Döneristan Kraliçesi 2
DÖNERİSTAN KRALİÇESİ
BÖLÜM 2
SOFRA-İSTAN
Uzun süredir, engerek sarmalına dönüşen enflasyon/devalüasyon hikayesini dilden dile nakletmek, Sofraistan’da en yaygın ve saygın meslekmiş. O nedenle, her mahallede bir kahvehane, her kahvehanede beş ekonomist: “parayı devlet tahvillerine yatırın” beliti ile konuşmaya başlıyormuş. Uykuya dalan dinleyiciler, vatan millet nutukları ile uyandırılıyormuş.
Sofraistan’ın yaylarında yaylanan, sağmal inekleri sağmak için, büyük emme basma tulumbalar kurulmuş. Bu tulumbalar, çelik hortumlarla süt mamulleri üreten fabrikalara bağlanıyormuş. Hortumlanan sütden elde edilen kaymak, yağ ve çökeleğin satışı, muslukların başında bulunan askeri ve sivil görevlilerce yapılıyormuş.
Musluğun başında olanlar hallerinden pek memnunmuş.
Yıllar sonra, yüzkırkiki sivri akıllı, kazan kaldırıp:
“Kaymağı ona, peyniri şuna, çökelek bile kalmadı bana” diye haykırıp, yollara düşmüş. Bir bölümü, “Sivri Akıllılar” dilekçesi hazırlayarak, Devlet Başkanına postalamış.
Ülkenin Başı : “Yollar yürünmeyle aşınacak olsaydı, parke yerine alfalt yaptırırdık.” Demiş.
Olayları, Sofraistan medyasından izleyen ve musluktan dillerine bir damla olsun düşmeyenler, homurdanya başlamış. Çoğunluğun homurtusu feryada dönüşünce, Sofraistan’ın zinde kuvvetleri:
“ Dış mihraklı kazan kaldırıcılar, sütün yağını kesti. ” yalanını yaymaya başlamışlar.
Yalanın maya tuttuğunu hisseder hissetmez, harekete geçip, demir ökçe ile kadife eldivenlerini giymiş ve “ duruma hakim” olmuşlar. Memleket, büyük bir huzurla birlikte, dipsiz bir sessizliğe kavuşmuş. Demir ökçeliler, “üstünde yürünmesine rağmen bir türlü aşınmayan” yollardan geçerken, parke taşlarında öylesine yankı yapıyormuş ki, ne sivri, ne de oval akıllıların sesleri duyulabiliyormuş.
Demir ökçeli ve kadife eldivenliler, iktidara sahip olur olmaz, musluk başlarına kendi adamlarını tayin etmişler.
Sonra, “Mevlet Melefon Melgraf Madyo Melevizyon” ele geçirerek, davudi sesli bir sanatçıya “ ENEMEN” makamından bir şarkı söyletmişler. Muzır Münafık yasası çıkarıp, “bam” telli sazlarla müzik yapılmasını yasaklamışlar. Macem Aşiran, Mürdili Hicaz, Müseyni makamlarını kullananlar hakkında en ağır yasal işlemler yapılmış. Meşil ve Marı renkler doğadan sökülüp atılmış. Bu renkleri kullanan ressam ve fotografçılar hakkında Muzır Münafık kanunu hükümleri uygulanmış.
Üniversitelere kendi zurnacılarını, kurnacılarını ve sünnetçilerini atayarak, aykırı ses çıkaran sivri akıllı solistlerin işine son vermişler. Hazırladıkları yeni yasa ve atadıkları yeni asa ile oluşturdukları senfoni orkestrası eşliğinde Kozart’ın “Yaslı gittim, Meğer Şen geldim” üvertürünü, her belde meydanında terennüm eylemişler.
Daha sonra ise, ağızlarına tek damla bile düşmeyen ezici çoğunluğun çene kemiklerini gererek, birer tatlı kaşığı balı gırtlaklarından aşağıya sürüp, çıkarmışlar. MaBeDe’den ithal edilen bu balın özelliği, tam on sene emilse, sakız gibi çiğnense bile, tadından hiçbir şey kaybetmemesiymiş.
Daha daha sonra, başkent başta olmak üzere, ülkenin tüm ibadethanelerinin sayısını üç kat arttırarak, buralarda çalışan din adamlarının gırtlakları özel balla ballamış, kaymakla kaymaklanmışlar.
Boğazları ballanıp, gırtlakları kaymaklananlardan çıkan davudi ses, Sofraistan semalarında yansımış durmuş.
Arada birde olsa, çatlak ses çıkaran “kökü dışarda” olanlara karşı yeni opera evleri, akedemiler, ibadethaneler, mapushaneler ve akılevleri inşa ettirmişler.
