- 899 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kurban parası!...
Bana "Hayatta en sevdiğiniz kişi kim?" diye sorarsanız.
Hiç tereddüt etmeden vereceğim cevap:"Babam" derim.
Rahmetli babam Tatar İsmail Usta’nın bende ayrı bir yeri ve sevgisi vardı.
Diğer kardeşlerim Yusuf, Fatma, Songül, ablam Mediha, Satılmış ve Arslan ağabeylerimin babama karşı sevgilerinin ne kadar olduğunu bilemem; ama ben babamı çok seviyordum.
Çünkü babam benim gözümde "adam gibi adamdı".
Babam için bugüne kadar "Bu da benim babam", "Yetim Yusuf’un Torunu Işık Sımayıl’ın Balasıyım" "Otuz milyon lira" başlıklı üç makale yazmıştım. Bu makalemle de rahmetliye dördüncüsü oluyor.
Babama karşı bu aşırı sevgim ta çocukluk yıllarıma dayanıyordu.
Her akşam yorgun argın eve gelen babamı ben hep ayakta karşılardım. Yerde oturuyorsam kesinkes yerden kalkar, onun yere oturmasına kadar beklerdim.
Babam köşedeki minderdeki yerini aldığında, arkasına hemen bir yastık dayar, çoraplarını çıkarırdım. Bazen yün çorap giyerdi. Onu çıkarırken bayağı zorlanırdım. O zaman babam bana çorapların sıyırmasına yardım ederdi. Bir kaç kez yün çorabını ayağından çekerken sırt üstü yere yattığımı hatırlıyorum.
Babamın çoraplarını katlayıp bir kenara koyar koymaz hayatın (evimizin salonu) bir köşesinde duran leğeni, leğenin altına serdiğimiz naylondan muşambayı ve ibriği babamın önüne getirirdim.
Ben babamın abdest alması için hazırlık yaparken, babam da pazılarının üzerine kadar kollarını sıvardı. Ustalık yaptığı için yumruğundan büyük pazıları vardı. Bazen pazılarına elimle dokunur "baba bunlar ne?" diye sorardım.
Babam abdest alırken ibrikle su dökerdim. Benim döktüğüm sular ile abdestini alan babam, ayaklarına sıra gelene kadar bana bir şey demezdi. Tam ayaklarını yıkayacağı an elimden ibriği alırdı. "Baba ayaklarına da suyu dökeyim "desem de müsaade etmezdi. "Yok evladım. Ayaklarımı kendim yıkayacağım" derdi. Ayaklarına su döktürmezdi.
Niçin ayaklarına su döktürmezdi hiç anlamadım; babama da sormadım.
Babam ayaklarını yıkarken; ben hemen kapımızın arkasında asılı duran testimali (havlu) alır, babama uzatırdım. Babam testimalle elini yüzünü kurularken, ben de babamın önündeki leğeni, muşambayı ve ibriği kaldırırdım. Babam arkamdan "Allah senden razı olsun evladım" derdi. Bu sözlerden çok memnun olurdum.
Makatın (sedir) altındaki kıl keçi postundan namazlığını sermeyi abdestten sonra hiç unutmazdım. Babam siyah kıl keçili postunun üzerinde namaz kılarken ben de arkasından onu seyrederdim.Bazen arkasında durur, o ne yaparsa bende aynısını tekrarlardım.
Babamın kıldığı namaz bende büyük bir etki bırakmıştı. Aklım kemale erdiğinde ben de babam gibi namaz kılmaya başladım. Hiç bir zamanda babam bana "Oğlum namaz kıl" dememişti. O gün bugün elimden geldiği kadar babamdan gördüğüm gibi huşu içinde namazı kılmaya çalışıyorum.
Babam benim bu yaptığım abdest aldırma hizmetimden çok mutlu oluyordu. Ara sıra "Oğlum evlatlarımın içinde okursan sen okursun. Adam olursan sen olursun" diyordu. Bu da benim çocukluk ruhumu okşuyordu.
İşte babama beslediğim bu sevgi rahmetli olana kadar devam etti.
Hiç eksilmedi;.
Babama duyduğum bu sevgimi, öğretmenliğe başladığım yıldan itibaren de maddi olarak ta hissettirmeye başladım.
Babamın bütün ihtiyaçlarını elimden geldiği kadar karşıladım. Yedi yıl öğretmenlikten sonra Ankara’da Merkez Bankası’na geçtiğimde de devam etti.
