- 711 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Seni düşününce içime kırağı doluşuyor…
Hınç almalıydı hayatından, biraz durgun, biraz dingin, biraz canlı, biraz ölü olamazdı…
Ya hırçın bir akarsu hızında kararlar verip, uygulamalı, ya da, durgun bir su akışı gibi olarak dönmeliydi kararsız hâline… Ama bu asla olamazdı, taşmalıydı kendinden daha üstlere, hızlara ve acılarının üstesinden gelmek için kendinden kopmalıydı…
Arada kalıp kararsız olamaz ve pısırık bir kimlikle kalamazdı…
Her şey eskisinin üstüne üstüne binecekti ve artık saygıyı aşmadan savaşını sürdürecekti, kendi kendiyle, daha hızlı daha sürükleyici…
Daha önceki gibi tutarsız kararlar veremezdi artık yol nereye çıkarsa orada yürüyerek kalacak ve korkunun üstünde yaşayacaktı…
Bu sevgiyi yaşamıştı şimdi terk edilmişti… Riyaların ve yalanların sahibi artık onun saygı duymadığıydı…
Gecenin sessizliğinde ürkek rüyalarla uyanmayacak, ayrılık şarkılarına ağlama zamanını atlatmıştı, suskunlaşmak yaban canlılarının bile yapacağı bir hareket değildi… En azından, kükreyecekti kendine...
Bu da, bundan böyle kendi yaşamını kendi yazacak ve okuyacaktı…
Avucuna sıkıştırılmış şiirleri okuma devri bitmişti bu aşkta…
Artık ayrılık acıları ve rüyaları ile baş başaydı…
Ve
kendi şiirini kendi yazacaktı artık…
“Bir gün beni anlayacaksın” demek onun için ruhsal bir diriliş ve geçmişi gömme kararlılığıydı…
“Sen de çürüyeceksin benim çürüdüğüm yerde” “Koca adamın çürüdüğü yerde” derken bile artık inatçı hıncı dilinden dökülüyordu…
Artık zavallı terk edilmiş biri değildi, en az terk eden kadar güçlüydü kendine…
“Yazık oldu” dedi “hem de çok yazık oldu, serçe gibi titreyen yüreğimin yaşadığı zamanlara… Bu bir bedeldi… Ödendi… Ödene, ödene bu güne gelindi artık senin için ödeyeceğim saçımın bir teli bile yok ve sana değmez” dedi… “Değmez… Değmediğini sen de göreceksin kendinde. Beni özlerken” dedi…
Özlemler hiçbir rüyada bitmez…
Özlemlerin bittiği bir zaman dilimi düşünülemez ve
özlenen özlenmeye değerli olmalı ki özlensin…
Sense
kâbus rüyalarımın artık konuğusun…
Ve
İstenmeyen konuğu…
Ayaz yemiş gibi donuktu bu sevda…
Geride sadece utangaç bakışlar, kin, hırs ve kahrolası korkusuzluk korkusunu taşıyan bir düşünce seli, arta kalan yaşama kalandı…
Oysa ne kadar çok anı olacak eski mektupları bağ, bağ yapıp açılmamak kararıyla bağlanmıştı…
Çoğunu hırçın deniz dalgalarının tepesine atmıştı yüksek deniz kenarı taşlığından…
Kim bilir şimdi hangi sahilin kumlarına salınarak çakıldılar yarı beline kadar kumlara gömülüp kaldılar…
Oysa kaç bin kez okuyordu öksürük izi bırakmadan üstünde O sayfaları…
Anılar gömülebilir miydi hiç, kim başarmış bunu ki, kim yakabilmiş eski mektuplarını?
Koca koca canavar ağızlı fırınlar yok ki şimdilerde, tümünü birden atıp içine, yaksın insan…
Tek tek baş edilir miydi, o yürek kırılma, çıtırdama, titreme acılarıyla…
Okurken her cümleden yüzlerce anlam çıkarılan O nazik, kibar sevgi sözcükleri, şimdi böyle hoyrat, umarsız, acımasız ve de tutarsız yakabilir miydim?
Ama artık güçlüydü… Darmadağın olmuş hayatı onu güçlendirmişti, umarsızdı artık bu dayanılası zor şartlara…
“Sen bende bittin be can…” dedi…” Bittin, kendi kendini gıdım gıdım bitirdin… Artık senin sevgine de, benim sevgime de umarsızım, bunu bir bilsen… Acıyamıyorum bile sana, bakmaya doyamadığım, gözlerin, artık gözlerime kin kusturuyor… Sen hayatımı eline alıp, eze eze ne hâle getirdin ki beni, ben beni tanıyamıyorum atık…
Sevmelerin, sevilmelerin haram bana be can…
Bir rüyaydı senli yaşam, şimdi kâbus rüyasına dönüştün…
Ne anın saygın…
Ne adın saygın…
Her nen varsa ki hepsi sivri bir bıçak ucu… Adın bir nefret dönüşümü çağrısı artık…
Seni düşününce içime kırağı doluşuyor…
Adın ayaz yemiş sırtıma yapışıyor artık, donuk ve donuklaşmış…
Mustafa Yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.