Seslerini Davudiye dönüşmemekte ısrar edenlere karşı, Davudi Alayları oluşturup, Maç’lı seferleri düzenlemişler. Bu seferlerin giderini karşılamak üzere “Ballama ve Dallama” sandıkları oluşturmuşlar.
Bu sandıkların depolarına, ülkenin tüm sağmal inek sütünün yüzde ellisi pompalanıyormuş.
Davudiler, uçurtma fabrikasından sucuk fabrikasına kadar her sanayi koluna el atıp, yüzde elli hissesine sahip olmuş.
Fabrikalara inek giren, “deve” olup çıkıyormuş.
Çatlak seslilerle Davudi sesliler arasındaki amansız savaş, onlarca yıl sürmüş.
Savaş bütçesini, ağzına bir parmak bal sürülenlerle, bir tahta kaşığı çökelek bile yiyemeyenler karşılıyormuş. Gırtlağı pamuk çubukla kaymaklananlar ise, arada kaynıyormuş.
Ballama, kaymaklama, çökelekleme öylesine çarpık yapılıyormuş ki, rüşvet olayları ayyuka çıkmış.
Kaymak, peynir, çökelek üretimi kökü dışarda aklı sivrilerce grevler ve boykotlar eşliğinde kösteklenmeğe başlamış.
Sütün kaymağını yemeğe alışık olan zinde kuvvetlerde, aşırı şişmanlama ile birlikte bir mide bulantısı, başdönmesi başgöstermiş. Henüz tam olarak kaymağa doyamayanlarla, postallarını bağlayamayanlar arasında gizliden süren yarış, rekabete dönüşerek, medyaya yansımış.
Bir gece, özel bir Tv de, sivri akıllılara karşı yürütülen kutsal savaşda ölenlerin tabutlarının ekrana taşınması, büyük yankılar uyandırmış. Tv yöneticisi, “vallahi program hatası oldu, ‘Kadifeden kesesi, Mağdat’dan gelir sesi’ adlı müzik şölenini kırkıncı kez yansıtacağımıza, ‘Ne mehittir ne mazi, mok yoluna gitti farazi’yi’ yayınlamışız; özür dileriz” demesine rağmen, Muzip yayın kurulunca bu özel Tvnin yayınına Mufan’a kadar ara verilmiş.
Şehit ve gazilerin yakınlarına ödenen tazminat, madalya, kefen, naftalin, nutuk, heykel ve bayrak parası, her yıl açık veren ulusal bütçeyi iflasa doğru sürüklemiş. Dış borç, gırtlağı iki parmak aşmış. Para pula, pul paraya dönüşmüş.
Fırsatı ganimet bilen azınlık halklar, sivri akıllılara katılıp, kazan kaldırmışlar.. Kazanlar kalktığı için, Davudi seslilerin fabrikalarına pompalanmakta olan sütlerin yağı, peyniri, çökeleği çıkarılamamış. Kokuşan sütü, kediler bile içmez olmuş. Ekşiyen tankerler dolusu süt, Muz gölüne dökülmüş.
Ortalığı sisler kaplamış. Sis kaplı havayı kurtlar öylesine sevmiş ki, alfa’nın peşinden uluyarak ülkenin “ kararan ufkunu aydınlatmaya” gayret etmişler. Fakat, ayaz gören sesleri kısılmaya başlayınca “ süt dökmüş kediye” dönüşmüşler.
‘Gaflet, delalet ve hıyanet’ iç içe geçmeğe başlamış.
Sofraistan tam ortasından “hıyar gibi” ikiye bölüneceği bu vahim durumda, mucizeler beklenir olmuş.
İşte tam bu sırada, Mararat Mufan 2 Töreni Düzenleme Komitesinin bir numaralı bildirisi, Man Gölü Sıtma İle Savaş Derneği uçaklarınca ve yanlışlıkla gökyüzüne fırlatılmış.
Mararat Belediyesi Çalı Süpürgesi Başkanlığı müstahtemi olarak çalışan şaşı Şahmerdan aşınamayan parke yolları süpürürken, tepesinde kuş kanadı gibi uçuşan bir nesneye rastlamış. Elindeki çalı sürgesiyle gökten inen bu “ilahi” bildiriyi yakalayarak, okumaya çalışmış. İşin içinden çıkamadığı için, köşedeki berbere koşmuş, başından geçen olayı kısaca anlattıp, göğsünden çıkardığı kağıdı ona uzatmış. Berber, okuma gözlüğünü takmasına rağmen, yazının ne anlama geldiğini çözememiş. Kağıdı üç kez öpüp anlına götürdükten sonra:
“Al bunu, bilgi ve ferasete sahip hacı amcaya göster ; o okuyamazsa kimse okuyamaz, dikkatli tut kağıdı, onunla abdeshaneye falan gitme, sakın ha !” demiş.
