- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Müebbet
Cezaevi yönetimi toplandı. Mahkûmların koşullarını iyileştirmek, hükümlerini daha iyi koşullarda çektirmek ve aralarındaki eşitsizlikleri gidermek için çeşitli kararlar almak istiyorlardı. Gündemlerinde büyük değişiklikler ve görevlendirmeler vardı. Bu amaçla bir dizi değişiklik kâğıtlara sıralandı ve tartışmaya açıldı.
İdarenin toplantısı sürerken, mahkûmların gündelik yaşamları da olağan şekliyle devam ediyordu. Çoğunun yatakları lime lime olmuş, idarenin dağıttığı karavanın yarı aç yarı tok halleriyle bitap ve hastalıklarla boğuşmaktan ötürü bıkmış haldeydiler. Üstelik kumar oynatan, uyuşturucu satan, dışarıdan kaçak yollarla içeriye soktuğu çeşitli malzemeleri mahkûmlara satan koğuş ağaları ve onlarla birlikte hareket eden güçlü-kuvvetli bir kısım mahkûm yüzünden de sürekli baskı ve zulüm altındaydılar. Yetmezmiş gibi bir kısım mahkûm da sürekli olarak cezaevine ait olmadıklarını ileri sürmekte, kendilerine özel koğuşlar talep etmekte, çeşitli vesilelerle isyanlar ve yangınlar çıkarmakta ve kendilerine itiraz eden mahkûmları acımasızca şişleyebilmekteydiler. Bütün bu tabloya itiraz eden ve çoğunlukla cezaevinin kütüphanesini kullanan bir kısım mahkûm ise, sorunların temelinde cezaevi yönetiminin ve yönetime destek veren bir kısım mahkûmun olduğunu ileri sürdükleri için apar topar toplanmış ve yönetimince çarptırıldıkları cezayı çekmek için hücrelere tıkılmıştı. Ceza evinde itiraz edilecek en son yer; idareydi.
Yönetim toplantısında yaşanan tartışmalar büyüdü. Kimi idareciler önerilere tamamen karşı çıktı. Alınacak önlemlerin mahkûmları daha da boğacağını, büyük isyanlara neden olacağını ve sonuçta bütün mahkûmların bir olup, cezaevini başlarına yıkabileceklerini bile ileri sürdü. Bir kısım idareci önlemlerin yetersiz olduğunu fakat mutlaka bir şeylerin değiştirlmesi gerektiğini söyleyerek, iyi ya da kötü sonuçların yaşanarak anlaşılabileceğini savundu. Önlemlerin yazılı olduğu kâğıt masada dolaşıp duruyor, her idareci ayrı bir köşesine notlar karalıyor ve bir türlü uzlaşılamıyordu.
Mahkûmların herhangi bir işleri, uğraşıları yoktu. Böyle bir dertleri de yoktu. İdarenin verdiği karavana yemek ve ucuz tütün, akşamları da uzanıp yattıkları lime lime yatak kendilerine yetiyordu. Bir meşgale, bir uğraş ya da bir üretim dertleri yoktu. Bütün gün miskin miskin gezinmek, köşe başlarına çömelip etrafı izlemek ve çık sık yaşanan kavgalara, arbadelere hatta ölümlere hiç karışmadan, birer maymun gibi olanları izlemek, kendilerine yetiyordu.
Mahkûmların onuru yoktu. Böyle bir dertleri de yoktu. Yanı başlarında joplanarak dersdest edilen başka mahkûmlara, geceyarısı koğuşundan alınıp işkenceye götürülen mahkûmlara ya da karavanası kesilip açlığa terkedilen, horlanan, dışlanan mahkûmlara ses etmezler ve idare kendilerine ilişmediği sürece gıkları çıkmazdı.
Mahkûmların haysiyeti yoktu. Böyle bir dertleri de yoktu. Yönetimin sakıncalı bulduğu kitaplar yüzünden kapatılan kütüphaneye zaten hiç uğramadıklarından, kapılarının ilelebet kilitlenmesine de ses etmemişlerdi. Yine yönetimin belirlediği kanallardan başka kanalların izlenemediği televizyonun olduğu salonda, çeşitli eğlenceleri, magazinleri ve diziler izlemek kendilerine yetiyordu. Buna itiraz edip idareye karşı gelen ve kütüphane talebinde bulunan, kitaplar isteyen, başka kanalların da izlemeye açılmasını dile getiren mahkûmların, yönetimce dövülerek hücrelere tıkılmasına seyirci kalmışlar ve olaylar dinince televizyon odasına girip, bir mankenin aşk hayatını izleyerek çekirdek çıtlamaya devam etmişlerdi.
