- 2531 Okunma
- 32 Yorum
- 0 Beğeni
KESKİN GERÇEK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Birol için neydi Ankara’yı Kocaeli ve Antalya’dan cazip kılan? Antalya Varsak’da çift daire üzerine beş katlı bir bina yaptırmış, güzel bir dört yıl geçirmişti. Ama Ankara çekmişti kendilerini. Yaşanacak günler vardı.
Gerçeğin hayalden en bariz farkı
Uzağa atarsın, yakına düşer…
Öyle günler, öyle simalar var ki
Unutmak istersin, aklına düşer.
Bir sevgili, bir okul arkadaşı, bir askerlik arkadaşı, bir hapishane arkadaşı, bir hastane arkadaşı olabilir. Ya da bunlara benzer bir gönül dostu.
Bazen bir olay, bazen bir sokak, bazen bir obje, bıçak gibi saplanır maziden ciğerinize. Birtakım şeyler ahrete kadar içinizde vızıldar. Isıtır, üşütür, titretir, acıtır. Bu dört halde yaşıyordu Birol. Dolu dolu yaşıyordu duyguları bu acıların başkentinde.
Birol’un kaderinde 40 yaşında fabrika işçisi olmak, günde 12 saat ayakta çalışmak vardı. Güçlü ve olgundu. Fabrikaya severek isteyerek girmişti. Ama gürültü ayakta kalmaktan da zordu. Kaba kuvvet isteyen hamaliye işler de çoktu burada. Mecburiyeti kabullenmişliğin acı tebessümü vardı yüzünde.
Perde fabrikasının en fazla eleman çalıştıran dokuma bölümü ilginç bir yerdi. Bayanlarda erkekler gibi aynı zor işleri yapıyordu. Türbanlısı da kotlusu da vardı. Namazında niyazında olanı da vardı, aşk meşk peşinde olanı da. Kapalı kıyafetlere yırtmaç açıp, düğme söküp, daraltarak teşhire müsait hale gelen de. Dışarıdaki hayatın minyatürü vardı Nabyay’da. Zaten çoğu için içeri dışarı kavramı değişmişti. 12 saatlik ağır bir çalışmadan sonra eve gidince, hemen yatmak ve yarına dinç kalkmak gerekiyordu. Birerden iki saat de servis ve soyunma odalarında ziyan olmaktaydı.
Yaşına rağmen iyi iş çıkarıyordu Birol. Özveri ile çalışıyordu. Kendisinden 20 yaş küçük sorumlusu Üveyt ve şeflerini kendine laf söyletmek zorunda bırakmıyordu. Bayanlar ağır işlerden kaytarsa da kimse fazla umursamıyordu. Narindi onlar. Ama çok da zarif değildiler. Hatta hiç zarif değildiler.
Perdeyi makine dokuyordu ama operatör makinenin başında olmalıydı. Daha fazla büyümemesi için hata ve arızalara acil müdahale gerekirdi. Kalite takibi, zemin bezinin gergefleşmesi, iyne, mekik ve bobin arızalarının giderilmesi ve yenilenmesi gerekiyordu. Yüzün üzerinde irili ufaklı yapılması gerekli rutin işleri vardı her operatörlerin. Otuz metre uzunlukta, iki katlı makinenin temizliği bile çok çetindi. En az iki kişi ile bakılması gereken makinelere çoğu zaman tek bakılıyordu. Şartlar icabı birkaç makineye bile bakmak gerekebilirdi. İki kat yorulsan da yövmiyen aynı idi. Operatörlüğü sevmemişti Birol.