İbadethaneden yağ fabrikasına yeni dönen hacı efendi, şaşı Şahmerdan’ın ezile büzüle saygı ile yaklaşmaşına bir mana vermeğe çalışarak:
“ Çiğerini yitirmiş kedi gibi dolanma da, söyle bakalım süpüregene bugün neler takıldı!” demiş.
Şaşı Şahmerdan, üç kez öpüp anlına götürdüğü kağıt parçasını hacı efendiye uzatmış.
Hacı efendi sakalını sıvazlayarak, yazıları hecelemeye başlamış, gözlerini açarak:
“Bu iş beni aşar” deyip, cübbesini toplamış ve Belediye binasına doğru seyirtmiş.
Bölgede hatırı sayılı bir kişi olduğundan dolayı, Belediye Başkanı bekletmeden onu odasına almış.
Hacı efendi:
“Başkanefendi oğlum, bize haber vermeden Mararat’ta bir tören düzenliyor muşsun.” Diyerek cebinden çıkardığı bildiriyi uzatmış.
Başkan bidiriye gözucuyla baktıktan sonra:
“Vallahi hocaefendi, ne söyleyim; On sene evvel komşu Sazistanın kutsal bir yerini ziyaret ediyordum. Serseri Gezegenin tüm din alimleri orada toplanmışlar, tartışıp bağrışıp duruyorlardı.
İçlerinden en yaşlı olanı:
” Bizler, kavgadan bıkarda barışırsak; yüce Meüs’e adanmak üzere bir adak töreni düzenlemek isterde, sizin beldeyi seçersek; bize yardımcı olur musun.?” Diye sorunca..
Ben de, aralarındaki bu kavgaya bakarak, içimden: “İmkansız, bunlar bu serseri gezegende bir araya gelemez” deyip, laf olsun diye “Olur” demiş, başımdan savmıştım. Sonra da, benim muavini bu tören işiyle görevlendirmiştim, olay bundan ibaret.. Ne yapalım, verdiğim sözü yerine getireceğim! Siz ne dersiniz hacı efendi?”
Hacı efendi sakalını sıvazlamış:
“Bilmem ki ne desem?”
Başkan :
“Hesap etsene hacı efendi, yüzkırkdörtbin hacı adayı, bir o kadar da sülalesi gelse, üçyüzbin kişiyi en az bir ay misafir edeceğiz. Turizm patlaması olacak. Tüm gezegen bizi konuşacak. Ondan sonra, gelsin dövizler, gitsin mövizler. Hem senin fabrikalar şimdiden günde 24 saat bile çalışsa, iki ayda gereken malzeme stoğu bile yapamaz. Hadi, sayemde gene vurdun turnayı gözünden!!” Demiş.
İkna olan hacı efendi, sevinçle başkanın odasından çıkarak, emirler yağdırmak üzere fabrikasına geri dönmüş.
Belediye hoperlörlerinde görevli Davudi sesliler, her yarım saatta bir Kutsal Törene Çağrı bildirisini okuyarak, tüm Mararat halkını bilgilendirmeğe başlamış:
“Pazar günü saat üçte, tepedeki yeni Tiyatro salonundaki yapılacak toplantıya tüm Sofraistan’ın kalbur üstüleri çağrılıdır. Duyurulur””
Bölgede, kısa dalgadan yayım yapan radyonun Genel Müdürü, Belediye Hoperlöründen ünlenen bildiriyi duyar duymaz, yılın Moskar ödülünü almak düşüncesiyle harekete geçmiş; muhabirleri toplantı salonuna davet ederek, taktiklerini açıklamış.
Pazar günü yapılacak toplantıya radyonun en deneyimli bir muhabiri görevlendirmiş:
“Moskar ödülünü almamız senin maharetine ve insafına kaldığını unutma” diye tembihleyip, yüreklendirmiş.
Hanım muhabir :
“ Bu onur, hepimizin olacaktır sayın müdürüm, siz meraklanmayın” diyerek, hazırlıklara başlamak üzere çalışma arkadaşlarına doğru sevinçle koşmuş..
Kutsal Kurban Töreni ile ilgili haber, şimşek hızıyla Sofraistana yayılmış. Çoğaltılan bildiriler, ülkenin en hücra köşelerinedek internet aracılığı ile ulaştırılmış.
Sofraistan, üç ay sonra yapılacak olan kurban törenine, turizm patlamasına kilitlenmiş.
İbadethaneler, kahvehaneler, meyhaneler, okullar, spor sahaları, meslek odaları, askeri ve sivil bürokrasi ve borsalarda hareketlenme had safhaya ulaşmış.
