SİZ HİÇ FİDAN DİKTİNİZ Mİ?
SİZ HİÇ FİDAN DİKTİNİZ Mİ?
Şimdi diyeceksiniz ki “hayırdır hocam, durup dururken bu ağustos sıcağında bu fidan dikmekte neyin nesi?” Vallahi haklısınız. Ağustosun sarı sıcağında aklıma fidan dikmek düştü. Nasıl düşmesin ki be birader. Yeşile hasret toprakları gördükçe sizlere sormadan edemedim. Acaba siz hiç fidan diktiniz mi? Ya da bu yıl kaç fidan diktiniz? Neyse sizleri fazla sıkıştırmayayım. Bakıyorum ki çoğunuzun başı yere eğiliyor. Ben içimdekileri söyleyeyim de sizler de bir süre isterseniz bu konuyu şöyle bir gözden geçiriniz.
Yolum yakınlarda Azerbaycan’a düştü. Kafkas dağlarının eteğine kurulmuş Şeki’den yine Kafkas dağlarının eteğine kurulmuş Zagatala’ya giderken kilometrelerce uzunluğundaki yolun iki kenarına tahminim 3 metre aralıklarla dikilmiş çoğunluğunun cevizden oluşan ağaçları görünce hep kendi ülkemi düşündüm. “Biz neden bunları yapmıyoruz?” diye.
Sadece Şeki Zagatala arası değil, Kafkas dağlarının eteğine kurulmuş bütün iller arası yolların kenarlarında aynı manzarayı görebilirsiniz. Kafkas dağlarının doğal güzelliği zaten başlı başına cennetten bir parça gibi... On günden fazla Kafkaslarda kaldıktan sonra Nahcivan üzerinden Iğdır’a geldim. Iğdır, Erzurum, Erzincan, Sivas ve Kayseri güzergâhında yeşile hasret çırılçıplak dağların ürkütücü yüzünü görünce saatlerce ülkemin ağaçlandırılması için neler yapılabilir diye düşündüm durdum. Şimdi diyeceksiniz ki: “Hocam ülkenin ağaçlandırılması sana mı kaldı?” Vallaha siz de haklısınız, yıllardır bin bir emekle yetiştirilmiş kaldırımlardaki, parklardaki o güzelim çınar ağaçlarını güya hizmet ediyorum diye bir çırpıda kestiren o kadar yetkili varken benim sözlerimin beş para etmeyeceğini ben de biliyorum. Ama ne yapayım içimdekileri söylemezsem yüreğim bir türlü rahatlamıyor da onun için tek sığınağım olan kalemimle derdimi paylaşıyorum.
Bundan yıllar önceydi Şanlıurfa’da bir köye öğretmen olarak gitmiştim. Görev yaptığım köyde kuyu suyundan başka içecek suyumuz da yoktu. Okulum da bir düzlüğe kurulmuş, toz toprak içerisinde sırıtan bir hayalet gibi görülüyordu. O köyde beş yıl görev yaptım. İlk işim o okulun etrafını ağaçlandırmak olmuştu. Hiç unutmam. İlçe de bulunan orman fidanlığından gidip fidanlar almıştım. Okulun bahçesine bin bir özenle diktiğim fidanlarımın, ben yaz tatiline memleketime gelip tekrar tatil bittikten sonra okuluma döndüğümde yerlerinde yerler esiyordu. Onlardan eser bile kalmamıştı. Ama ben inat ettim. Köylüyü topladım. Onlara “Vallahi sizlere kızmıyorum. Sizin görevleriniz benim diktiğim fidanları oğlaklarınıza yedirmek. Benim de görevim burada fidan yetiştirmek. Bakalım sonunda kim kârlı çıkacak” demiştim.
Beş yılın sonunda benim fidanlarım okulun etrafını süslemişti. Oradan ayrıldıktan on yıl sonra ziyaret ettiğimde benim okulum köyün göbeğinde ağaç gölgesi olan tek yer olmuştu.
Iğdır’dan Saimbeyli’ye kadar gördüğüm boz topraklar beynimi kemirdi durdu. Herkes lafta vatanını çok sever ya, ben hep düşünürüm; vatan nasıl sevilir? Millet nasıl sevilir? Çocuklar nasıl sevilir? Bunların bir kriteri var mı acaba? Hep düşünürüm, çıkıp meydanlarda avazı çıktığı kadar bas bas bağıran mı vatanını çok seviyor, yoksa bir fidanı toprakla buluşturan mı? Nedense hep aklıma Fatih Sultan Mehmet’in “Benim ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” fermanı gelir. Şimdi Fatih Sultan Mehmet zamanı olsaydı acaba en yetkili makamlarda oturan kaç kişinin kafası kesilirdi?
Sahi siz bu yıl hiç ağaç diktiniz mi? Eğer dikmediyseniz yaz aylarında yediğiniz meyvelerin çekirdeklerini yıl bitmeden sonbahar da ağaçsız toprağa atmayı unutmayınız. Zira bu ülke hepimizin…
Saygılarımla…
YORUMLAR
Bizim köyde evlerin yakın civarında ağaç kalmadı.
Köylüler kesip kesip yakıyor. Meyve fidenları bile odun edilmekte. Ağaç israfı çok. Koruyan ve diken yok.
Oysa ağaç olmayan her yer çirkindir.
Duyarlı yüreğinizi kutlarım. Çok çok ağaç diktim ama hiç dikmemiş gigi hevesliyim ağaç dikmeye.
Tavsiye ederim herkese.
Saygılar.