Mahkûmların şerefi yoktu. Böyle bir dertleri de yoktu. Bazı mahkûmların görüş günleri iptal edilirken, bazı mahkûmların revire gitme talepleri reddedilirken, bazı mahkûmlar çeşitli mektuplar yazarak dağıttıkları için tekmelenir ve hücreye atılırken, mahkûmlar mescide kapanıp namazlarını kılar ve sonra mescidin önüne çömelip olan bitenleri izlerlerdi. Cezaevinde yasak olan sakal, tespih ve takunyanın kendilerine serbest bırakılmasını keyifle anlatırlar, idarenin ne kadar dini bütün olduğunu söylerler ve bir sonraki namaz vaktine kadar orada, öylece olan bitenleri izlerlerdi.
Yönetimin toplantısı beklenenden uzun sürüyordu. İtirazla yükseliyor ve itirazlar çoğaldıkça yeni tedbirler alınması gerekli oluyordu. Mutlak değişim talebinde olanlar bir ara verdiler. Kendi aralarında toplanıp durum değerlendirmesi yaptılar. Aslında çoğu uygulamadan şikâyetçi değillerdi. Böyle bir değişimin olup olmaması ya da mahkûmların daha iyi şartlara kavuşup kavuşamayacakları da pek umurlarından değildi. İstedikleri şey; düzenin daha sıkı koşullarla kendilerine bağlı olması, tek tük gelen itirazların değerlendirilmesinde son kararı kendilerinin vermesi ve mahkûmlar sürüsünün kendilerine mutlak biat edecekleri sonsuz bir sürecin temin edilebilmesiydi.
Değişikliğe itiraz edenler de kendi aralarında konuşuyorlardı. Eğer değişim gerçekleşirse, yönetimdeki yerlerinin zayıflayacağını ve mahkûmların kendi otoritelerini artık dikkate almayacaklarını ve bir süre sonra mecburen emekliliğe sevk edilip, otoriteden yoksun bırakılacaklarını düşünüyorlardı. Bir başka itiraz eden idareci ise değişikliğin isyanlara neden olacağını, mahkûmlar arası derin ayrılıkların doğacağını, cezaevi isyanlarının neden olduğu pek çok olay sonrası her yanın yangın yerine döneceğini ileri sürüyorlardı. Ve bir itiraz eden başka bir idareci ise meselenin cezaevi koşullarını iyileştirmek ya da daha insancıl koşullarda ceza çektirmekten ziyade, yönetimin mutlakiyetini sabitlemek ve mahkûmları üzerine koşulsuz bir tahakküm sağlamak yönünde olduğunu savunuyordu. Bunun sonucu olarak, bir gün kendilerinin bile mahkûm haline getirilebileceklerini ve artık özgürlüğün sadece idareye ait bir kavram olarak hayallerde yer alacağını, kendilerine ise karanlık cezaevi mahkûmiyetinin kalacağını söylüyordu. Ara sona erdi ve toplantıya devam edildi.
Mahkûmlar da kendi aralarında söylentilerle, mevcut değişimi tartışıyorlardı. Değişime dair pek bir fikirleri yoktu. Bir kısım mahkûm, yönetimden her durumda memnundu. O nedenle yönetimden gelecek her tür değişime razıydı. Değişimin içeriğini, nedenini, sebebini ve sonuçlarını umursamıyorlar ve koşulsuz kabul ediyorlardı. Dünyanın diğer cezaevlerinde işlerin nasıl yürütüldüğünü bilmiyorlar, oradaki mahkûmların koşullarını bilmiyorlar ve cezaevlerini, dünyanın en güzel cezaevi sanıyorlardı.
Bir kısım mahkûmsa yönetime taban tabana karşı olduğunda, gelecek her tür değişime kapalı duruyorlardı. Bunların da değişimin içeriğinden pek haberleri yoktu. Değişimden ziyade yönetime karşıydılar ve bu nedenle her tür teklifi reddediyorlardı. Bu fikirlerini savunurken karşılarında yer alan koşulsuz kabullenmişlerle atışmalar, ateşli tartışmalar yaşıyorlar ancak bir sonuca varamıyorlardı. Derken idarenin dağıttığı haşlanmış makarna geliyor, idarenin yaktığı sobalar ateşleniyor ve sıcacık koğuşlarda yemekler yenip, osuruk kokan yataklara uzanılıyordu.