Sofraistanda yaşayanların üçüncü gözü, Mararat belediyesinin özel tv ekranlarında yayımlanan reklamlarına takılmış kalmış.
Pazar günü Mararat Belediye Başkanı, beldenin biricik tiyatro salonunda sahnelenmekte olan “Aslan Asker Svayk Mitlere Karşı” oyununu iptal ettirtmiş. Salonun içini dışını bayraklar, balonlar ve üzerinde Sofraistanın Ulu Önderinin veciz sözleri yazılı renkli panolarla süsletmiş.
Pazar sabahı, Mararat sokakları, belediyenin biricik yangın söndürme aracından fışkırtılan sabunlu sularla yıkatılmış.
Belediyenin Çalı Süpürge Alayı, tiyatroya yakın tepedeki sokakları süpürüp, ellerindeki gül suyu şişeleriyle gül suları fışkırtmışlar..
Sofraistanın güvenliği ile yükümlü vede hükümlü “zinde kuvvetler” Mararat’ta en küçük bir kargaşaya meydan vermemek için, tank ve panzerlerle sokak başlarını tutmuşlar. Tiyatro salonuna doksandokuz sivil istihbarat görevlisi yerleştirmişler.
Beşyüz kişilik tiyatro salonuna ancak kalburun üstünde kalanlar: Sofraistanın sayın işadamları, din adamları, entellektüelleri, Davudi medya mensupları, askeri şefleri ve politikacıları girebilmiş.
Serseri Gezegenin ünlü Tv kuruluşlarından; MNN, MOX Tv ve MMC iki gün önceden tiyatro etrafına çanak ve çömlek antenlerini yerleştirmişler.
Ağızlarına bir kaşık çökelek bile düşmeyen ezici çoğunluk ise, saat üçü gözetleyerek radyolarını açmışlar. “Radyo, belki canlı kanlı bir yayın yapar, sesimizi ibreti aleme ulaştırırız.’ diye umudlanıyorlarmış. Canlı yayında, ayrıcalıklı Davudilere konuşma izni verileceğinden, umudları kursaklarında kalacakmış.
Mararatın biricik radyo muhabiri, sabah tereyağlı çayını içmeyi unuttuğu için, gırtlağında aniden oluşuveren hırıltı ve mırıltıyı önleyememenin telaşını yaşıyormuş. Mikrafonları sahne üzerine yerleştirmek üzere nutuk atma masasına yaklaşırken, heyecanı en son safhaya uşamış ve MNN Tv kameracısına göz kırpmaktan kendisini alıkoyamamış.
Kameracı, bu kısa gözkırpma hareketini Serseri Gezzegen Tv izleyicilerine kısa bir espiri eşliğinde iletmeyi ihmal etmemiş. Ekran başındakilerin alkışları, Mararat Beldesine kadar ulaşmış.
Belediye Başkanı, ağır ve emin adımlarla sahneye çıkarak, önce Sofraistan bayrağını üç kez öpüp, başına koymuş ve konukları selamlamış. Sonra, salondakileri ulu önderlerinin manevi huzurunda on dakikalık saygı duruşuna davet etmiş.
Toplantı, TV ve radyolar aracılığıyla canlı olarak yayımlandığı için, tüm Sofraistandaki üçgözlüler, saat tam 15.00 de on dakikalık saygı duruşuna geçmiş.
Ülke, aniden durmuş.
Sonradan öğrenildiğine göre: “Saygı duruşundan habersiz olanlar, kendilerini bir kaos içinde bulmuşlar. En büyük sorun trafikte yaşanmış; on dakikalık saygı duruşunda ikiyüzyetmiş uçak düşmüş, üç yüz helikopter yere çakılmış, altmış tren birbirine girmiş; onbin taksi çarpışmış, yedi bin otobüs uçuruma yuvarlanmış. Hastahaneler dolup taşmış. Kazazedelere askeri kışlaların mahrem kapılarının açılması için, ulusal meclise muhalefet partilerince iki önerge sunulmuş.”
Başkan, saygı duruşu sonrası, Sofraistan’nın Zinde Kuvvetleri Genel Başkanının tebrik mesajını sürekli alkış sesleri arasında okumayı başarmış.
İnanç Turizmi Bakanının kutlama telgrafı da hararetle alkışlanmış.
Başkan, Mararat Belediyesinin on senelik icratını anlatabilmenin gururuyla konuşmasını noktaladıktan sonra, mikrofonu oturum başkanına devretmiş. Zinde kuvvetler komutanıyla birlikte, sahne ışıklarının yönetildiği küçük odaya giderek, salona açılan dörtköşe delikten toplantıyı izlemeye başlamışlar.
Toplantı, Zinde Kuvvetler komutanlığınca atanan Davudi sesli emekli bir general tarafından yönlendiriliyormuş.
