallah demek…
Bir rıza eğilişi bu beklenen hasrete, umutlara dalış bu, zamanın yittiği yer, belki de boşluk bu, ne zaman derken bakışlardaki hasreti görmek belki kayboluş bu bir girdapta…
Sonsuzluğun yokluğu belki de bu bakışların zinciriydi bir yalnızlık çerçevesindeki…
Gitme kal gözlerim gözlerinde erimek istiyor demekti belki de bu…
Bir bayram sabahı olsun senden gelecek haber, yüreğim sere serpe düşsün güneşin gölgesine…
Bir kez bulduk, onlarca kez kaybettik,
her kaybediş bir özleme, bir vuslata attı bizi…
Her vuslat ıssızlaştırarak tam da merkezinde barındık acının…
Tam da merkezinde kaldık ıssızlığın,
dinginlik bekleyişleri vurdu geçti bedenimize,
acımasızlıkla…
Yoksunluklarımda bir beni düşündüm,
yoksunluklarında bir seni düşündüm,
beni boş vermişliklerindeki zamanlarımdaki perişanlıklarımı düşündüm,
bir de beni boşvermişliklerindeki pervasızlığını düşündüm…
Bu ne derbederlik zamanlardı,
bu ne sıkıntı zamanlarımdı, ki
şimdi sadece şaşkınlıklarım düşüyor kalem uçlarımdan…
Pervasız yaşamının mührünü ben çaresize vurulduğu zamanları düşündüm…
Bu ne yetiksizliğimdi hayata,
bu ne girdap dolanmalarıydı,
şimdi tek cümleye bağlanan umutlarım, “beni anladığında çok üzüleceksin” derken, ayrı bir çaresiz yaşamın kesitlerindeyim…
Her zaman, her an, şimdilerde “ bir gün beni anlayacaksın” cümlesinin isteğine yapışıyor…
Evet “bir gün beni anlayacaksın” ve “bir gün anlayacaklar bizi” ki artık son sözlerdi belki de bu cümlelerdeki istekleri anlatmak için söylenemeyenler…
Dar zamanlarımda bırakıp beni giden sen ve dar zamanları bana hediye eden sen… “Artık Susma…”
Bu sevginin başını yazan bizdik, sonunu da yazacak bizdik, ama sen caydın sözünden…
Bu sevda nankörleri sevmezdi oysa ve sen de bir gün sevgisiz kalacaksın, “en çok seni sevdim” demene rağmen...
Belki de beklenen hayattın yarınlarıyla sensiz gelecek yaşam…
Mustafa Yılmaz