Her yönetime yakın ve dümeninden memnun mahkûmlar, oluşan kararsızlıkların kendilerine yöneleceğinden rahatsızlardı. Madem yönetim değişiklik istiyordu, bundan kendi paylarını da almaları gerekiyordu. Daha çok barbut masası, daha çok dışarıdan kaçak yiyecek ve kendilerine sağlanan daha çok ayrıcalık karşılığında, değişimin ‘iyi’ bir şey olduğunu pek ala söyleyebilirlerdi. Bu nedenle mahkûmlar arasında dolaşıp konuşmalar yapmaya ve değişimin güzel bir şey olduğunu anlatmaya koyuldular. Kendilerine borcu olan mahkûmlar boyunlarını bükerek dinlemeye, kendilerinden ilaç, uyuştucu, çorap gibi az bulunan şeyleri alabilen mahkûmlar sessizliğe koyuldular. Garidyanların olan bitenleri haberdar ettiği yönetimde tebessümler oluştu. Ve dümeninden memnun mahkûmlar not alındı. Değişim sonrası sırtları sıvazlanacaktı.
Ara sonrası daha da hararetlenen toplantıda ipler iyice gerildi. Yönetimi oluşturanlar bir ortak yol bulamadılar. Bir yandan değişime gerek duyulduğu söyleniyor, diğer yandan değişimin nasıl yapılacağı tartışılıyordu.
Mahkûmlar arasında başka cezaevlerinde yatmış, okuma-yazması bile olmayan onlarca mahkûmun mektuplarını yazıp okuyan ve yönetimin televizyon ve kütüphane sansürünü ölümüne sorgulayan bir kısım mahkûmsa ise hücrelerinde tedirginlikle bekliyorlardı Küçücük pencerelerinden feryatları yükseliyor, küçük kâğıtlara yazdıkları kelimeleri mahkûmlara ulaştırılmıyor ve onların bulunduğu hücrelerin altındaki duvarda çömelip sigaralarını tüttüren mahkûmlar, idarenin toplantısını tartışıp duruyorlardı.
Mahkûmların insafı, vicdanı yoktu. Böyle bir dertleri de yoktu. Yönetimin cezaevi bahçesindeki bütün ağaçları kökünden kesmesine, ağaçlara konan kuşları teker teker zehirlemesine, bazı mahkûmların odalarında binbir emekle büyüttüğü çiçekleri tarumar etmesine ses etmemişlerdi. Bir mahkûmun elleriyle beslediği küçük hamamböceklerine bile tahammül edememişler ve ayaklarının altında ezip öldürmüşlerdi. Mahkûmlar ağaçların zaten çok yaprak döktüğünü ve avluyu kirlettiğini söylemiş, kuşların oraya buraya sıçtığını anlatmış ve dinimizde böcek beslemek zaten haramdır diyerek idareye taraf çıkmışlardı. Böylece cezaevi bir dikili ağacın bile bırakılmadığı, bir uçan kuşun dahi kalmadığı ve mahkûmlardan başka hiçbir canlının nefes almadığı hale getirilmişti.
Kendilerini cezaevine ait saymayan, ayrı koğuşlar, ayrı gardiyanlar, ayrı içtimalar talep eden mahkûmlarsa kendi aralarında toplanmış ve verip veriştiriyorlardı. Değişimin her halükarda iyi olacağını ve taleplerinin yerine getirilmesi için fırsat doğacağını ileri sürüyorlardı. Sabah çorbasını hayvanlar gibi birlikte içtikleri, avlu temizliğini köpekler gibi birlikte yaptıkları, Cuma yoklamalarında koyun sürüleri gibi birlikte sayıldıkları, aynı hamamı kullandıkları, aynı ranzalarda horladıkları mahkûmları, iş ceza çekmeye geldi mi ‘birlikte’ saymıyorlar ve ‘ayrı’ olduklarını anlatıyorlardı. Eğer talepleri yerine getirilmezse, yaptıklarını yine yapacaklarını ve koğuşları yangın yerine çevireceklerini, mahkûmları şişleyeceklerini, ranzaları, masaları kırıp dökeceklerini fısıldaşıyorlardı. Oysa cezaevinin en aç, en pis, en izbe, en hastalıklı koğuşları kendilerindeydi. Ellerine bir bez alıp silmedikleri yerler bok içerisinde, bir kova su dökmedikleri ranzaları çiş kokusunda, hastalıktan bir deri bir kemik kalmış mahkûmları böğürürken, mahkûmlar bağımsızlıklarından dem vuruyorlar ve değişim istiyorlardı.