Göğsü madalyalarla süslü emekli general, önce günün “ önem ve ehemmiyetini bildirir” kısa bir konuşma yapmış ve gündemi toplantıya katılanların onayına sunmuş.
Gündeme itirazı olanları dikkate almayarak veya duymamazlıktan gelerek, katıldığı meydan muharebelerinden örnekler vermeğe, anılarını heyecanla anlatmaya başlamış.
Emekli general, cebinden çıkardığı haritaları göstererek:
“ Onyedi düvele karşı verdiğimiz savaşlar sonucunda bu Sofraistanı işte böyle yoktan var ettik. Onun kıymetini bilin evlatlarım! Onu siz yeyin bitirin ama, yabancı kimseye zırnık koklatmayın. Yaşasın Sofraistanın Davudi seslileri.
Yerli malı haftası hepinize kutlu olsun!” diyerek, ilk konuşmacıyı sahneye davet etmiş.
Toplantıya katılanlar gözyaşlarını tutamayarak, emekli generali ayakta alkışlamışlar.
Konuşmacıların odaklandıkları nokta; kurban etlerinin satımı ve dağıtımında Belediyeye gösterilen ayrıcalıklar oluşturuyormuş.
“Davudilerin, kaymağı kepçe ile yiyenlere neden ayrıcalık gösterilmediği, sivi bürokrasi lehine kararlar alındığı ve bunun ulusal pazar dengesini bozacağı endişesi” dile getirilmiş.
“Kararların anti demog-rafik olduğu” vurgulanmış.
Belediyenin bu tarafgir kararına en büyük tepki, “Döneri Sol Eliyle Kesenler” Federasyonu Halkla İlişkiler Şefliği temsilcisinden gelmiş.
Temsilci yüzelli kiloluk gövdesiyle yaylanarak konuşurken, sahne sallanmağa, perdeler üzerindeki tozlar havada uçuşmağa başlamış.
Heyecanla konuşan temsilci:
“Döneri Sağ Eliyle Kesenler Cemiyeti, ‘sen dönerden ne anlarsın?’ Diyor; ne mi anlarım?!, şu göbeğime bakın Davudi sesli arkadaşlar, ben bu göbeği fırında büyütmedim; nerde büyüttüm: tabii ki döner ocağının başında.. Döneri, bir mutfak kedisi gibi hep takip ettim..İşyeri komşum, dönerci arkadaşım bana, her gün üç öğün yoğurtlu döner ısmarlayıp, döner içindeki bakteri oranını kontrol ettirmeseydi, şimdi karşınıza, çiroz gibi çıkacaktım.. (Sürekli alkışlar)
Hanım, eve geldiğimde yanına bile yaklaştırmıyor beni, neden? Döner kokuyormuşum..
‘Sen muhasebecisin ne işin var dönerle?’Diye soranlara tek yanıtım:
Döner demek, hesap kitap işi demek, dönerin içine kaç gram tuz, soda, yağ, ekmek tozu koymak demek..
Biz bu pazarı, yoldan bulmadık arkadaşlar; yoktan varettik!!!
Sofraistan, Monalds, Mentaki, Mızza Mat tarafından insafsızca sömürülmekte, “artık değer” yabancı sermayenin kasasına akmaktadır. Emeğimiz, serseri gezegenin simsarlarınca süpürülmektedir.
Döneri Sol Eliyle Kesenler Derneği temsilcisi olarak, hele hele bir iktisadçı olarak, bu kısır döngüye son vermenin zamanı gelmiştir.
“Ücretli emek, sermaye” ve “Arz ve Talep Yasasının” ne demek olduğunu iyi bilirim. Bunu “ Ne kadar döner, o kadar dürüm” olarak da özetleyebilirim. (Sürekli alkışlar)
Sayın emekli generalimin de belirttiği gibi; Zinde Kuvvetler, ulusal sermayenin bekçisi olarak, her zaman teyakkuzdadır! Bundan kimsenin şüphesi olmasın!
Döneri Sağ Eliyle Kesenlerle aramızdaki fark; bizler, döner keserken sol elimizi kullanıyoruz; ne takunya giyiyor, ne de dönerin üzerine kadayif yiyoruz; bizler, dönerle yatıp dönerle kalkmanın gururunu yaşıyoruz!
O nedenle, Kurban Töreni sonrası satılamayan ve yedi gün buzlukta bekletilen etlerin, Döneri Sol Eliyle Kesenler Federasyonu Kasaplık Genel Müdürlüğüne devredilmesini diliyoruz.
Hepinizi içtenlikle selamlar, toplantı sonrası sizleri Mararat ana caddesindeki, üzerinde “Yumruk ve Meşale” levhası bulunan “Yanar Dönerim” döner salonuna bekliyoruz.