Gece 23.00 da evinin önünden servise biniyor,23.30 da Akyurt’taki işine varıyordu. Kıyafet değiştirip makinesini teslim alıyordu. Siren denilen o çalışma düdüğüne de sinir oluyordu. Hava taarruzu gibi, ölüm gibi geliyordu. Sabaha çalışıyor, sabah 08.30 da servise biniyor 09.00 da eve ulaşıyordu. Hemen yatıp uyuyor, akşam 20.00 ya da 21. 00 da uyanıyordu. Bir iki saat sonra Ogün kendini eve getiren servis ile işe gidiyordu. Haftalık izinlerde zorunlu mesailerle katledilirdi. Sendikaları yoktu. Sendikaya kaydolanlar da anında sendika fareleri tarafından işverene ispiyonlanırdı ve işten atılırlardı. Tam bir Çin işkencesi diye düşündü Birol. Asgari ücret komik olmaktan hiç çıkmayacaktı. İşçi sorunları hep ötelenecekti. Sendikalaşma hep engellenecek ve sendikalar arpalık olacaktı. İşverenler devleti işçi çıkarmakla tehdit edecekti. Devlet memura öz, işçisine üvey baba olacaktı. İşçi sınıfı zorlu mücadeleler yapmadan bu durum değişmeyecekti. Çünkü işçi hariç herkes memnundu bu sömürüden. İşverenler güçlüydü. İşçi aynı şeyleri yine, yine, yine, yüzlerce-binlerce defa yineleyecek zoraki çalışacaktı. Makro baskı varken mikro cızırdama umursanmazdı. Sendikalardan birine yönetim kademesinde girmeyi hesaplıyordu Birol. Bu uğurda araştırma yapıyor, destekçi topluyordu.
Şu an en mutlu olduğu yerdeydi beklide. Yemeğini yemiş ve yemek salonunun solundaki sigara içilebilen çayhaneye geçmişti. Fabrikada en çok bu bölümü severdi. Çayını yudumlarken ameleleri inceliyordu. Amelenin emekçi demek olduğunu biliyordu. Pek çoğu gibi küçümsemek için değil, hakkını teslim etmek için kullanırdı bu kelimeyi.
Ön masadaki hareketlilik hayale dalmış olan Birol’un dikkatini çekti.
Yüz hatları gerildi. İçinde fırtına başlamıştı sanki. Kıskandığını hissetti. “kızım değil, bacım değil, karım değil çok şükür.” Dedi. Çok ciddi kuralları olan bir fabrika olmasına rağmen insanlar isteyince aşırılıklar ve taşkınlıklar, kendini bilmezlikler yapabiliyorlardı. “bana ne, herkes kendi namus bekçisi olmalı” dedi içinden. İkiyüzlüler, yalancılar, hayâsızlar, başka amaçlarla işe girenler bile vardı. Manita bulmak, çevre edinmek, mal pazarlamak, hatta kiliseye adam götürmek isteyen bile çıkıyordu. Eş olarak çalışanda vardı Nabyay, Aslında bayanların çalışmasına uygun bir ortamdı. Masum olmayan şeylerde vardı her iş yerinde olduğu gibi. Üç ayda dönen her fırıldağı öğrenmişti Birol. Her şeyi araştırıp her bölüme girip çıkmıştı. Araştırır, sabreder, kavrardı. Ama Birol’un ilgi alanına nakış bölümü giriyordu. Oradan tanıdıklar bile edinmişti. “ yoksa fabrikaya başka öncelikli bir amaç için girenlerden miyim?” diye soruyordu kendi kendisine. 40 civarında kızın,15 erkeğin bulunduğu nakışa olan ilgisinin nedenini düşündü. Yoksa gönlünü mü kaptırmıştı? Nakıştaki bütün geçici işlere neden gönüllü koşturuyordu? İki çocuğu vardı, mutluydu, eşi Suzan’ı da çok seviyordu. Hiç hata yapmamıştı. İnançlıydı da. Ama yolunda olmayan bir şey vardı sanki. Düşleri ve geliş sebebi de içini kemiriyordu.