Yönetim güvendiği bazı mahkûmları cezaevi içerisinde gizlice görevlendirdi. Bu mahkûmlar, cezaevi çoğunluğunu oluşturan mahkûmları ikna edeceklerdi. Böylece çoğunluk olarak yönetimden taraf çıkılınca, değişim gerçekleşecekti. Bu amaçla, okuma-yazması olmayanlar bir araya toplandı. Kimsesiz, görüş günleri bile kimsecikleri gelmeyen garibanlar aralarına serpiştirildi. Makarnayı çok seven, ranzası sobalara en yakın, tütün parası ihmal edilmemiş boş gezenler de kalabalığa katıldı. Bunları arasına dümeni tutturmuşlar da eklendi. Mahkûmlarının namazları beklendi Ve namazları bitince, kalabalığın dış çemberine de çember sakallı mahkûmlar yerleştirildi. Ağaçsız avluda toplanmış mahkûmlar tek tek sayıldı. Kalabalıktan uzak tutulan ayrılıkçı mahkûmlar koğuşlarına çekildiler. Değişime itiraz eden hücre mahkûmlarının sesi gelmesin diye parmaklıklarına naylonlar çekildi. Avlunun diğer tarafına toplanmış haldeki itiraz eden mahkûmlara gösterilmek üzere hazırlanmış olan masanın üzerindeki örtü kaldırıldı. Örtünün altından boş bir yemek tabağı, parçalanmış bir tespih ve eski bir postal çıktı. Sonra gardiyanlar kendi kalabalıklarına fısıldadı. ‘Tabaklarınız dolsun mu?’ Kalabalık önce şaşırdı, ses çıkmadı. Gardiyanlar ellerinde sopaları sallayarak tekrar sordu. . ‘Tabaklarınız dolsun mu? Karınları açlıktan guruldayan kalabalık birbirini dürterek hep bir ağızdan bağırdılar.’ Eveeeet!’ Gardiyanlar gülümseyerek tespihi gösterdiler ve devam ettiler. ‘Tespihiniz bağlansın, zikirleriniz çoğalsın mı?’ Çember sakallılar sakallarını titreterek, hep bir ağızdan gürlediler.’Elhamdülillah Eveeeet!’ Onların gür sesine, diğer mahkûmlar da destek verdiler.’ Eveeet!’ Gardiyanlar postalı göstererek devam ettiler.’ Size zulmeden asker cezalandırılsın mı?’ Mahkûmlar hep bir ağızdan öyle bir Evet çektiler ki; cezaevinin dışındaki binaların camları bile sarsıldı. Avlunun diğer tarafındaki mahkûmlarda kısa bir sessizlik hâsıl olmuşken, içlerinden yaşlı biri çatallaşmış sesiyle;’ Aç bırak, imansız bırak. Üstüne de intikam ekle. Al sana Evet’ dedi.
Yönetimin penceresinden aşağıya bakıp olanları izleyen idareciler, dönüp cezaevi müdürüne baktılar. Müdür kalabalığı gösterip; ‘Mahkûmlar yemek ve ibadet istiyorlar.’ Dedi. Sonra da cezaevi komutanına dönüp’ Ve sizi de istemiyorlar’ diyerek devam etti. Sonra masaya oturdu. ‘Görüyorsunuz ya; bir cezaevinde bile demokrasi olabiliyor. Çoğunluğun Evet dediğini kulaklarınızla duydunuz. Bundan böyle bu cezaevinin yönetimi bana aittir’ dedi.
Toplantı bitti ve idareciler dağıldılar.
