- 555 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sinsi Gülüşlerin Ardında Pervasız Kalamadık…
Sinsi Gülüşlerin Ardında Pervasız Kalamadık…
Ne kadar çok bırakılıp gidildik…
Ne kadar çok bırakıldık…
Ne kadar çok, üzülüp ağladık boşu boşuna…
Zaman, süpürdüklerini hep örttü üstüne ağlamalarımızın…
Ne kadar çok zamanda boğulduk…
Gözyaşı oluruz zift kokulu çıkmazlarda…
Bir köşe kapmaca bu hayat…
Bir noktada tutunma çabası…
Varlığımızı hiçliğe atanlara karşı tutunma savaşı…
Değerlerin değerlere yapıştığı anlarda hep çemberin dışına itildik… Sesimizin çıktığı anlarda ise, hep bir paket acı demeti ile susturulduk…
Artık susma dediğimiz andı bu susturulduğumuz…
Sinsi gülüşlerin ardında pervasız kalamadık ve beklentiler ile şaşkına dönüp, umarsızlık savaşı verdik…
Kaybolduk sinsi gülüşleri içinde bunalarak…
Her bunalış bir eksik yanımızı attı ortaya ve avazımız çıktığı kadar “hak etmedim” diyerek boşluğa düştük… Arayışlarda kaybolduk, eğri ile doğru arasından yamularak diz çöktük…
Avuçlarımız kan alacasında oldu artık dediğimizde de, katar katar vagon yükleri acılarla üstümüze devrildi…
Bütün limanlar lodos rüzgârında alabora oldu, sığınaklarımız çökertildi…
Avuç içi kadar bir yaşam çemberinde döndük durduk…
Ağladıklarımızı kendimize saklayamadık…
Yeni yeni ağlamalarla çıldırasıya gülmeye başladık…
En yakınımızdan en ağır gülle kucağımıza düştü…
Sevmenin nankör oklarıydı sırtımızdan vurulduğumuz…
Ve beklemekle koşma arasındaki dengemiz şaştı, devrildik, devrildikçe teselli edildik, “ben en çok seni sevdim yar” diyenin sinsi gülüşleri ile bir kez daha devrildik…
Hayat hep ‘alev topları’ hediye etti bana ve ben hep yangın sonrası küllere bastım…
Ama asıl sevgi vardı bir yerlerde benim için üzülen, asil gözler vardı gözyaşlarını tutamayan…
İşte O gözyaşları ile bir kez daha boğuldum…
Sevmeler en çok gidenlerin arkasından daha da çok acındırarak, acılandırarak, ağlatarak, ağlayarak ortaya çıkarmış…
En çok ağlayan mı, en çok üzülen miydi asıl sevgi?
Hep aynı köprüydü aslında bir yerinden yorulup düştüğümüz…
Şimdi mavilerden vazgeçip, siyah elbiseler duruyor bedenimizde, belki biraz korunuyoruz tekrar gülümsemeden…
Hayat en çok gülümsemelerimizi elimizden alarak, sürgünlüyor acılı gecelere bizi…
Mezar aslında gurbet olur…
En çok güldüğümüz zamanlarda ağlamayı durdurmuşuz biz…
Biz eski yağmurlara karşı daha pervasızca kabadayıydık…
Daha umursamaz açardık göğsümüzü, yağmura koşarken, sevdiğimiz vardı yanımızda oysa,
şimdi siniyoruz yağmurlara…
Kalabalıklaştım artık yaşamımın karesinde…
Artık kendime ait hiçbir şeyim kalmadı… Dağıldı gizlendiğim sığınağım…
Başedilmez sıkıntılar verdiler hepsi bir olup, birlik olup…
Ama köprü altı su akışlarında yok oldular, akarsu gibi oldular hayatımdan…
Yazdıkça benliğimi, belki de yalnızlığa atıyorum kendimi, artık zor duruyorum ayakta ve de hayatta…
Şimdi geriye dönüp, yalnızlığımla baktığımda, vazgeçemediklerimin gölgesiyle ne kadar uğraşmışım…
Hem de anlamsızca…
Hayatı anlarla var sayıp, kendimi bir hiçe indirgememin de bedeli şimdi yeniden yaşatıyor kendimde…
Hayatın geri kalan kısmını elimde tutmaya zar zor belâ uğraşıyorum…
Biz ıslak yollarda yağmurları göğsümüzde parçalattırıp içimiz üşürcesine titrerken, haykırdık biz yangınlarda da, yağmurlarda haykırdık sevdik diye, inkârcılara, oyunbozanlara, bırakıp gidenlere, bir veda etmeyi çok görenlere ve de aşk için ölürüm diyenlere de haykırdık, sevmeyi öğrendik siz varken ve de yokken diyerek haykırdık…
Biz ateşlerle oynarken de sevdik...
Bir tek yorgun yüreğim yetemedi sana…
Işıltıları kesilmiş gözlerim yetemedi sana…
Biz ateşlerle oynarken bile sevdik…
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.