Dönerler şirketten”!
Salonun solunda oturanlarca şiddetle alkışlanan Döneri Sol Eliyle Kesenler Federasyonu temsilcisi, göbeğini iki eliyle kaldırıp, alkışlayanları selamlayarak, ön sıradaki yerini almış.
Emekli general ikinci konuşmacıyı sahneye davet etmiş,
Döneri Sağ Eliyle Kesenler Cemiyeti temsilcisi, salonun sağ tarafından yükselen sürekli alkış ve zaferi andıran işaretlerle konuşmasına başlamış:
“ Sizleri yüce önderin manevi huzurunda saygı ile selamlıyorum!
Döneri, neden sağ elimizle kesiyoruz? Çünkü, yüce Meüs’ün buyurusunda:
‘Her şeye sağlam başlamak istiyorsanız; sağınıza dönük yatın, karınızı solunuza alın, sağınıza dönük kalkın, önce sağ ayağınızı ayakkabınıza sokun, sağ ayağınızı atarak kapıdan çıkın, daha iyi görmek istiyorsanız sağ gözünüzü kapının anahtar deliğine dayayın, sağ elinizi kullanarak yemek yeyin, tokalaşın, kılıç kullanın’ denilmektedir.
Tüm kutsal kitaplarda bu yazılıdır. Yazıya sağdan başlamamızın gerekçesi de budur. Yukarıdan aşağı, soldan sağa doğru yazanlar bizden değildir!
Ancak, Sağ elinizin işaret parmağıyla çektiğiniz tetik, mermiyi menziline ulaştırır.
Sol elinizi ancak tuvalette kullanın!”
En son cümle, salona uzun dalgalar halinde yayılmış..
Salon birden karışmış, ortada kalanlar sağ ve soldan atılan döner kıymalarının hedefi olmuş.
Toplantıyı üst kattaki ışık deliğinden izlemekte olan Zinde Kuvvetler Komutanı hemen aşağıya inerek, kargaşayı gidermek üzere, düdüğünü kuvvetlice üfürmüş.
Toplantı öncesi gizlice yerlerini alan Mavlov Bölüğüne bağlı doksandokuz istihbarat görevlisi, ani bir refleks göstererek, sağ ve soldaki izleyicilerin, bileklerinden koltuklara kilitlemişler.
Salon, bir anda sakinleşmiş, fakat karşılıklı atılan döner kıymalarının saçtığı sarmusaklı, baharatlı ağır koku etrafa yayılmış. Tiyatro açık havada olmasaymış, bayılanlar olabilirmiş.
İkinci bir düdük sesiyle, sahne arkasında bekletilen kılıç kalkan ekibi davul zurna eşliğinde gösteriye başlamış.
Belediye Çalı Süpürgesi Müdürlüğüne bağlı görevliler de, salonun ortasından iki tarafa gül suyu serperek, ağır baharat kokusuyla mücadelede büyük bir başarı kazanıp, toplantıya katılanların alkışlarına mazhar olmuşlar.
Zinde Kuvvetler komutanı mikrafona yaklaşarak;
“Efendiler, tarihi bir gün yaşamaktayız. Bunun bilincinde olalım.Yetmişbeş paraya muhtaç olduğumuz şu kritik dönemde, sizleri itidale davet ediyorum. Ülkenin yabancı sermayeye, parasına olan ihtiyacını karşılamak üzere “İnanç Turizmini” tetiklemeye ramak kala, yersiz taşkınlık yapmak; abesle iştigal etmek değidir de nedir? Sorarım size..Kökü dışarıda olanlar, şimdi televizyonlarının, radyolarının başında ellerini oğuşturmaktadır. Bizi hıyar gibi ikiye bölmek için karanlık şeytanlarına yemin edenler, sevinçlerinden havaya uçmaktadır. Ülkemizin kaosa sürüklenmesinden menfaat uman karanlık güçler şunu iyi bilsinler ki; zinde kuvvetler olarak bizler, her saniye teyakkus halindeyiz, uyumuyoruz.. Sivri akıllılar, şunu kafalarına iyice yerleştirsinler; ellerimizde törpüler, geliyoruz, eğeleyeceğiz!
Ulusal çıkarlarımıza aykırı her hareketi, tarihin çöplüğüne gömeceğimizden kuşkunuz olmasın!
İçinizden geçenleri okuyabilecek kapasitede bir teknolojiye sahibiz.!
İçinize gizlice sızmış olan, aykırı düşüncelileri tahtakurusu gibi ezmekten zevk duyacağız!
Bu toplantıdan çıkacak karar, ulusal birliği pekiştirmek amacına hizmet etmelidir!
