Korku ve Düş
KORKU VE DÜŞ
Arabaya yetişemeyince, Dallas blokları arasında aşağı yukarı gezindi. Ne ki, bu günlerde garip duygulara kapılırdı. Öğrencilerinin iyi akşamlar dilemesini, arkadaşlarının yolların bozukluğundan dert yanmasını duymuyordu. Bir boşlukta yürüyor gibiydi. Belediye otobüsüne bindiği zaman, kendisini toparlayabildi. Arka koltuklardan birine geçip oturdu. Camın buğusunu eliyle silerek dışarıyı gözledi. Sis ve çimento fabrikasının tozu, ölü toprağı gibi serpilmişti evlerin üzerine... Toz karmaşası içinde ışıklar sönükçe parıldıyor, insanlar koşar adım kirli havadan kaçıyorlardı. Birden delifişek bir umut, bilincinin ısınan dağlarını çağıl çağıl biçimlemeye başladı. Yıllardır yabancı bir ülkeye gitme özlemi yer etmişti usuna. Görmediği kentler gözlerinin önünde canlanırdı. Bir işe sahip olmanın özlemini düşlerken, ineceği durağı bir durak geçmişti. Evine doğru hızlı hızlı yürüdü. Babası bugün Ankara’ya gidecekti. Yolcu etmesi gerekirdi.
“Saat gece onda gideceğim” demişti babası evden çıkarken. Saatine baktı; yedi suları falandı. Merdivenleri çabuk çabuk çıktı. Zile dokundu. İçerdekinin “Kim o” sorusunu yanıtlamadan daldı içeri. Kabanını çıkarıp salona geçti. Açlıktan midesi kazınıyordu. Babası yoktu.
“Babam nerede, gitti mi yoksa? Sofrayı kursana, midem kazınmaya başladı.”
“Bacıngilde, saat on birde gidecek” diyen karısı, kızına döndü:
“Haydi, kızım, hazırla sofrayı.”
Sofraya oturdu. Yemeğin gelmesini beklemeden bir dilim ekmek aldı.
“Müseyip’in arkadaşlarını içeri almışlar. Abim bu gün Müseyip’i telefonla aradı, iyiymiş” diyen karısına baktı. Sinirlendi, ama belli etmedi.
“Nasıl alırlar bütün arkadaşlarını?”
“Ne bileyim almışlar işte!”
Birden, vahşi bir korku kelepçe oldu yüreğine. Olanca gövdesini sızılar kapladı. Korkunun gizli cenderesi solumasını güçleştirdi, yemek yemesini kesti. Tabanlarından beynine doğru, elektrik akımını andıran kıvılcımlar depreşti sanki! Hayır depreşmedi, sıvımsı bir nesne beyninde çalkalandı durdu... Bir yandan korku, bir yandan düşünceler yarışırken, titreyerek kalktı sofradan. Geçip divana uzandı. Gözlerini yumdu... Ailece sürgit bu didişmeli ortamda birbirlerinin sığınağı olmuşlardı uzun süredir...
Bir gün sıranın kendisine de geleceği korkusu yer etmişti usuna.
“Neyim var, bir yere karışmadım ki” diye direniyordu. Korku ve us arasındaki itişmeler, kakışmalar, çelmeler, takılmalar ve gülüşmeler, haykırarak haklılıklarını kanıtlamaya çalışıyordu. Kimileri de küme küme, engel tanımadan, beynin tüm kıvrımlarını ele geçirip barikatlar kuruyordu, anlaşılmayan bir hızla kıyasıya vuruşuyordu. Işıktan daha da hızlı öldürücü silahlarını kullanıyorlardı. Hangisinin baskın çıkacağı belli değildi. Adam bir cendereden süzülerek geçiyor gibiydi. Korku giderek üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken us da kan pahasına direniyordu.
Yüzünü duvara doğru çevirdi. İçerdeki arkadaşlarını acıyla anımsadı.
“Onlar insan değil mi yoksa? Peki, onlar bir yere karıştılar mı, bir suçları mı vardı? Gecenin birinde kapıları çalınmış, alınıp götürülmüşlerdi. Gün yok ki götürülen olmasın. Yine de benim hiçbir şeyim yok! Götürülen arkadaşlarımın suçları olmasa bu kadar bekletilirler miydi? Belki benim de bilmediğim bir suçları vardır. Neler düşünüyorum, ben saçmalıyorum galiba. Suçsuz, günahsız onlar. Ahhh! Biz insanoğulları, iğnenin ucunu gördük mü yüz seksen derecelik dönüş yaparız... Eğer onlar suçluysa… Suçsuz olan kim peki? Kimin kime yarandığı, kimin kime çalıştığı belli değil. Sonunda at izi it izine karıştı! Benim bile kimden yana olduğum, ne düşündüğüm anlaşılmadı henüz...
