Sensizliğin ilk günü
O gece haberi aldığı saatten bu yana, heyecan bastı genç adamın bedenini ’acaba görebilir miyim?” diye düşündü. Nedense sonra içini bir hüzün kapladı “ya göremezsem?” diye düşündü. Islanmış bir köpek gibi silkindi üzerindeki rehaveti atmak için, yatağına girdi, hatıralarını da aldı yatağa. Üstlerini örttü üşümesinler diye ama ne yaparsa yapsın onu görmenin heyecanı sarmıştı bir kere uyuyamadı döndü yatakta. Kalktı bir film yerleştirdi emektar bilgisayarına. Her sahnesinde heyecanla yanındakine bir şeyler anlatmak istercesine kafasını kaldırdı ama kimse yoktu, işte bu ilk içinin burkulduğunu hissettiği andı. Bir hüzün çöreklendi kirpiklerine, ısırdı dudaklarını, sustu. Hatırlamadığı süre kadar duvarı seyretti, sanki gölgeler geçmişte kalmış, beraber geçirdikleri anları tekrar canlandırıyorlardı. Bu uzun filmi seyrederken gözkapaklarına yenik düştü ve hülyalı bir uykuya daldı. Ama sürekli uyanıyor saatin çalmayacağından korkuyor, gözlerini açıp saate bakıyordu. Erken olduğunu öğrendiğinde; tekrar yeniliyor uykuya, ama saatlere vursanız dört saat uyumuş ya da uyumamıştı.
Kalktı yerinden kahvaltı hazırladı kendine bu sabah sevinçliydi ve iyi bir kahvaltıyı hak etmişti. İki yumurta kırdı boş bir kaseye üzerine biraz süt ekledi. Genç adam yemek yapmaktan anlıyordu, güzel bir omlet yaptı kendine. Çay doldurdu ve kahve fincanı elinde, buharı havaya karışırken baktı fincana uzun uzun… Hızla hazırlandı güzelce uzun bir duş alıp çıktı, kendine bir çay daha doldurdu, pencerenin önündeki Camel paketinden bir sigara çıkardı. Üç adet sigarası kalmıştı ama aldırış etmedi, cebinde yeni bir paket vardı. Bu sıra ne kadar çok sigara içtiğini anımsadı, omuzlarını banane der gibi bir çocuk edasıyla kaldırdı ve sigara dumanı ile birlikte hızla indirdi. Hep aynı şeyi yapardı;çayı ve sigarasını aynı anda bitirirdi ve yine öyle yaptı.Bulaşıklara ve boş şişelere baktı “akşam temizlerim” diye geçirdi aklından.
Karşı komşunun kapısının kapanma sesi ile irkildi, yetişmeliydi ona yoksa asansör beklerdi. Peteklerin üzerine astığı spor ayakkabılarını aldı, ayağına geçirdi asansörde bağlarım diye geçirdi aklından. Acele ile kapıyı sertçe çarptı ve hemen pişman oldu pazar günü insanları rahatsız ettim diye, tam asansörün kapısı kapanıyordu ’pardon ’diye seslendi asansördeki diğer adam kapıyı durdurdu ve binmesini bekledi.’günaydın birinci kat mı?’ diye sordu. Genç adam belli belirsiz; “evet” dedi çünkü her zaman yaptığı gibi asansörde ki aynada üstünü düzeltiyordu, içinden lanet olsun diye bir küfür savurdu saçlarını taramayı unutmuştu, Allah’tan çantasında şapkası vardı onu taktı komşusu çok konuşkan ve cana yakın biri değildi zaten yeni taşınmışlardı ama bir gün sevgilisine yemek hazırlarken pilava koymak için et suyu almıştı onlardan. En sevimli yüzünü takındı ve iyi günler diyerek hızla çıktı asansörden, hızla yürümeye başladı yağmur yağıyordu hafiften ama umursamadı tam güvenlik kapısına geliyordu ki eski komşusu ile karşılaştılar. Az önce asansördeki adamın oturduğu dairede oturuyordu eskiden, bu adamla daha yakındı alışverişleri çok olmuştu.
Hatta evde bir kaç servis tabağı vardı hala. Havadan sudan konuştular sonra adam; “sigarayı azalttım paket almıyorum iki üç sigara verir misin ?” diye mırıldandı. Genç adam yeni paketi açmıştı zaten çıkardı, 2 sigara uzattı adama “sonra görüşürüz” diyerek vedalaştı. Güvenliğe doğru yaklaşırken o genç güzel güvenlik memuresine yakalanmamaya çalıştı. Adamın karakalem resim yaptığını öğrenmiş ondan rica da bulunmuştu ama uzun süredir elini sürememişti, içinden gelmiyordu. Neyse ki yakalanmadı. Dolmuşu beklerken bir sigara daha yaktı bir ara yanından geçen kadını süzdü “bir yerden hatırlıyorum” diye düşündü.