Ön masadaki çift kalkıp gidiyordu. Arkalarından vah vah dercesine başını salladı Birol. Çünkü mesaideyiz, arkadaşıma gideceğim, yaş günü, nikâh, düğün ve nice bahanelerle aileler aldatılıp, küçük büyük kaçamaklar da yapılıyordu. Nişanlı bir kız, yakışıklı operatör arkadaşına sırnaşıklıktan ve teşhirden çekinmiyordu. Evli kadınlar bile nefis okşayıcı iltifatlara sessiz kalabiliyordu. Patron büyük bir ticari müessese kurmuştu. Şeytan da üst kurmuştu Nabyay da. Bayan ve erkek mescidi de vardı. Gülümsedi bir ara. Sanki çalışma hayatını kavradığı, okuduğu bir kütüphaneydi burası.
Fabrikaya girdikten sonra boşananların çokluğu konuşuluyordu erkekler arasında. Kimi ayakları üzerinde durunca kaçmış, kimi karısını, kimi kocasını aldatmıştı. Kiminin düşüncelerine şeytan girmiş, ayrılmasa da evden kopuk ihanetin kıyısında kırmızıçizgilerle flörte koyulmuştu. Bu fabrikaya iki psikolog, biri kadın iki de masör lazım diye düşündü Birol. Ona göre bütün amelelerin adaleleri ve ruhları bakımdan geçmeliydi. Şeytana uyup iş arkadaşlarından bir bayanla işi pişirsem, eşim ne yapar diye de geçirdi aklından. Şeytan, nefis, insan şeytanları, pis ortamlar, avcılar, fırsatçılar ve Sapıklar vardı. Var oğlu vardı. Zaaf anları kırılma noktasıydı. “ilk fırsatta nakış veya dokumadan bir bayan mı ayarlayacağım, aslında havya daha zengin” diye düşündü. “tövbe estağfurullah” diye inildedi.
Pekiyi, burada çalışan evli bir hanım bir hataya düşse idi; kaçamak bakış, iş harici sakıncalı muhabbetler, sinsi çağrı ve mesajlar gibi. Haber alan eşi nasıl davranırdı? Ya daha fazlası gelirse bir erkeğin başına? Morardı aniden. Kendince yolu tekti, ıstıraba ıstırap. Silahtan kızgın yağa kadar her türlü ıstırap mubahtı.
Kendisini iş kadar yoran saçma düşüncelere son verip çayının son yudumunu çekti. Ayağa kalktı ve yemekhaneden çıktı. Basamakları inip sola döndüğünde üç bayanla karşılaştı. Bunlar nakıştandı. Ortadaki bayan
-Nasılsın aşkım. Dedi. Birol utanmıştı. İyiyim anlamında başını salladı.
- Görüşürüz.
- Görüşürüz.
Hastaydı bu kadına. Onu görünce gönlü aydınlanıyordu. Eşi Suzan idi bu kadın. Fabrikaya, eşine yakın olabilmek, onun ortamını görmek, bir yerlerden kahpe bir fiske değer mi? Diye kolaçan etmek için girmişti. Makinesinin başındaydı. Bir amele kadar mutluydu. Hüseyin Hatemi’nin şiirini mırıldanıyordu korkunç gürültünün içinde.
Uzaklığın acıya yeterli
Yakınlığın teselliye yetersiz
Acı, ortada ve keskin gerçek
Aradan geçen yedi yılın sonunda Nabyay hileli iflasla binlerce çalışanını kapıya koyuyordu. Hem devlet hem çalışan zararlı çıkıyordu. Ne yazık ki hayat zor ve zalimdi.Hiç bir şey hak’tan yana değildi.
Acı, ortada ve keskin gerçekti.
YORUMLAR
420 defa okunmuş.
Evde bir kişiye okuyupta dinletemetim öyküyü.
Roman çıksın okuruz diye kaçtılar.
Romanı okumayacaklardır.
Cep telefoları elden düşmüyor ne yazık ki.
İşte bu siteyi onun için çok seviyorum.