Babamın isteklerini yerine getirdiğimde dünyanın en mutlu insanı oluyordu. Alaca’ya her gittiğimde evin ne ihtiyacı varsa Ankara’dan arabamla getiriyordum. Dönerken de cebine harçlığını koyar, hayır duasını alırdım.
Babamın her kurban parasını 1993 yılına kadar karşılamıştım. Babam da bundan çok memnun olmuştu. Babam kurbana annemle birlikte iki hisse, ben de eşimle birlikte iki hisse giriyordum. Kurbanın üç hissesini ben veriyordum, babam sadece anneme düşen hisseyi ödüyordu.
Her kurban bayramı gelmeden babama telefon açar parasını gönderirdim. Babam bir iki ay önce kurbanlığı alır, çok iyi bakardı. Ya da evden yetiştirdiği bir hayvanı kurban yapardı. Babam kurbandan anlayan bir kaç kişiyi ahıra getirir, hayvanın fiyatı ne eder diye sorar, benden de kurbanın dörde üçü parasını isterdi.
1994 yılında bir ev almıştım. Evin büyük bir kısmını borçlanmıştım. Birde ben de modaya uyup şimdiki 400.-YTL değerinde bir cep telefonu almıştım. 1994 yılının kurbanında babama "Baba ben bu kurban bayramında iki hisse kesemeyeceğim. Bir hisseye katılacağım. Ev aldığımdan borçluyum. Bu sene baba senin kurbanlık paranı da veremeyeceğim" dediğim de bana çok soğuk davranmıştı.
Ben babamı o bayram üzmüştüm. Farkındaydım. Aslında babamın kurbanlık parasını karşılayabilirdim. Ama babamın kurbanlık parası karşılığındaki parayla nefsime uyup, sarı renkli bir Alkatel cep telefonu almıştım. Cep telefonun nasıl kullanılmasını ve nasıl takılması konusunda da tam acemiydim. Alaca’daki arkadaşlara sırf hava atacaktım. Atmaz olaydım;.
Babam kurban hazırlığına bir gün önce başlardı. Evde ne kadar bıçak, nacak, balta varsa meydana çıkarırdı. Evimizin duvarına yaslanan el ile çevrilen büyük bir bile taşı vardı. Onun yanına giderdik. Babam annemden istediği bir tenekedeki suyu bile taşına döker, bana da bile taşının kolunu çevir derdi. Bile taşı küçük merdivene benzeyen ağaç üzerine monte edilmiş kolla çevrilen araba tekerinden biraz küçük özel taştan yapılı bir aletti. Halen bu bile taşı babamın hatırası olarak evimizin arkasındaki duvara yaslanmış olarak duruyor. Babam bu bile taşında ustalık yaptığı keser, ayak keseri v.b aletleri bilerdi.Bazı yıllar bu bile taşının kolunu çevirirken elim taş duvara değmiş yaralanmıştı. Babam da "Niye dikkat etmiyorsun?" diye kızmıştı.
Bayram namazından babam eve geldiğinde annem sofrayı hazırlamış olurdu. Bizleri de babam eve gelmeden "çocuklar babanız biraz sonra bayram namazından gelecek. Haydin kalkın" diye bizleri uyandırırdı..
Babam bayram sabahı camiden gelirken yanında birkaç komşuda getirirdi. Sabah kahvaltımız genelde su böreği ve çay olurdu. Arife günü annemin bin bir zahmetlerle yaptığı su böreğini midemize indirirdik.
Kurbanlık hayvanı ahırdan çıkarmadan önce babam anneme, bana ve eşime sıkı sıkı tembih ederdi. "Abdestlerinizi alın. İki rekât namaz kılın." derdi.
Annem, babam, eşim ve ben namazlarımızı kılar kılmaz doğru ahıra giderdik. Babam hayvanın yularından tutarak çıkarırdı. Bazen hayvan kesileceğini anlardı. Sağa sola kaçmaya çalışırdı. Babamın bize uzattığı ikinci bir yularla da hayvanın sağa sola kaçmasını önlerdik. Birkaç kere de hayvanları kaçırdık, zor yakaladık.
Arslan ağabeyim, Yusuf kardeşim ve ben kurbanlık hayvanın kesiminde babama yardım ederdik. Satılmış ağabeyim ise kurban kesimine hiç yanaşmazdı. Uzaktan seyrederdi. O sadece et kesildikten sonra kebap yemeyi severdi.