Sigarası bitmişti ama dolmuş gelmemişti hala içinden; “geç kalacağım” diye düşünürken dolmuşun gürültüsü duyuldu, minibüs kısmen boştu ve onu mutlu eden her zaman oturmayı sevdiği yer de boştu; en arka sıranın bir önündeki koltuk. Kitap okurdu, dizlerini karşı koltuğa dayardı, ayakları uzun olduğundan diğer yerlerde rahat edemezdi. Osman Aysu’nun “Korku Evi” adlı romanını çıkardı, kapağına baktı biraz yıpranmıştı. Bu kitabı sevmişti; onu kız kardeşi gibi sevdiği bir kız hediye etmişti aslında, öğrencisi gibiydi. O kitabı okumaya başladı, bir yandan durakları süzüyordu ineceği durağa az kalmıştı ama o kitaba gömülmüştü, asla yarım sayfa bırakmayı sevmezdi. Ama bu kez bırakmak zorundaydı arabadan indi.
Yakınındaki gür bıyıklı 35 yaşlarında bir adama nikah salonunu sordu. Adam, ona alt geçitten karşıya geçmesini söyledi. Bir an dudaklarını büzdü bilmiyorum dercesine, çünkü sevmiyordu burayı her daim bağıranlar, kalabalık ve etrafında sürekli satış simsarları çevrelerdi; çaresiz girdi ter içinde kaldı, yavaş ilerliyordu kalabalık. Karşıya geçti ama geç kalmıştı bu arada sevdiği dostuna mesaj attı, neden aramadığını sorun mu olup olmadığını soran kısa bir mesaj ama cevap gelmedi uzun süre lanet okudu kendi kendine. Adresi bir kere daha sordu bu kez yaşlıca bir adam dolmuşa binmesi gerektiğini söyledi Yunus Emre’de ineceğini de bir anne edası ile tekrar tekrar tembihledi. Genç adam en kibar edasıyla teşekkür etti ve yola koyuldu.
Geç kalmıştı ama daha başlamamıştır diye düşündü, nikah hemen saatinde başlamazdı değil mi? Minibüsten indi, iner inmez dehşete kapıldı ve küfür etti tam sırası diye çünkü aynı gün bir partinin 4. olağan genel kurul toplantısı ve mahşeri andıran bir kalabalık vardı. Nasıl bulacaktı şimdi onu? Kaldırımın sonuna doğru yürüdü ve sessizce kalabalığı kaçamak bakışlarla süzmeye başladı. Kaldırım sonuna geldiğinde, salonun 2 girişini de görebileceği bir yerde bir sigara yaktı. Tam bu sırada arkasındaki orta yaşta bir kadının bağırtısı ile irkildi acaba ona mı bağırmıştı? Bir suçu yoktu ki, sonra meseleyi algıladı kalabalık yüzünden apartmanın girişine bile araba park etmiş kadın, çıkamayınca sinirden deliye dönmüştü. Biraz seyrettikten sonra herkes o yöne doğru bakmaya başladığından tedirgin oldu ve onu görmelerinden korkarak yerini değiştirmeye karar verdi. Çünkü onu görmek istiyordu ama onun haberi yoktu ayrılalı tam 3 hafta olmuştu. Protokol girişine doğru ilerledi anladığı kadarıyla orası kilitliydi ve kimse görmezdi. Cesaret edemedi salona girmeye, görünmekten korkuyordu çok uzun süre bekledi tam bu sırada salonun hemen altında salon girişine çıkan bölümü gören bir cafe olduğunu fark etti. Sigarasından son bir nefes daha çekti, cesaretini topladı, tedirgin adımlarla kapıdan girdi. Giriş boştu sevindi, asansöre bindi arkasından iki adamda bindi sonra asansöre bindiğine pişman oldu çünkü asansör sadece nikah salonuna çıkıyordu. Ama çok geçti artık binmişti bir kere asansör durdu, sırtındaki soğuk terlerin ensesinden kuyruk sokumuna doğru aktığını hissetti. Kapı açıldı ama korktuğu olmadı salona giriş için önce bir balkona çıkmaları gerekiyordu, hemen merdivenlerden aşağı sıvıştı ve cafeye girdi soluk soluğa kaldığını hissetti.
Kapıyı gören bir masaya oturdu. Kendini gizlemiyordu çünkü düşük bir ihtimal cafeye girerse görebilirdi fakat kapıdan bakınca göremezdi. Kitabını çıkardı okumaya başladı ama her satırı 2 kere okuyordu çünkü her ayak sesinde gözü merdivenlerdeydi ve her inenin ardından umudu kırılıyordu. Gözlerindeki ışık yavaş yavaş sönmeye başladı çünkü inişler yaklaşık 10 dakikadır kesilmişti. Tam kalkıyordu ona benzettiği biri bir erkeğin elinden tutmuş sevgili oldukları çok belliydi. O zannetti, olmaması için dua etti. Yüzünü görmek için cafenin penceresinden aşağı doğru baktı daha çıkmamıştı ve gördüğü kız o değildi. İçine bir rahatlama geldi ve kalktı yukarı çıkmaya karar verdi, parayı ödedi. Bu sırada kongre salonundan gelen tezahüratlara kulak kabarttı ama umurunda da değildi. Aslında siyasete meraklıydı. Ama bütün benliği ile şuan onu görmek istiyordu, ona yaklaştığını hissettikçe daha bir hasretle açıldı gözleri, nihayet salona vardı; ama ikinci kez yüreğinin burkulduğunu hissetti o lanet şey bir daha çöreklenmişti kirpiklerine bu kez kovalamadı.