Sanata değer veren seçkin insanlar var. Buradaki insanlar gösteriş için kitap taşımazlar; kitap okurlar. Karınlarını değil beyinlerini doldururlar.
SAYGI İLE SELAMLARIM.
Yaşadım....sanki dedid bu adamı tanıdım..bu kadını biliyorum...bu amellerle çay içtim....o yemekhanede sigara yaktım.
Sanki ben o kalemle gezdim zamanında bu hikayeyi baştaaan sona.
Başladım ve bitti.
Zorlanmadan okumalı insan yazılanı...
Zorla yazılmamışsa okuyor.
Dondurma ..
Vanilyalı...
İçine çikolata parçacıkları serpiştirilmiş gibi..
Hangi satırda ağzıma gelecek diye ..
Yazının altına indik bir anda..
Değerli kardeşim...Senin o Satrançla alakalı yazın da çokk harikaydı.
Kutlarım.
Sevgilerimle kardeşim
Sevgili Engin
Bilmiyorum hatırlar mısın, eskilerden pop müzik sanatçısı Alpay’ın bir şarkısı vardı “Fabrika Kızı” isimli.
“Gün doğarken her sabah
Bir kız geçer kapımdan
Köşeyi dönüp kaybolur
Başı önde yorgunca
Fabrikada tütün sarar
Sanki kendi içer gibi
Sararken de hayal kurar
Bütün insanlar gibi” diye başlar ve devam ederdi.
Yazını okurken ister istemez birden aklıma düştü, melodisi ve sözleri dilime dolandı.
Hani şımarmazsan bir şey daha diyeyim, satır aralarında Orhan Kemal’in “Gurbet Kuşları”ndan mahzun esintiler aldı yüzüme. Burada Orhan Kemal’in kemiklerini sızlatmadan belirteyim, sadece esinti ha, o kadar, aman ha :- )
Aşağıdaki satırları böyle bir yazına yorum niyetine karalamıştım, tam de yerine geldi cuk oturacak gibi bir his var içimde
“Patagonyada dün işçilerin hükümetle toplu-iş görüşmeleri varmış, uydudan haberlerde seyrettim, bizim Tosun Okuyana bildiriyordu. Haber aynen şöyle idi aklımda kaldığı kadar
Dün Patagonyanın en büyük işçi sendikası olan “Pat-iş”, hükümetle yürüttüğü toplu-iş sözleşmelerinde poka bastı, pardon anlaşmaya vardı sayın okuyucular. Medyanın ilgisiz kaldığı görüşmelerden önceki “genel grev” resti “fosss” çıktı. Anlaşmanın yapıldığı günün sabahında “dostlar alışverişte görsün” niyetine yapılan bir saatlik iş bırakma eyleminden sonra, büyük umutlarla güne başlayan Pat-iş’e bağlı işçiler, beklentilerinin yerine her zamanki gibi yine birer “kol saati” aldılar.
Bu güne kadar mevcut hükümetle yapılan her toplu-iş sözleşmesi sayesinde büyükçe birer kol saati koleksiyonuna sahip olan işçiler, “satılmış başkan buraya, yumruk havaya” tezahüratları eşliğinde, bazı saatleri münasip bir yerlerine tıpa yapsınlar diye sendika patronlarına hediye etmeğe kalktı. Yapılan bu jest yüzünden bazı sendika patronlarının gözlerinin dolduğu gözlerden kaçmadı. Sendika patronlarının “Aşk olsun ne yaptık ki” diyerek işi pişkinliğe vurmaları karşısında, işçilerde “harğk tüüüü” yüzünüze kırk bir kere maşallah diyerek olaya son noktayı koydu.
İşadamlarına şapır, şupur, işçiye yarabbi şükür” sloganları eşliğinde, kriz bahanesiyle “keriz” yerine koyulduklarını iddia eden işçiler, hükümete de “sepet, sepet yumurta, sakın bunu unutma” diyerek dört gözle bir sonraki genel seçimleri sabırsızlıkla beklemeye başladılar.
