- 790 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yeşil'in Sessizliği
Arsuz o gün serin sabaha uyanıyordu. Kimi insanlar gözünü evin damında açtı. Kimi odasının içinde. Oda içinde geceyi geçirenleirn penceresi açık. Kimi odalaradan esemat kokusu geliyor. Sivrisinekler bu yüzden kendi ilacına ve önceden kanını kirlettikleri insanlara gelmiyor.
Kahvaltı sesi. Çay dolu bardağındaki şekeri karıştıranlar, birilerine günaydın diyenler var. Belki bazıları kahvaltıdan önce yürüyüşe çıkmış. Diğer taraftan sabah sabah zihni açan radyo sesi veya televizyon sesi. Deniz kenarındakiler denizin sesi ile uyanıyorlar. Uyku dünden kalan güzel yaşantıları iyice eleğinden süzmüş uyarılmaya muhtaç sahibine sunuyor. Kim bilir belki adam balıkçı. Dün bolca balık yakalamış olabilir. Belkide dün arkadaşları ile iyi vakit geçirmiş. Hatta evinden dün hiç çıkmayan biri o gün doğaya aşık olmuş olabilir. Dünü iyi geçirenler bugün daha rahat. Arsuzda güzel şeyler yaşanır. İnsanlar o yüzden güzel.
Arsuzda birkaç tane otel var. Onlardan biri. Hemen yanında pilaj var. Kürtşat onu izliyordu.Adam pilajdan çıktığında Kürşat’ta ardından gitti. Adamın otele girdiğini görünce pilajına geri döndü.
Hava sıcak mı sıcak. Deniz henüz soğuk. Az sonra ısınmaya başlayacak. Kürşat’ın yanına arkadaşı geldi.
Kürşat sordu. “Nereye kadar gittin?”
Hüseyin “Arsuz’un çıkışına kadar yürüdüm.”
Kürşat “Sen spora çıkınca buraya biri geldi. Güneşlendi. Sigarasını içti. Pilajdan çıkacağında takip ettim. Adam hemen yandaki otele girdi. Adam tıpkı Yeşil denen Mahmut Yıldırım’a benziyordu.”
Hüseyin “Belkide odur. Yeşil’in haberi çıkınca ‘bulunamadı’ veya ‘kaçırdık’ deniyor. Adam nerede yaşıyor öyle?” durdu. Ekledi. “Haberi çıkınca yakalanamadığını duyan derin bir nefes alıyor. Mehmet Ali Ağca gitti. Şimdi Yeşil efsanesi var.”
Kürşat “Bence Yeşil için Türkiye Büyük Millet Meclisi kapalı oturumların birinde karar aldılar.”
Hüseyin “Kim istemez ki Yeşil gibi olmayı. Adam tek başına federal. Bir şekilde geliri var, ailesi var. Bence adamın tayini yakalanacağında çıkıyor.”
Kürşat “Haydi kahvaltımızı yapalım.”
Hüseyin “Öyle yapalım. Durdu. Peynir kavurması yapalım mı?”
“Tüpümüz yok.”
“Kebapçıda var. Ondan tava da alırız. Kullanma parasını da veririz.”
Hüseyin pilajdan çıktı. Bir süre sonra elinde tüp ve tava, poşet içinde malzemelerle geri geldi. İşe koyuldular.
Kürşat “Soğanı bol atalım. Pul biberi az atalım.”
Hüseyin “Öyle yapacağım. Zeytin yağını da kuru peyniri de iyi bulduk. Böyle bir yerde bunları bulmak zor.”
Pilaja biri girdi. Ardında birkaç kişi daha. Az sonra pilaj kalabalıklaştı. Gelenler İskenderun’dandı. Servis otobüsü ile gelmişlerdi. Artık akşama kadar Arsuz’dalardı.
Hüseyin “Şu servislere bel bağlamak ne zor şey. Yürüyerek buradan gitsen olmaz. Mecbur sabahtan akşama kadara servisin geri dönüş saatini bekleyeceksin.”