Bölücülüğe fırsat tanınmayacaktır!
Bölücüler, hayal ettikleri kaymağı ancak ipte, darağacında yiyebilirler!
Bu, böyle biline!”
Deyip, mikrafonu terini silmekle meşgul olan Belediye Başkanına uzatmış.
Ortalığın sakinleşmesinden yararlanan Belediye Başkanı, Döneri Sağ ve Sol Eliyle Kesen kuruluş temsicilerini sahneye davet edmiş. Ortalarına girerek, ikisinin elini havaya kaldırmış ve söylevine başlamış:
“Aziz milletim,
Ne demişler? “ Birlikten dirlik, ikilikten üçlük vede dörtlük çıkar!
İçinde bulunduğumuz dar boğazdan, ancak ve ancak iki elimizi birleştirerek, güçlenerek çıkabiliriz!
Döneri sağ ve sol ellerimizi birleştirerek kesecek olursak; daha çabuk ve daha ince keseceğimiz için daha çok kar etmenin kapısını açacağız.. (Şiddetli alkışlar)
Sağ el sol ele muhtaç, sol el sağ ele.. Değil mi aziz vatandaşlarım!?
Bende, milyarlarca yerli yabancı TV ve radyo izleyicileri önünde size söz veriyorum; kutsal kurban töreninde yenilmeyen, satıştan arta kalacak olan etleri, Dönerci kardeşlerim için kapalı zarf usulü, müzayede ile satışa çıkaracağım!! (Şiddetli alkışlar; yaşa, varol sesleri)
Yüce Meüs’ün işine bakın siz!
Yüzlerce senedir kanlı bıçaklı olan dönerci kardeşlerim, bugün huzurunuzda örnek bir hareket yaparak birleşiyor!
Ülkemizin kara bahtını değiştirecek olan bu birleşme, gelecek nesillere örnek teşkil edecektir!
Ben, ikinizin ortasında bu birlikteliği en samimi duygularımla kutlar, yüce milletimiz için hayırlı olmasını dilerim.
Bundan sonra beni, birleştirici bir güç olarak, her zaman, her yerde, herşeyin ortasında göreceğinizden emin olabilirsiniz!
Orta yoldan şaşmayın, çizmeyi aşmayın!!
Yüce Meüs’ün dördüncü gözü üzerinizde olsun!
Amin!! (Aralıksız alkışlar, ıslık ve ekemençe sesleri)
Döneri sağ ve sol eliyle kesenleri temsil eden iki kişi, sanki tek bir vucud olmuş gibi, huşu içinde, birbirlerine sarılarak sahneden inerken, salon :
“Yaya ya şaşaşa, Döner Cumhuriyeti çok yaşa” diye çınlamayı sürdürmüş.
Toplantıya katılanların bu coşkulu çağrısı “zinde kuvvet” komutanın ilgisini çekmekle kalmamış, hemen sağ cebinden çıkardığı cep bilgisayarına not düşmüş.
“ Döner Cumhuriyeti” Ha ? Hımmmmm!!!
Sağ ve Sol elleriyle döner kesenlerin birleşmesi, ülkenin hıyar gibi ortadan bölünmesini en son anda engelleyerek, en büyük başarıya imzasını atmış. Bu olay, ulusal bir onur olmaktan çıkmış, uluslararası medya aracılığıyla serseri gezegenin en güncel konularının baş köşesine oturmuş.
Tabii ki, bunda yörenin biricik radyosunun katkısı yadsınamazmış. Radyo çalışanları, yılın en yüksek oranda dinleyici ve reklam geliri sağladıkları için ikişer maaşla ödüllendirilmiş; toplantıyı canlı olarak yayımlayan radyo muhabiri hanım ise yılın “gazetecisi” ünvanına hak kazanmış.
Birleşmede en büyük katkıyı sunan iki dönerci, Mobel Ödülü’ne aday gösterilmekle kalmamış, Serseri Gezegen yüzyılının “en seçkin adamları” listesine girmelerine de neden olmuş.
Bu listeye girmeleri, zinde kuvvetlerin internet üzeriden başlattığı kampanya sayesinde gerçekleşmiş.
Sofraistan ilkokullarında öğretilen tarih derslerinin kapakları, ani bir meclis kararıyla değiştirilerek, iki dönercinin portreleri basılmış.
Mararat beldesinin biricik radyosunda, her hafta beş dakika, hanım bir öğretmen tarafından tarih dersi okutulmaya başlamış. Döneristan tarihini radyodan dinlemek, çocuklara yeni ufuklar açtığı gibi, tarih dersinden tam numara almalarına neden olmuş..
Sofraistan milli takımı ile Mararat beldesi yerel takımlarının giydikleri formaların ön ve arkası iki dönercinin portreleriyle desenlenmiş.
