- 1058 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
OKULA YÜRÜYÜŞ YOLUM / ARDAHAN ÖYKÜLERİ 134 (kitap)
Yorganı başımdan kaldırmamla; hayat isimli romanın kapağı açılmıştı.
Annem radyoyu ayarlamıştı. Sabahleyin memleket ayağa dikilsin işe- güce neşeyle gidilsin diye oyun havası çalardı radyo istasyonları. Müziğin yardımıyla kalkmıştım.
Çabalasa çalgıcılar:
" You may say that I’m a dreamer
But I’m not the only one
I hope someday you’ll join us
And the world will live as one "
Satırları... Ardahan’a, bizim eve, odaya döküldü.
John Lennon istemese de bu böyle oldu-bitti.
Tercemesi:
" Diyeceksin, hayalperestsin. Ama tek değilim hayalcilikte. Sen de katıl! Dünya bir tane olsun böylece."
Okulla ilgili kavramlar aklımı doldurmaya başladı. Bunlar bile geriye kaçıp yatağa girmeme gerekçeydi. Erich Froom... ana karnındaki rahatlığa; bebeklerin yaşamında daima hatırlanırmış hakikatine nazar-ı dikkat çekmiştir.
Sınav vardı. Ödev gösterilecekti. El - İşi dersine hacat, malzeme götürülecekti.
"Vay ana! nasıl addım atacağım?"
İyi ki sobayı yakmıştı annem. Duvarlar, kapı ağzı, soyunup koltuğa serdiğim elbisem ve az önce uyuduğum yatak yorgan sopsoğuktu. Zümrüt marka çinkolu kömür sobası özünü ısıttıktan sonra elini yanaklarına tutarsan ayalarını ısıtırdı. Avuçlarımı ovarak, bedenimi tartarak kıkırdaya kıkırdana ılınmaya başladım. Yeğinlikle bir sıcak çay yudumladım. Gırtlağımdan ayağıma boşaldı. Karane yuttuğum çay. Evin içinde, hücrelerim de her ne ki vardı; müştereken giyinmiş olduğum esbap paltarımla kendime gelmeme sıcaklık cihetle yardımcı oluyordu...dirilmeme vesileydi.
Botumu üşümemem için eşikte giymezdim. Yaş falan olmamasını akşamdan tetkik eder isem de: Kuru değil ise sobanın yanına çıkartırdım.
Kitaplarımızı, defterimizi karnımızda taşımak modaydı. Yerleşecek kadarını alırdım. Montun altına koyardım. Kapıyı kapadım. Merdivenler buz tutmuştu. Kayıp düşmeden indim. Trapzanlara dayanarak inerdim. Onlarsa buzlanmış ve sarkıtlanmış olurdu.
Buz zeminde camların içindeymişsin hissinden öte hal-icanlığına mı merak edesin? Gırç gırç sesinden ürkmemeğe mi dikkat kesilesin? Nefes aldıkça ciğerlerin ağzına gelecekmiş gibi oluyordu; gelmemesine rica minnet mi edesin?
NEYLEYESİN?
AHA BEN DEĞİL SEN!
Hava kümeleri içinde Ardahan’ı; pamuk tarlasına hasat etmişler zanardın!
Karlar tamam.
Buzlar gıp gıcır.
Nefesle göğüs geçirdiğim her soluk, soluklamamla dönüp bana geliyordu.
Göğe göğsün iade edilmemesine nefesim:
" Huş der dem. " dedi.
Ne giderim... gitmem de demerim... "bu fasılayı az ileride bırakırım."
Caddeye çıktım. Tarkovsky filmlerinin ayn-ı beyaz ayaz sisleri ve öyleceme havaya zeytinyağı gibi çıkıyor. Adamların başına konuyor. Çatılara bir hamle de iniyor, karga gibi. Gözüm almıyor. Bulutlar soğuğun rengiyle büsbütün tonların ayn-ıydı.
NAZAR BER KADEM....
Celil Ağa’nın fırını önüne gaşkayı çekmişler. Ekmek kasaları yüklenmiş. Gaşkacı Hacı kulaklığını atkıyla dolanı dolanı sarmıştı. Bir ceket katında titreyerek cezaevine ekmek götürecek. Atın ağzından torbayı aldı. Gaşkaya bindi; kunutla ata bir sırıttırdı ki! At yolda hemen siymeye (işemeğe) başladı.
Gaşkanın park yeri boşluğuna ne çok meraklısı varmış. El arabasına kömür doldurmuş bir çocuk, askeriyenin çöpünden ayıkladıklarını satacak. Yanaşmasına minibüs müsaade etmedi. Korna çaldı. Kömürcü tutunamadı. Kaydı! Sürüklene sürüklene Mustafa Karadağ’ın dükkanına doğru çekildi.
