- 1549 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İstanbul-İzmir-Fethiye-Gezi–1 (Arşiv)
S-T-F-A
Fatih sultan Mehmet köprüsü ve kınalı köprü arası E–6 oto yol yapımında çalıştığım yıllarda, askerliğimden sonra Türkiye’mizin her yerinden çalışmaya gelen insanlarla aynı çatı altında bu ikinci buluşmamdı. Erzurum, Tunceli, Van, Muş, Tekirdağ, Edirne, Bursa, İnegöl, İzmir, Amasya, Merzifon, Çorum, Yozgat, Zonguldak, İstanbul ve daha birçok yerden S.T.F.A.da yol inşaatı ve şantiyeciliğin değişik branşlarında çalışmaya gelen arkadaşlar vardı.
"1930’lu yıllarda Sezai Türkeş ve Feyzi Akkaya tarafından kurulmuş olan STFA, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk mühendislik şirketlerindendir. İnşaat sektöründe gereksinim duyulan enerji, zemin ve mühendislik hizmetlerini yürütmek üzere oluşturulan uzman şirketleri ve 300 milyon ABD doları’nın üzerindeki cirosu ile STFA İNŞAAT GRUBU, günümüzün en üstün teknoloji gerektiren ihtiyaçlarını karşılayabilecek güçtedir.
STFA İnşaat A.Ş., 1971 yılında Libya’da alınan liman işi ile yurt dışına açılan ilk Türk Müteahhidi olmuştur. Libya ile birlikte; Suudi Arabistan, Tunus, İran, Pakistan, Suriye, Ürdün, Mısır, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan’da pek çok proje başarı ile tamamlanmıştır.
STFA İnşaat A.Ş., Engineering News Record’un en çok uluslararası iş alan müteahhitler listesinde her yıl yer almakta olup, enerji sektöründe ve deniz yapıları inşaatında en başarılı uluslararası müteahhitler sıralamasında ilk yirmi firma içine girerek Türk Müteahhidinin başarısını gururla sergilemektedir."
2 saati mesai içinde, 10 saat üzerinden çift vardiya çalışır ben ve ekibim işimiz icabı vardiya başlarında ekstradan 2 saat daha fazla mesai yapardık. Dağın başındaki paydostan sonra şantiyeye gitmemiz, yemek yememiz, duş aldıktan sonra istirahata çekilmemiz de genel de iki saat sürer, böylelikle 14 saat sonra yatağımıza uzanırdık.
İnşaat alanına ilk girdiğimde kendimi devasa iş makineleri arasında ayakaltında dolaşan böcek gibi hissetmiştim. Hiç eğilmeden altından geçilebilen, elli ton ağırlığında, elli ton hafriyat taşıyabilen ve kendi güzergâhından çıktığı an toprağa saplanan bu araçlar üzerinde yapılan mülakat ve uygulamalar sonunda bir süre sonra iş makinesi periyodik bakım formeni olmuştum.
Yemeğimizi, çayımızı, sigaramızı, suyumuzu en önemlisi kafa kafaya verip duygu, düşünce ve gelecekle ilgili planlarımızı paylaştığımız çok sağlam dostluklar edindik burada.
Ramazanda komşuculuk oynardık! Birbirimizi özel olarak kendimizin hazırladığı iftar sofralarına davet eder ve ikramlarda bulunurduk. Bazıları memleketinden getirdikleri yiyecekleri, (Manisa’nın su veya kola’ya banılarak yenilen kuru ekmeği, Van’dan gelen otlu peyniri, Kars’tan gelen tulum peyniri, Bursa, İnegöl’den gelen pişmaniye ve kestane şekerini vs.) bakın bu benim memleketimdendir diyerek büyük bir gururla koyarlardı başköşeye.
Kimse kimsenin nereli olduğuna, ibadetini yapıp yapmadığına karışmazdı. Hemşerim Vasfi ramazanda, şarabı galonla, birayı kasayla alırdı. 86–87 kışını İstanbul’da bilen bilir. Aynı hemşerim yolda kar’a saplanmış çoluk çocuk mahsur kalmış insanları kurtarmak babına; günlerce sırtı yatak yüzü görmedi. Greyder ile Çatalca, Büyük çekmece arasında mekik dokudu.
Aynı kış bende tankerle uç noktalardaki araç ve jeneratörlere yakıt taşırken önümde D–7 dozer, yolu açıyor ben arkasından onu takip ediyordum. Benim arkamdan yol şiddetli tipi ve kar’a dayanamayıp yine kapanıyordu. yer yer üç metrelik kar yığınları vardı. Velhasıl kerim çok şiddetli bir kış’tı.
Yine aynı hemşerim bir elinde birası; ( bilirsiniz bu içkici kısmı pek boğazına düşkündür, bir zamanlar kendimden bilirim! Olmadı mı leblebi turşuyla içenleri gördüm, varken sultan sofrası gibi olur sofraları) Bize öyle bir iftar sofrası hazırlardı ki? Hemşerimle bu konuda hep iftihar etmişim. Hani derler ya; yeme de yanında yat aynen öyle. Sevabın, nereden nasıl kazanılacağı belli olmaz. Allah ile kul arasına girmemek lazım!
İşimi hiç aksatmadan yapmış olmanın gururu ile metin beyin karşısına çıkıp “Efendim ben 30.06.1987 tarihinde başlamak üzere sizden senelik iznimi istiyorum dedim.
Makinelerin çalışma saatlerinin bile aksatılmadan raporu tutulduğu, bir saat çalışmamasının nedenlerinin hesabının sorulduğu, insanların karınca gibi koşuşturduğu toz toprak gürültü patırtı ortamında izin kelimesinin kar yağmadan önce telaffuz edilmesinin bile yasak olduğu bir ortamda, Metin bey bana baktı, ikiletmeden “tamam hallederiz” dedi.
Bu ayrıcalık beni sevindirirken birçok arkadaşımı kızdırmıştı muhtemelen!
Bu tarihte izin istememin asıl sebebi İzmir / Bornova da bir akrabamın düğünü vardı. Hem onun için hem de asker arkadaşımın yanına (Muğla) ziyarete gitmek ve oradan, Marmaris, Dalyan, Fethiye’den U dönüş yaparak, İğneada da tatilimi bitirmekti. Devam edecek...
Not: Yenilerini bitirene kadar arşivimden 13 bölümlük bu yazı dizisini beğeneceğinizi ümit ederim. Hadi hep birlikte, memleketimin güzel yörelerinde bir tur atalım... Yazı hatalarım, yazıda ki kurgu hatalarım ve ya düşük cümlelerim için şimdiden özür dilerim... :p
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.