Bahçemiz çok genişti. Bahçemizin temiz bir yerine gelince. Babam elindeki iplerle hayvanın ayaklarını çapraz bağlar ipin ucunu birimize verir,kendisi de hayvanın başından tutar, "hep birlikte ipi çekin" derdi.
Biz ipi çekerken babamda hayvanın başını bükerdi. Hayvanı en sonunda yere yıkardık. Babam bana "Şükrü gel hayvanın kafasına çök" derdi. Ben elimdeki ipi Arslan ağabeyime verir, hayvanın başına çökerdim. Babam da hayvanın çapraz bağladığı iple ön iki ayağı ve sol alt ayağını üst üste getirip, iple sıkıca bağlardı. Sağ arka ayağını ise serbest bırakırdı. Yusuf kardeşimi de hayvanın kuyruğunu bacakları arasından dolandırarak kuyruğunu sıkı tutmasını söylerdi.
Hayvanın kafası kıbleye bakardı. Hemen belle hayvanın kafasının önüne kan aktığında biriksin diye çukur açardık.
Babam bir gün önce bile taşından bilediği keskin bıçakla kurbanın kafasını keser, kanın iyice akmasını beklerdi. En son olarak hayvanın can damarını keser ve yüzmeye başlardık.
İşte her yıl yaptığımız gibi babamın kurban parasını karşılamadığım 1994 yılındaki kurbanımızı yatırıp kesmiştik. Hayvan can çekişirken serbest kalan ayağını devamlı titretip duruyordu.
Hayvanı yüzmeye başladığımızda ben tuvalete gitmek istedim. Tuvalet yolu üzerinde bir su birikintisi vardı. Üzerinden atladım. Yeni aldığım Alkatel cep telefonu bu sıçramamda kılıfından çıkarak pat diye suya düştü.
Cep telefonu, suyun içinde sanki elektrik çarpmış gibi titriyordu. Elimle Alkatelin anten kısmından tutarak kuru toprağa koydum. Ama cep telefonun titremesi bir türlü bitmiyordu. Sanırım beş dakikaya yakın yerde cep telefonu bir hayvan gibi çırpındı durdu.
Birden gözümün önüne biraz önce kurban ettiğimiz hayvanın ayaklarının titreyerek can çekiştirdiği geldi.
Kendi kendime dedim ki "Gördün mü Şükrü, babanın kurban parasını vermedin. Onun yerine cep telefonu aldın. Allah’ta senin cep telefonunu kurban günü küçük bir suda boğdu. Cep telefonun aynı kurban gibi yerde depeleniyor."
En sonunda cep telefonumun titremesi durdu. Elime aldım. Tuşlarına bastım. Hiç çalışmıyordu. Arka kapağını çıkardım. Sim kartına bir şey olmamıştı. Fakat bataryası ve içindeki bazı aletleri nalları dikmişti. Bu telefonu bir daha kullanamadım kaldırdım attım. Gitmişti benim 400 YTL’lik kıcır kıcır paracıklarım. Bu para tam babama vereceğim kurban parasına denk geliyordu.
İşte Allah 1994 yılında beni imtihan etmişti. "Babamın kurban parasını cep telefonuna yatırırsan, cep telefonun da böyle pis suda gözünün önünde kurban olur" diye ilahi bir mesaj verilmişti bana.
O yıldan sonra babama böyle bir hata yapmadım. Kurban parasını veremeyecek durumda dahi olsam sağdan soldan borç para bulup karşıladım. Hatta bazı kereler hanıma rica ederek "Hanım bu sene sana kesmeyelim" der,babamın kurban parasını verirdim.
Keşke bu kurbanda aramızda olsaydı da; bir kez daha kurban parasını verip, onu mutlu edebilseydim.
Ama maalesef.
Giden gelmiyor.
Kırılan kalp tamir olmuyor.
Babalarınızın kıymetini sağ iken bilin.
Kurban kesecek parası yoksa evlat olarak onun kurban parasını karşılayın.
Bayramlarda kalbini kırmayın gönlünü alın.
Çünkü onlar yaşlanınca aynı çocuk gibi oluyorlar.
Benim gibi bir hata yapmayın.
Hepinizin Kurban bayramını en içten dileklerimle kutlar, sağlık ve sıhhatler dilerim.
Şükrü BİLGİLİ