Minibüs durdu. Kapıyı açtı ve indi: Cimşit; Hoçvan hattında ilk şöförlerdendi. İlkin sert ve ciddi; birazdan güleç yüzlüydü.
İleride neler göreceğim. Göreceklerim... yürümeğe devam ediyorum!
Okul yolundayım...
Kerim Yıldız küçük dükkanı açmaya çabalıyacak. Hapenkin kiliti donmuştu. Çakmak yakmış; gevşemesini bekliyor. Döndü. İki ayağına çömeldiği durumda imdat ister gibi baktı. Meğer: Kahveci nerde? Çay getirsin dermiş. Açarı nasıl vurduysa RINK diye açıldı. Oğlu Aydın da beraber babasıyla girdiler içeri. Çocuk kitaplarını aldığı gibi benim yolumun o bir kestirmesinden gitti. Dursun Akçam’ın müze güzergahından...
Otel Ferah’ın kapısını akşamdan beri çalan adama Sucu, Saka Tahir:
- Kahve açık kahveden geçsene içeri. dedi.
Adam belli etmemeye gayretlen:
- Heee, he,he...heeee! diyecek.
Burayı geçtikten sonra; rahmetli Faruk Aktürk’ü göreceğim.
Petrolün sundurmasına yelek ve beyaz gömleğiyle çıkmıştı.
Musa Emi’ye seslenecek. Musa Dayı iki tüp gidecek siparişleri bir zahmet ...diyecek.
Adımlayacağım. Ayaklarım adımlarımın altına geçirmişim ki parmaklarım donuyor gine de. Dizim, omuzum, dirseklerime savuk diş geçiremeyecek. Kulağım. Elimin parmakları ve ayak parmaklarım sanki benim değil...
"Vay anaaa!"
İsmail Dark dükkanını açmış. Masada kahvaltı yapıyor. Rahmetli Alişan Emi’de sobayla uğraşıyor.
" Sabah şeriflerin hayırlı olsun." demesini, "Seninde hayırlı olsun yegenim"i duymayı çok severdim. Ergenlik psikolojisi diyorlar; kabul görmek. Adam yerine konmağı çok severmiş gençler.
Lojmanların kantin... asker kapıya çıkmış. Siyah yelek ve beyaz gömleği ile günaydınımı alıyor.
"İki veya üç sene sonra bende bunun gibi askerim." diyorum.
Buzlanmış olurdu lojmanların ora. Gezerken tın tın yürüme tekniği geliştirmiştik. Keşke patentini alsaymışız. Kadrini bilmedik, buzda yürüme tekniğini değerlendirmedik. Buz sırt verirdi. Allah seni inandırsın çomuş beli gibi etrafından dolanırdık. İvecen adamlar düşerdi. Kül dökülürdü ki kimse kaymasın. Gine de eceline susamış gibi düşecek, eceli muallaklar camın üstüne yerir ve kombala kuş olurdular.
Kösele ayakkabını vurdun mu, kayardın. Naylonu ayağına bağlayan da vardı. Hızlı kaysın diye.
Müşteba Koçak’ta kındıl dükkanını açmış. Uzaktan selamlaşıyoruz. Fazla yanaşamıyorum sigara borcumuz var. Yine kaldı başka bahara... Meret, sigara parasını bulamazdık.
Veteriner’in köşeden kırıldım. Bir sigara yaktım. Kimse yok. Sergici İsmail’in evine gelmişim... Adamın kendisi ve eşi, oğlu, kızı hepsi sarışındı. Zayıf ve arıktılar. Evin büyük tarlası vardı. Eski ne arasan yığmış, yığşırmıştı. Tenekeler, karyolalar, koltuklar, at arabaları, meyve kasaları, bidonlar. velhasılı tek katlı evin üstü yığılıydı.
DELİ KIZIN BOHÇASI GİBİ...
Bazen kapıda işlenirken kendini göremezdik; o kadar hurda şeylerle doldurmuştu.
Meyve sergisi açardı. Ali Balcı’nın karşında. Çocuklar ve öğrenciler adama tat vermezdiler...
"Ne giderim... gitmem de demerim...bu fasılayı az ileride bırakırım. Caddeye çıktım. Tarkovsky filmlerinin ayn-ı beyaz ayaz sisleri ve öyleceme havaya zeytinyağı gibi çıkıyor. Adamların başına konuyor. Çatılara bir hamle de iniyor, karga gibi... gözüm almıyor. Bulutlar, soğuğun rengiyle büsbütün tonların ayn-ıydı."
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.