Akşam mahkûmlar osuruk kokan koğuşlarına tıkıldı. Sidikli ranzalarına yayıldılar. Yönetim bulgur ve makarnadan oluşan yemeklerini dağıttı. Bir kısım mahkûm üzerindeki korkuları atarak, jiletlerini sobaya bastı. Bundan sonra sakal hepimize serbest, ilk iş olarak da dışarıdan bir seccade aldırayım diyerek namaza durdurlar. Sobaya yakın uzanmış ve götünü sıcağa vermiş olanlar kürdanla dişlerini karıştırırken, Allah idaremize zeval vermesin, her şeyimiz var dediler. Koğuşların diğer taraflarındaki ağalar, ellerindeki hesap kitap notlarına bakıp, borçluları işaretlemeye devam ettiler. Yeni dönemde birkaç babut zarı ve iskambil destesi aldırıp, dümenlerini daha da genişletme kararı aldılar.
Gece çökerken, askerler cezaevini terkediyorlardı. Nöbet kulübeleri bir bir boşaldı. Askerler istenmedikleri bu cezaevinde daha fazla kalmayı ve hükümlülerle daha fazla uğraşmayı istemiyorlardı. Boşalan kulübelere yönetimin seçtiği memurlar geçti. Ellerinde sopalarla nöbet değişimi gerçekleşti.
Hücrede bekleşenlerin sesi kesildi. Hepsi gözlerini tavana dikmiş, herhangi bir şey ummadan, öylece, ümitsizce ve sadece tavana bakıyorlardı. Hücerenin duvarlarında gezinen karafatmanın bile aklında aynı şey vardı. ‘ Mahkûmiyet.’
Değişime karşı olanlar kendi koğuşlarına çekilmişlerdi. Onlara akşam yemeği dağıtılmamış ve koğuşlarındaki sönük soba yüzünden, titreyerek oturuyorlardı. Bağlamaları da alınmıştı. Mektuplar yazdıkları kâğıtlar da alınmıştı. Kitapları da alınmıştı. Kalemleri de alınmıştı. Herşeyleri alınmış, ‘mahkûmiyetleri’ bırakılmıştı.
Ayrılıkçı mahkûmlar tam bir dayanışma içerisinde yanyana oturmuşlar ve kendi dilleriyle fısıldaşıyorlardı. Yanlarında dış duvarlardan içeriye gizlice atılan karpitler, ceplerinde gardiyanlara aldırdıkları kirbitler ve bol miktarda gaz yağı vardı. Varsın karınları açlıktan guruldasın, varsın koğuşları ağzına kadar boka batsın. En yakın zamanda yemekhaneyi nasıl tutuşturacaklarını, idari binayı nasıl ateşe vereceklerini planlayarak konuşmaya ve planlarını yapmaya devam ettiler. Eninde sonunda ayrı bir koğuş, ayrı ranzalar ve ayrı bir ‘mahkûmiyet’ alacaklardı.
Cezaevinin ‘demokratik’yollarla tescillenmiş müdürü, aldığı tek cümlelik yeni kararını bir kâğıda döktü. Sabah yönetime verdi. Mahkûmlara tebliğ edilmek üzere imzalandı. O sabahtan itibaren, kayıtsız şartsız bütün mahkûmların mahkûmiyeti, ‘MÜEBBET’ olarak karara bağladı. Artık ayrım yapılmaksızın herkes, müebbeten içeride kalacaktır.
Karar çoğunluk tarafından sevinçle karşılandı. Makarnalar yenilecek, tısır tısır uyunacak, namazdan namaza abdest alınacak, sobanın yanında osurulacak ve şükür çekilecekti.. İki gazete ile okumak keyfi giderilecek, üç kanaldan haberler izlenip eğlenilecekti. Karnı tok, sırtı pek, imanı tam mahkûmlar için bir uğraşı edinip üreterek onurlu olmak, haksızlığa tek yumruk olup şerefle yaşamak ve ayrıma dur diyerek haysiyet kazanmak çoktan uçup gitmişti. Aç karınlara yönetimden gelecek karavana, hasta bedenlere yönetimden gelecek revir, vakit namazlarına yönetimin silip süpürdüğü mescit ve eğlenmek için televizyon odası olduktan sonra, müebbet en güzel seçimdi.
Ve bir cezaevi özgürlüğünü, işte böyle kaybetti.
YORUMLAR
Tebrikler, tebrikler... Ne iyi ki ismi dikkatimi çekti de yazıyı açtım. "Tatar çölü" gibiydi yazı. Başlardaki tekdüzelikde hafif kaçmak istedim ama her paragrafta daha çok içine düştüm Bastiani kalesinin. Benden yıldızlı yıldızlı on puan..
Mükemmel müebbetlerimizde herkese iyi uyuklamalar...