Bölgeden konu ile ilgili eğer herhangi bir gelişme olursa, gelişen gelişmelerle tekrar birlikte olacağız.
Tosun OKUYANA
Yersen Haber Ajansı.
Patagonya”
Vallahi 1475’e tabi bir KİT mensubu olarak konunu bu kısmı beni daha çok ırgaladı. Affola”
Finali Tevfik Fikret’in meşhuuur “HAN-I YAĞMA” sının nakaratları ile toparlayayım müsaadenle
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin………….
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı zi-safa sizin…………..
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin…………..
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı can-feza sizin…………
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin………….
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı pür-neva sizin………..
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Kusuncaya kadar yiyin, boğazınızda kalır İŞŞALLAH ;-)
Tebrikler, selamlar dostum
Nermin Kaçar
kafamızı çevirdiğimiz her yerde var bu sorunlar.ne varki siz en güzelini bulmuşsunuz,fabrikalar çok farklı insanları barındırıyor içlerinde ve kalabalıkda farkedilmediğini sananlar daha bi göze batıyorlar.
başarınızı kutlamak haddime diil ama yinede geçmek istemedim.nice başarılara diyorum.saygılar.
Engin Tatlıtürk
Saygılar.
SAYIN ENGİN TATLITÜRK,
YAZINIZI DÜN OKUMUŞ VE GÜNÜN YAZISI OLABİLECEĞİNİ DÜŞÜNMÜŞTÜM.
BUGÜN ,YAZINIZIN GÜNÜN YAZISI OLDUĞUNU GÖRÜNCE ,İÇİMİ HOŞ BİR DUYGU KAPLADI.
TOPLUMSAL GERÇEKLERİN DİLE GETİRİLDİĞİ BU ÖYKÜNÜZ, DÜZEN BÖYLE DEVAN ETTİĞİ MÜDDETCE,
DAHA ÇOK İŞLENECEKTİR.
AKICI İFADELERLE DİLE GETİREREK, GÖZLER ÖNÜNE SERDİĞİNİZ GERÇEKLERİN, NE KADAR ACI OLDUĞUNU BİR KERE DAHA GÖRME FIRSATIMIZ OLDU.
TEBRİK EDER, SAYGILARIMI SUNARIM.
Fabrika da yaşananlar.. maalesef buna benzer dramlar bir çok toplu işyerinde yaşanmakta. Geçim davası, insanın insan gibi yaşamasına engel olan çalışma şartları maalesef insanların maneviyatında erezyona neden oluyor.
Dolu dolu bir yaşam, hayata geniş bir yepazeden bakabilen bir yürek ve yanında da insani duyarlılık olunca, ortaya da böyle sağlam bir yazı çıkıyor.
Tebrikler her daim sizin için.
Mustafa Sakarya tarafından 11/2/2010 10:11:43 AM zamanında düzenlenmiştir.
değeri çok büyük ve gerçekten Engin bir yürek taşıyan kıymetli Abim...
resmi görünce önce bir durdum ve sonra baktımki sizsiniz...
göz aşinalığı ve görsel hafıza kopyası....İsim olmasa tanıyamayacaktım inanın...
bu günlerde biraz suskunum ve bu konularda bu gün yalnızca kutlamakla yetiniyorum...
dua ve selamım elbet sonsuz ve sınırsızda dua beklerim inş...
saygımla...
Engin Tatlıtürk
Sevgi ve selamlar.
okumuştum....ama bu güzel kalem,n her yazısı beni her daim fetetmiştir.......saygılar.....yeni resminle bayağı gençleşmişsin kardeşim....
Engin Tatlıtürk
Selam ve sevgiler.
Sanırım bu yazınızı daha önce okumuştum. Romanınızın bir parçasıydı.
