- 632 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Türban mı siyasi saç mı?
Utanıyorum yirmi birinci yüzyılda insanların ne giyip ne giymeyecekleri konusunda konuşup yazmaktan. Diyorlar ki ’’iyi ama türban siyasi’’. Bir taraf türbanı siyasi simge etmişse bir tarafta saçı siyasi simge etmiş olmuyor mu? Bir rejim yasaklarla en fazla yetmiş seksen yıl gidiyor dünyada örneklerini gördük. Bir şeyin iki tarafı varsa, biri diğeri için baskı unsuru oluyor demektir.
Benim gibi düşünenler üçüncü taraf demokrat oluyor dolayısıyla. Tarafsızlıkta ayrı bir taraf olmaktır.
Doğadan daha güçlü tanrı tanımayan biri olarak, insanların yaşam şekline müdahaleyi hep kınadım. Oysa bu gün korku üstünden var olmaya çalışan siyasi yapılar, toplumsal alanlara çıktıklarında Müslümanlıktan dem vurup ’’bu ülkenin yüzde doksan dokuzu Müslüman’’ dediklerini biliyoruz. Bu toplumda bizi, bu toplumda başka dinlere inanan vatandaşları (kitaplı ya da kitapsız) yok sayan bu anlayışlar, İslamiyet’in varlığını ve hakimiyetini kabul ederken inandıklarının kurallarını niye kabul etmezler. Hem Müslüman olacaksınız hem kurallarını reddedeceksiniz, ya kendinizi ya bizi kandırmaya çalışıyorsunuz. Maymun gözünü açtı. Artık görüyoruz soruyoruz konuşuyoruz, gerekirse teşhir de ediyoruz.
Üniversitelerde türban eylemleri 1995’lerden itibaren sürekli hal aldı. O günde kişilik haklarını savunuyordum bu günde aynı şeyi savunuyorum. Yasakların ve baskının sonuçlarını yaşadık, halen yaşıyoruz. Toplumsal özgürlük bireylerin özgürlüğüyle anlam ve işlev kazanır. Kim bilir, bir yetmiş yıl’da, biz türbansızlık eylemi yaparız. Bu bir olasılık elbette bir şeyi savunurken tüm sonuçlarını tahmin ederek savunmak gerektiğine inandığım için tedbirli yazıyorum. Kim bilir bir gün bende bu özgürlüğü savunduğuma pişman edilebilirim.
Eğitim sisteminde ki çelişkiler düşünce gücümüzü baltalıyor. Fen bilimlerinde evrenin ve insanlığın tarihini bilimsel bakış açısıyla öğretiriz. Bir saat sonraki din bilgisi dersine Adem’le Havva’dan başlarız. Sonra, beyni ambale olmuş bir kitleyi hayatın içine salarız. Ve bu kitleden tıp insanı bilim insanı yaratmaya çalışırız. O zaman biliminde beyni bulanmaz mı?
Özgür bir dünya yaratmak için öncelikle eğitimden dini kaldırmak gerekli. Sosyoloji derslerinde zaten toplumlar incelenirken tüm dinler bir şekilde anlatılıyor. İlköğretimde din dersleri özellikle olmamalı. Tabi bunun olmaması içinde nüfus kayıtlarına göre her doğan’ın Müslüman olarak doğmaması ve diyanet diye bir kurumun da olmaması gerekli. Hele de o kurum başbakanlığa bağlıysa !!!
Kısaca, insanlar ergin olduktan sonra neye ve nasıl inanacaksa kendisi bulmalı.
Özellikle üniversitelerde bilimi kafatasının üstünde kılık kıyafete endeksli görenler, sanki tüm bilgiler insanların saçlarından dışarı fırlayacakmış gibi ’’aman ha bilgileri kapatmayın’’ diyorlar. Velilik ve vasilik gerektirmeyen üniversitelerde bireyler özgürdür. Yani, üniversiteli evlenebilecek çocuk yapabilecek sigortalı işlerde çalışabilecek seçme seçilme hakkı olacak ama eğitime giderken ’’özgürlüğün buraya kadar’’ diyeceksiniz.
Şimdi gelelim diğer korkuya, eğer ki ilköğretim ve orta öğretimde de türban, velilerin ve siyasilerin hedef aracı edilecekse o zaman üniversitelilere tanınan tüm hakları çocuk dediğimiz öğrencilere de tanımak zorundasınız.
Her şeyin yaşama saygı gerektiren insan hakları sorunu olduğunu kabul etmezsek, dünyada ne savaşları bitirebiliriz ne kavgaları. Kendimizi ve düşüncelerimizi ayrıcalıklı insan olma duygusunun dışına çıkarabilirsek, bizden başkalarının da bizim haklarımıza sahip olmak gibi bir hakkı olduğunu kabul edersek korkusuz yaşamayı da öğreniriz. Otuz yıldır süren bir savaş yasak baskı ve kabullenmeyişin sonucudur.
Yirmi birinci yüzyılda kadın: halen kendi kaderini bedenini feodalizme ve bazı kurumlara teslim etmişse, kendini bu sistemin sahibi sayanlar nerde yanlış yaptıklarına baksınlar.
Televizyonlarda evlilik programları bile ’’hayırlı günler, hayırlı cumalar, Allaha emanet ol’’ la kapanırken kimin kime neden karşı çıktığını, kimin kimi açıp kapattığını bizim halkımızın anlaması güç. Öyle bir senaryonun içindeyiz ki, bu yazıyı yazarken bile kendimi bir oyunun figüranı gibi hissediyorum.
Sonuç olarak bu gün bunları yazmaktan utanan ben, Afganlı kadını özgürleştirmek için ne yaptım diye düşünüyorum. Her üç kadından birinin dayak yediği dünyada kadının tek problemi türban ya da dini duruşu değil bence.
Umuyorum ki türbanı özgürlük simgesi etmiş kadınlar diğer kadınların uğradığı haksızlıklarında önünde duvar olurlar.
İstiyorum ki kadınlar: açık ya da kapalı Cumhuriyetçi ya da Şeriatçı Ateist ya da Budist, hangi egemen ideoloji için ayrıştığının, kimler için kapanıp kimler için açıldıklarının farkına varsınlar.
Güler Ataş