Salon bomboştu....
Kimse kalmamıştı. Kızdı kendi kendine lanet olsun başka bir çıkış mı vardı acaba ya da geç kaldım diye bir sürü senaryo geçirdi beyninden ama sonuç olarak yoktu işte yoktu!
Çantasını sırtladı sessizce merdivenleri sayarcasına sanki tek ayağı ağırlığını taşımıyormuş gibi her basamakta düşecekmiş gibi basarak indi. Eve dönmek istemiyordu başka bir plan yapmalıydı. Sonuçta ya iş yerine ya da eve gidecekti. Sonra yağmur altında istasyona doğru yürümeye başladı bezgin, bıkmış bir hali vardı. Dolmuşla geldiği yolu yürümeye karar verdi acelesi yoktu artık. İstasyona geldi, bir jeton aldı ve turnikeden geçti. Tam çıkışta tanıdığı bir simaya rastladı. Bu kızı daha önce festivalde de görmüştü garip bir eda ile gülümsemişti ona. Kız da onu tanıdı ama utangaç bir tavırla yüzünü çevirdi. Genç adam umursamadı zaten tren beklerken her yer dar geliyor, bütün istasyonu boydan boya turluyordu. Volta atan bir mahkum gibi… Farkı da yoktu zaten yalnızlığa tutsak edilmiş bir mahkumdu o. Şehirlere arası bir tren durdu istasyonda. Baştan sona süzdü treni; yolcu vagonunda, yataklı vagonda ve yemek vagonunda bulunanlara imrenerek baktı. “Şimdi atlasam şu trene hiç bilmediğim bir durakta insem…” diye geçirdi beyninden ama gidemezdi. O burada yaşıyordu çünkü. Trene bindi; hınca hınç doluydu, kapının yanına kuruldu, hemen kitabını çıkardı. Kitabın en heyecanlı yerindeydi. Karşı koltukta pervasızca sevişen iki sevgiliyi gördü ve zaten kirpiklerine çöreklenen yılan oradaydı.
Bu kez tutamadı ve bir kaç damla yaş süzüldü bütün direnmelerine rağmen, kitabın sayfası ıslandı. Sayfanın kenarını kıvırdı ve kitabı kapattı 10 yıl olmuştu gözlerinden yaşlar dökülmeyeli. Dedesinin cenazesinde bile ağlamadığını anımsadı ve ürktü acaba bu iyiye işaret miydi? Yeniden mi? Yüreği yumuşuyordu ama korktu ister istemez. İneceği durağa gelinceye kadar bir kaç damla yaş daha döktü sessizce. İçinde bir şeyler parçalıyordu, cam kırıkları vardı sanki içinde, her nefes alışında batıyordu yüreğine.
Durağa geldi inerken yine o kızı gördü; evet yanılmamıştı aynı semtte oturuyorlardı ama yine umursamaz bir eda ile sessiz bir balina çığlığı gibi uzaklaştı ve minibüse bindi. İşyerine gitmeye karar vermişti; “belki biraz oyun oynarım geçer” diye düşündü.
Geçen gün bilgisayarı açık bırakmıştı oyun indirmek için. İş yerine geldi, çay koydu, bilgisayara yaklaştı ve yine bir küfür savurdu. Bilgisayar kapalıydı ya elektrikler kesilmişti ya da başkası kapatmıştı. Ve bir şeyler yazmaya karar verdi. Yazarken kafası dağılırdı biliyordu, zehrini her zaman kaleme akıtırdı, işe yarardı da. Tanju Okan’ın “Öyle Sarhoş Olsam Ki” şarkısını açtı, severdi bu şarkıyı o da severdi.
Bir yazı belgesi açtı ve başlığı yazdı:
’Sensizliğin ilk günü’
....SON......
(belki de başlangıç)
Ertan Korkuç
yirmialtıaralıkikibinon
YORUMLAR
eskiden kalma bir alışkanlık olsa gerek yazıların önce son parağrafını okurum.
sevgili cenker son paragrafı okurken en sevdiğim şarkıyı gördüm ve açtım
şarkıyı dinlerken büyük bir zevkle okudum değerli yazını...
beğendim demek yersiz ve yetersiz kalır. okurken yer yer kendimi buldum
duygusal akımlar , betimlemeler güzeldi cuk oturdu ...
özetine bakarsan yazının işte sevgilisinden ayrılmış bir genç onu görmek için
hazırlanmış bir kaç cümle ile geçiştirebileceğimiz bir günü böylesine güzel ve ayrınılı
anlatmak okuyucuyu sıkmadan olayın içinde yaşatmak ustalık gerektiren iş olsa gerek...
tebrik ediyorum devamını bekliyorum.
saygılarımla
Cenker
inşallah devamını yazarım