Fakat bu kez sanki daha derli toplu ve daha özenli geldi bana. Fabrika atmosferini daha çok hissettim ve o radaki yülerce çaresiz hayatları.
Eğer yanlış hatırlıyorsam özür :(
Kısacası çok güzeldi yazınız.
Engin Tatlıtürk
Selam ve sevgiler.
Evet
Usta kalem gerçeği olanca çıplaklığıyla
Koymuş yine gözler önüne
Toplumsal bir mesele, kaleme has yerinde iğnemelerle
Çokça düşündüren bir tarzda işlenmiş
Kutlarım Engin abi, sizi okumak zevk.
---bu kısmı yazı güne geldikten sonra ekledim---
Her yazısı güne gelecek değer ve güzellikte olan yazarı
Burada görmek hiç şaşırtmadı ve sevindirdi
Tekrar kutlarım Engin abi, selamlarımla.
Can Murat tarafından 11/2/2010 12:15:04 AM zamanında düzenlenmiştir.
Engin Tatlıtürk
Sevgiler.
Birolun eşinin de fabrikada olmasına sevindim. Bu iyi...
Ekmeğinin derdinde olmayıp da, başka hülyalar peşinde koşana da diyecek tek kelime bulamıyorum. Buluyorum da söyleyemiyorum.
Fabrikalar, insan öğütücüleri ve rezillik diz boyu her birinde. Öyle ahlaki yönden falan değil. İnsaniyet açısından. Çalışanlarının giydiği tulumlardan tutun da, yedirdikleri yemeklere kadar. Tersaneler ve fabrikalar modern zamanın köle tüccarları...Türkiye de insan gücü bu kadar ucuz olunca...
Bence çok anlamlı ve başarılı bir şekilde kaleme alınmış bir çalışma. Günün Seçkisi olarak görmek isterim. Favorilerimden birisiniz, her yazdığınızda olduğu gibi....
Tebrikler.
Engin Bey öncelikle kaleminizin ustalığını her zaman takdir ettiğimi bilmenizi isterim. Her olaya farklı bir bakış getiriyorsunuz. Bunda araştırıcı kişiliğinizin de rolü büyük. Düşündürüyor, beyne farklı sinyaller göndererek aynı olaya bir de benim okla işaret ettiğim yönde bakın diyorsunuz. İyi ki de diyorsunuz. Hayata farklı pencereden bakmamızı sağlayan düşünce yapınızı ve emeğinizi kutluyorum.
Yazınızı çok beğendim. Verdiğiniz mesaj çok anlamlıydı. Teşekkür ederim paylaşımınız için. Başarılarınızın devamını dilerim. Saygı ve selamlarımla..
Engin Tatlıtürk
Yazıya ve bana en uygun yorum. Yoksa etkin yorum mu demeliydim?
Evet olaya farklı bakmak da gerek diyorum çoğu zaman.
Sayfama hoş safa geldiniz.
İçime ayna tutup en güzel şekilde ifade ettiniz.
Teşekkür ederim.
Saygı ve selamlar.
Fabrikaya girdikten sonra boşananların çokluğu konuşuluyordu erkekler arasında. Kimi ayakları üzerinde durunca kaçmış, kimi karısını, kimi kocasını aldatmıştı.
Bu basitlikler hic degismeyecek mi acaba.
Ayaklarinin üzerinde durmayi ne olarak görüyor insanlar cözmek zor.
Ahlaksizligin olmadigi yapilmadigi ne bir fabrika kalmis ne de baska bir kurum.
Iflas ve yikimdan baska ne beklemeli ki durumlar böyle olunca.
Yüreginize saglik
Saygilarimla
Aynur Engindeniz
Bu ya da benzeri bir yazıyı okumuş muyduk kaleminizden, yoksa hafızam beni yanıltıyor mu? Birol ve eşi Suzan bana oldukça tanıdık geldiler.
