- 1250 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
i$te yaban gülünün gurbete ciki$ hikayesi
Gurbetde yabancı, vatanda Alamancı politikası güderek yaşatılıyoruz. İnsanlar bazen cok acımasız oluyor. Buda onların yaradılışlarından dolayı diyorum kendi adıma. Kimlik vede kişilik bazen heç işe yaramıyor. Vatandan sizi alıp gelene dek herşey toz pembe. Sınırı geçince köprüyü geçene kadar meselesine dönüyo. Yeni bir diyara gelmis gibi oluyorsunuz. Alis harikalar diyarı var ya, ha işte aynı ona benzediyorum ital gelin vede damatlarn yurt dışındaki yeni başlayan hayatlarını. Her şey bambaşka, aydan gelmiş gibi oluveriyor insan bir kac saatin icinde.
Duyupta anlayamamak ne demek ? 18 Sene önce bu terimin tam anlamını utanarak öğrendim
Bundan 18 sene önceydi gurbetle ilk tanışmam. Evlenip, iki gün sonra da ailemden ayrılıp Almanya’ya ital gelin olarak geldim. Özlem, hasretlik herşey birbirine girmiş, neyin ne olduğunu yeni bir aile ortamına girince anladım. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı durdu. Hepsi bir, dilini, dinini, kültürünü bilmediğim bir yaban elinde yaşam mücadelesiydi. Belki de varlık içinde bir yoklugun hikayesiydi bu benim için. Yeni bir hayata bir yabancı olarak Bismillah demiştim sadece.
Neyse evdekilere alışmaya başlamıştım artık. Ama hiç unutmam, yeni geldiğim o yılda yani1992’de devamlı yağmur yağıyordu. Adeta benim hasretliğimi benimle paylaşırcasına ağlayan bir dost gibi. Ama, o da beni teselli etmiyordu. Cünkü bir özürlü gibi, yani başkasına bağımlı yaşayan ve özür nedeniyle dışarı çıkması kısıtlanan engellenen bir engelliydik artık. Engelli diyorum, çünkü amcamın kızı eltimdi ve o benden 3 ay önce gelmişti. Ağzımiz vardı, ama o papuç kadar olduğu söylenen dilimiz artık bir lâl olmuştu. Türkçe sadece 4 odada konuşuluyor dışarısı bizim için bir sağır odaydı. İstediğin kadar hey ben burdayım ,benim adım şu, bu.. felan de, hiç sökmüyordu insanlara. Dışarıdaki hayat bana göre Amerikan filimlerindeki evler ve insanlardı sadece, herşey yapmacıktı sanki. İnsanların yüzünüze baktığını ve sizin bir dilsiz gibi aval aval bakarak suskun bir heykel olduğunuzu zannetmeleri cok üzücüydü. Hele de o kutsal anamın, ebemin, hacının, hocanın (bayan olarak) başına taktığı basörtüsünün yanlızca öcü gibi görünmesi en acı vericiydi benim için. Evlendiğimin ikinci günü başörtüsüyle kötü bir şekilde tanışmıştım zaten. Kötü diyorum, 21 sene açık saçlı ve bir günün içinde başörtüsü kafada. İnaninki tutturamıyordum bile. Hele eltimin başörtüsü ağaç dalında takılı kalmışta haberi olmamış konu komşu “kız örtün nerde” deyince, kaysı dalında takılı olduğunu görünce gülme kirizine girmişler. Anlayın artık durumumuzu. Neyse biz onu ginede başımızın üzerinde zorda olsa tutmayı başardık. İnanınki bir yabancı çocuğuna yaklaşıpta merhaba demeye korkuyordum, çünkü çocuk beni öcü sanıp ağlamaya başlıyordu. O da benki cocukları çok seven bir insan için, çok kırıcıydı. Ama artık alışmak lagzımdı. Bizim böyle olmamızı istemişlerdi vede olduk (biraz zor oldu ama neyse).
Dil kursuna yazıldık, bir kaç kere götürdüler bizi. Sonra, hadi bakalım yalnız tranvayla gidin dediler. Ben ki, bir kere iplik almaya yalnız çarşıya gitmiş ve yolda bütün sülaleden çabuk EVEEEE diye laf işitmiş bir bayan olarak, yandık dedim. Ya birisi bir şey söylerse ne yaparız kız Fatma dedim. Aman abla sende abarttın ha (O biraz daha serbest büyümüştü, kendine güveni vardı) Ama, elin gavur memleketinde dini olmayan birine karşı ne yapabilirdik ki. Sadece bir iki küfür vardı. Hepside buydu. Bana yan bakan veya sert laf söyleyene repertuvarımdaki küfürlerden sıralıyordum. Anlamıyordum, ama boşa gitmesin sinirim deyip konsere başlıyordum. Neyse kurs muhabbeti başladı, ilk kez yalnızdik artık. Dedimki kız Fatma biri laf atarsa gel bir iki taş alalım cebimize koyalım. Fatma, “abla çıldırdın mı kız, it mi daşlıyacan” elalemin iti bile akıllıydı, hepsi tasmalı. Aradım taradım o canım memleketimin daşını değil tozunu bile bulamadım ha. Bir ara kaldırımı sökmeye bile çalıştım. Ama oda fayda etmedi yonanın malı dinlerinden daha sağlamdı adeta, sökemedim. Aha yandık dedim. Neyse tranvayla yol aldık, yolda gördügümüz büyükce binayı kendimize durak edindik. Hepte ben dikkat ediyordum, ona kalsa o yolu yüz kere giderdik, cünkü o korkuyordu bende delikanlı gibi büyütüldüğüm icin kahraman gelin rolünü muhteşem bir şekilde oynuyordum. Böylece dışarı serüvenimiz başladı. Taş bulamadık ya, yeni bir taktik geliştirdim. Artık daha güçlüydüm, niye diyeceksiniz ;artık sivri uçlu kocaman bir şemsiyem vardı.