Sofraistan yazılı medyası döner reklamlarını sekiz puntoya çıkararak, rekor düzeyde gelir elde etmeyi başarmış. Medya patronları basından elde ettikleri karları diğer sanayi dallarına da kaydırarak, güçlü bir sektör haline gelmiş.
Aniden enflasyon iki rakamlı bir düzeye düşmüş ve devalüasyon oranı yüzde ellilere kadar gerilemiş.
Sofraistan’ın ulusal ve mahalli meclisleri, baroları, kahvehaneleri, meyhaneleri, ibadethaneleri, çocuk bakım evleri, hastaneleri, ölü yıkama evleri, eczhaneleri, lokantaları, çay bahçeleri, kütüphaneleri, üniversiteleri, taburları, ayaktopu takımları, tekvandu kulupleri “dönerin, girdi çıktısı” ile ilgilenmeğe başlamış, çıkan tartışmalar bir zamanlar “ ölü toprağı” serpilmiş gibi sakin olan Sofraistan’a yepyeni bir canlılık kazandırmış.
Artık yoldan geçen bir çocuğa : “Büyüyünce ne olacaksın? Sorusu sorulsa, karşılığı iki kelime ile:
“ Dönerci” olacam! İmiş..
Sofraistan Metafiziksel İstatistik ve Araştırmalar enstütüsünce gökyüzüne bakılarak elde edilen veriler ve düzenlenen kamu oyu yoklamaları, raportörlerce değerlendirildiğinde ortaya şok bir sonuç çıkmış:
Ülkede yaşayanlardan, musluğun başında olanların yüzde ellibiri, Sofraistanın adının “Döner Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesinden yanaymış. Fakat bunlar, ülke nüfusunun ancak yüzde üçünü oluşturuyormuş.
Ağzına sadece bal sürülenler: “Bal Cumhuriyeti” olarak değişsin istiyorlarmış.
“Muz Cumhuriyeti” olarak değişmesini isteyenler, azınlıkta olduğu için dikkate alınmamış.
Boğazlarından bir tahta kaşığı çökelek bile geçmeyenler ise: “Hiç bir değişim, kurumuş dilime tad katamaz” diyormuş. Bunlar, ülke nufusunun yüzde doksanbeşini oluşturuyormuş.
Geri kalan, sivri akıllılar hapishanede ve tımarhanede oldukları için, kamu oyu yoklamasına katılamamış. Bunların ülke içindeki oranı yüzde ikiyi bile bulmuyormuş.
Ulusal meclis alttan, üstten gelen baskılara dayanamayıp “Zinde Kuvvetlerle” yapılan üçüncü toplantı sonucunda kesin karara ulaşarak, Kutsal Kurban Törenine yirmiüç gün kala, Sofraistan”nın adını oy çokluğuyla “Döner Cumhuriyeti” olarak değiştirmiş.
Bu önemli kararın Kabayasaya aykırılığı tartışılıldıktan ve “Zinde Kuvvetlerin” oluru alındıktan sonra, resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş.
Ülkedenin her beldesinde yüzbir pare top atışı ile “Döner Cumhuriyeti” kutlanmış.
1 Misan tarihi, meclisten çıkan bir yasa ile Ulusal Onur Günü olarak anılması ve bu günde dönerden başka hiç bir şey yenilmemesi kararlaştırılmış.
Ülkenin yeni bayrağının çizimi için ödüllü bir yarışma düzenlenmesi kararlaştırılmış. Yarışmada birinci gelene, ölünceye kadar, yoğurtlu döner verilecekmiş. Döner yerken, hıçkırmak veya tıksırmak yasakmış.
Bu ara, büyük bir gizlilik içinde, düşüncelerini yazıya döküp mapusane ve timarhane duvarlarını aşırabilen sivri akıllının kafaları, kadife eldivenlilerce törpülenerek; yuvarlaklaştırılmış.
Sivri sivri düşünerek, konuşmakta direnenleri yakalamak için Mangal köpekleriyle birlikte sürek avları düzenlenmiş. Yakalananlar, Cadı Yasası uyarınca, aynı gün karara bağlanıyor ve büyükçe döner demirlerine takılarak, kitlesel şölenlerde yakılıp, dumanları havaya savruluyormuş..
Böylece, Döner Cumhuriyeti büyük bir sessizliğe ve esenliğe kavuşabilmiş.
Bu sessizliğe rağmen “Zinde Kuvvetler” her zaman ve her yerde “teyakkus” halini sürdüremeden edemiyormuş. Ülkedeki her üç gözlüye, bir askeri istihbarat memuru düşüyormuş.
<DEVAM EDECEK>
Görsel: Caravaggio
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.