Bir gün koparsa fırtına, uzanırsa yere doğru bir hortum, işte o zaman köşe kapmaca oynarız istediğimizce!”
Başı zonkluyor, beyninin kıvrımları arasında ırmaklar akıyor gibiydi. Düşleri yoğunlaşırken bir çıkmaza doğru sürüklenir gibi oldu. Sonunda, korktuğuna uğradı düşlerinde. Us, korkuya engel olamadı bir süre.
Dövmeler sövmelerden sonra zifiri karanlık bir odaya kapatıyorlar. Her yanı sızım sızım… Gözleri giderek alışıyor karanlıklara... Duvarın birinde bir örümcek geziniyor, uzun bacakları ağır ağır kalkıp iniyor yukarı tırmanırken. Tavanda gezinen örümcek, ağıyla sarkıyor, adamın başı üzerinde duruyor bir süre. Sonra büyük bir hızla adamın beynine giriyor... Örümcek adamın beyin kıvrımları arasında giderek büyüyor; örümcek büyüdükçe adamın rahatsızlığı da artıyor. Bir zaman sonra da kafatası kemiklerini çatlatarak çıkıyor dışarıya. Görevliler kaçışıyor ilkin, az sonra silahlar patlıyor, mantarımsı bir şeye sıkılmış gibi, “pof, pof” diye ses çıkarıyor silahlar. Örümcek hiçbir şeye aldırmadan koca binayı yerle bir ediyor. Sonra da dalıyor kentin ara sokaklarına. İnsanlar kaçışıyor, evler yıkılıyor. Örümceğe karşı can pahasına direnenler ölüyor bir bir. Kadınlar, çocuklar gözyaşları arasında birleşiyorlar; birlikte, omuz omuza... Kocaman örümceğin dört bir yanını çeviriyorlar. Karıncalar gibi sarıyorlar her bir tarafını, korkmadan birliktelikle...
Çürümüşçesine, “pof” diye yığılıyor olduğu yere örümcek. Adam enkazın altından çıktığı zaman, güneş dört bir yanı ışığa kesmişti. Işıklar göz kapaklarını öpüyordu sanki. Kentin yıkıntıları arasında dolandı. Tanıdıklarını arıyor, tersine herkes tanıdık... Ölenlerin çoğu tanımadıkları yabancılardı. Yakalarında anlamını bilmediği yabancı sözler; “Mss, Con, Sepi Con” yazılıydı çoğunun. Onların kendi ülkelerinde ne aradıklarını, neye niçin öldüklerini anlayamadı pek. Sonunda korku yenik düşerek yenilgiyi kabullendi. İlmek ilmek, yüreğinde ısınan
sözler çağıldayarak aktı.
“Öfke boyumuzu aştı... Herkes kendi örsünde dövülmeli. Canavar kendi gömütünü kendisi hazırlar. Çiçekler sulandıkça boy atar uzanır, çiçek açarlar. Biz, el ele, göz göze iyiliklere yürüyeceğiz bir gün. Bir dünya kurup dostluğu yoğuracağız. Tohumlarını bir bir serpeceğiz dünyanın dört bir köşesindeki mazlumların yüreğine. Acıları acımız, hüzünleri hüznümüz, çileleri de çilemiz! İşte o zaman görün bizi, görün ki kırlarda çiçekler nasıl sevgiyle, özgürce dillerini güneşe uzatırlar. Kuşlar birliktelikle şakıyarak öter. Kurtla koyun yan yana dolanır, birbirlerinin haklarına saygı gösterirler. Karanlıklar aydınlığa dönüşür kısa zamanda” diyen düşlerle yerinden kalkarak odanın içinde aşağı yukarı gezindi. Beti benzi küle kesmişti. Sofaya geçti, kabanını giyindi. Kapıyı açıp çıkacağı sıra geri döndü.
“Babamı yolcu etmeye gidiyorum, belki gecikebilirim” dedi.
Taki Akkuş