Ne demişler, Türk milletinde çağreler tükenmez. Birkaç kişinin yanlışlıkla gözüne sokacak gibi olsaydımda o benim kendimi savunacak tek silahımdı artık. Bize böyle öğretildi, kendini devamlı sağlama almalısın diye. Hiç unutmam yeni dolmuş kültürüyle memlekette tanıştığımız günü. Esentepe’ye amcamlara gittik, ama yürüyerek kör itin öldüğü yere. Dönüşümüz muhteşem olacaktı. Çünkü geç kalmıştık, hava nerdeyse kararacaktı. Dolmuşa binek dedik, 2 kız ve annem bir de kücük kardeşim. Ya adam bize birşey yaparsa ne yaparız dedik ve çaktırmadan gene aynı takdik "DAŞ" bulduk. Kurban olayım canım vatanım heryeri taş mübarek. Oh, oh taşları cebimize koyduk elebaşı da bendim gene. Allahtan sağ salim döndük eve, bir daha da eve geà kalmadık. Bu dediklerim en az 20 sene önceydi ve şu an 39 yaşındayım. Yaa, iste öyle gurbet maceralarımız, böyle saf ve temiz başladi.
18 sendir burdayım, 39 yaşındayım ve 4 çocuk anasıyım. Evlilik hayatımın ilk yılı ZEHiR olmuşdu. Ne cicim ayı yaşadık, nede yeni gelin rolü kesdim. Ne o damatlığını bildi, nede ben gelinliğimi. Sadece yedik birbirimizi ve ailesini. Zehir zıkkım oldu, hayellerim birer birer suya düşdü. Tamtamına 6 yıl savaş verdim. Bunun yanısıra parçalanmış aile çocuğu olunca gelde gurbet de ölme. Ölmekden tutun kaçmaya kadar herşeyi düşündüm ama ? Yok yok, kadere karşı koyamadım, pes de etmedim. Yıllarca kahraman gelin rolü oynadım ve ben kazandım. Ayrıntılar beni ve evliliğimi bozar diyor ve de susuyorum.
Aradan yıllar geçti ve 1999 yılı sonuydu. Eşimle birlikte bir dükkan açtık, hediyelik eşya sattık. Dükkan sahibimiz yaşlı bir Alman kadındı, çok tatlıydı gelirdi yanıma konuşurdu, yani kendi söyler kendi dinlerdi. Bende almanca sıfır çat pat birkaç kelime. Kadın hergün gelip, hep aynı şeyi anlatırdı bilirdim, çünkü yüz ifadesi ve bildiğim bir kac kelime ve de hep ben gülümserdim. Aaa öyle mi gerçekten felan filan, yani Almanca ama devamlıda güler yüzlü görünüyordum ne suratsız Türk demesin diye, vatanımı en güzel şekilde temsil ediyordum. İyi insanlar su Türkler desinler diye, ama artık canıma tak dedi. Gelip gelip aynı şeyleri söylüyo avrat, gülmekten yüzüme kal gelmişti ki eşim, « kız salak ne gülüp duruyon karının kocası yeni ölmüş, onu anlatıyor kadın, ne kadar üzgün görmüyon mu ? » demezmi. Anaaam baltayı daşa vurmusum, ama haberim yok, tam bir salak rolünü kapalı gişe, tek başıma oynamışım. Ne olacaktı şimdi ? Hemen suratımı astım, aaa yazık, tüh vah vah felan almanca parcaladım, kariya iki omuzdan sıva çektim. Karı memnun oldu. Çekmez olaydım. Kadın tam 2 sene aynı konuyu her gün gelip anlattı. Sonunda öldü getti zavallı, yani bu şekilde ilerleyen olaylar zinciriyle gurbet elin diline, yaşayış tarzına alışmaya başladık, ama nereye kadar?
Bu yazim Almanyadaki market gazetelerinden birinde cikmi$di.Sizlerle tani$irken kullanmak istedim..
YORUMLAR
yaban gülü(gurbetbaci)
Gurbet zor olsa da güzel bir paylaşımdı. Yüreğinize sağlık, sevgiler...