İnsan, her nereye giderse gitsin, zaaflarını da beraberinde götürür. Zaaflara yenilmemek; insan olma sınavının en zorudur. Kaybettiğimiz ve kazandığımız olmuştur. Önemli olan kaybımızın zararının sadece kendimize olması. Kişileri incelemeyi severim, Birol gibi. Çok şey öğrendiğime de inanıyorum, bu sayede.
Yazılarınızı okumayı seviyorum Engin Bey. Özellikle de aba altından sopa gösterir tarzınızı..:-) Yazıya dalıp gitsek de almamız gerekeni alıp, öyle ayrılıyoruz sayfanızdan. Selamlar, saygılar.
Engin Tatlıtürk
Ben de sizleden çok çok şeyler alıyorum.
Çok değerlisiniz site için. Bilin yeter.
Şerefler verdiniz.
Bu yazı da romanımdan bir bölüm. Kahramanlar aynı. Daha önce de değişik hali ile yazmıştım ama okuyan iki kişi olmuştu.
Üç beş de bu gün çıkar. Ne yapalım fakirin tavuğu tek yumurtlar:))
Saygı, sevgi ve selamlar.
Sevgili Tatlıtürk,
Nasıl iç bulandırıcı bir gerçek şu sendika meselesi. Yıllar yıllar önce saflığımı hatırlattı. Asgari ücret belirleme toplantılarından birindeydim. Yıllar sonra depremde duvarların altında son nefesini veren o işçi sendikaları başkanı bir türlü asgari ücret az söylemiyle teklifi kabul etmiyor ve imzalamıyordu. İşverenlerin arasındaki ekipte yeni başlamıştım işe ve yanımda bulunan eski çalışanlara "vay be helal olsun, adam işçiler için nasılda direniyor" dedim hep birlikte güldüler bana, çocuk gördüklerinden diye düşünmüştüm biri: "ne işçi hakkı be, adam alacağı avantayı beğenmedi, anlaşırlar" dedi. Şaşırmıştım ve evet bir anda imzalayıverdi nihayet ücreti. Ne diyeyim ben siz söyleyin lanet olsun, hesabını verecekleri makamda hesaplaşılacak mecburen. Burnundan getirdiler üç günlük dünyayı insan oğluna.
Yazınızda bir iki tane minik hata gördüm gözden kaçırdınız sanırım. her operatörlerin (her ve çoğul ekini aynı anda kullanmıyoruz) zarif değildiler (zarif değillerdi. önce çoğul eki sonra zaman eki ).
Nabyay öykülerinizi seviyorum. İlkini seslendirmiştik ama size ulaştıramadık maalesef. Bizde kaldı bir anı olarak. Sayın Ansızın seslendirmeler için bir imkan oluşturacak yakında site için. O zaman dinlemeniz mümkün olur dilerim.
Saygımla...
asran tarafından 11/1/2010 12:10:56 PM zamanında düzenlenmiştir.
Engin Tatlıtürk
Nasıl kaçırmışım gözden? Kendi yazdığımı biraz da ezberden okumam neden olmuş olsa gerek.
Seslendirme konusauna gelince; şaşkınlığa uğradım.
Hiç haberim olmadı.
Emeği geçenlere teşekkür ederim.
Teşekkür ediyorum.
Sevgi ve selamlarımla.
asran
Birol un düşüncelerini okurken aman dedim ya aldatırsa eşini.Aldatmasın,yanlış birşey yapmasın dileği ile okudum.Sabah sabah karşımda vefasız bir adam görmek istemedim.Güzeldi,yüreğinize sağlık.
Vesvese şeytandır.Şeytan güzel şeyler sokmaz akıla.Zihnimizden geçen şeyler,bir anda sol yanımızda bir acı hissettiriyorsa;hemen zihnin ayarını değiştirmek gerek.Yoksa sonrası tufan...
Engin Tatlıtürk
Teşekkür ederim.
Selamlar.