Kürşat “Buraya gelenler bunu önceden kabüllenmişler. Zaten kabüllenilmiş bir şeyin bekleyişi zevklidir.”
Hüseyin “Neden zevklidir. Bir sıkıntı nasıl zevkli olabilir?”
Kürşat “Bence sıkıntı keyifin içine konduğu bir kutu. O kutu keyifi koruyor.”
Peynir kavurması hazırdı. Hüseyin tekrar pilajdan çıktı. Kebapçıya uğradı. Oradan iki duble çay alarak tekrar pilaja döndü.
Güneş tepeye çıkmıştı. İnsanlar güneşte bronzlaşmaya devam ediyor. Denize girenler suyun içinde dalga ile bir aşagı bir yukarı kıpırdıyorlar. Pilajın lokalinde çayını, kolasını birasını içenler çardağın altında kölgenin ve esen serinliğin tadını çıkarıyorlar. Eğlenceyi sevenler kızlı erkekli bir grup veleybol oynuyor.
Kürşat top oynayanlara baktı. “Bizide aralarına alırlar mı ki?” dedi
Hüseyin “Top bizim olsaydı alırlardı.”
Kürşat “Böylesi de iyi. Biz de taraf tutarız. Söle sen hangi taraftansın?”
Hüseyin “Ben erkekleri tutuyorum.”
Kürşat “Ben de kızları.”
O an veleybol oynayanların topu kaçtı. Kürşat’ın önüne kadar geldi. Kürşat topu aldı. Ayağa kalktı. Topa eli ile vurarak onlara attı. Sonra yerine oturdu.
Hüseyin “Kızlar daha çevik. Erkeklerin manevrası çok donuk.”
Kürşat “Belki heyecanlarındandır. Pilajda onca milletin önünde kim olsa heyecanlanmaz ki?”
Hüseyin “Öyle olmalı. Ama heyecanın büyüğü kızlardan geliyor.Kızların karşısında kim olsa heyecanlanmaz ki?”
Veleybol bir hayli zaman sürdü. Maçı kızlar kazandı. Grup kendi aralarında konuşuyordu.
Erkeklerden biri “Size bira ısmarlayalım.”
Kızlardan biri “Kızlar bira içmez. Bize kola ısmarlayın.”
Aynı erkek genç erkek “Sizde bize hamburger ısmarlayacaksınız.”
Kürşat “Bu ne biçim ısmarlama. Bir cebinden çıkıp öteki cebine giriyor. Anlayabildin mi hüseyin?”
Hüseyin “Burada kola hamburgerden daha pahalı. Bu sıcakta herkes soğuk içeceklere muhtaç. Satıcıda veriyor fiyatı.”
Akşama doğruydu. Kürşat ve Hüseyin yerlerinden kalktılar. Pilajın duş kabinine geldiler. Yıkandılar. Üzerilerini giydiler. Pilajdan çıktılar.
Servis otobüsü farlarını yakmış çalışır vaziyette gitmeye hazır, tam vaktini bekliyor. Kimi yolcu otobüsün içinde, kimi aşağıda. O an otelden bir adam çıktı.
Kürşat eli ile Hüseyin’i dürttü. “Bak işte Yeşil.”
Hüseyin adama baktı. Adam tıpkı Yeşil. Mahmut Yıldırım. Adam arabasına bindi. Araba hareket etti.
Kürşat “Hadi motorumuza binelim. Takip edelim.”
Motora bindiler. Arabanın arkasından ilerlemeye başladılar.
Gülcihan’ı yeni çıkmışlardı. Arkalarından Arsuz’daki servis otobüsü geldi. Motoru geçti. Sonra takip edilen arabayı geçti.
Karaağaç’ı geçip şehre girmişlerdi. Trafik yoğundu yavaşladılar. İnönü büstüne geldiklerinde araba sola döndü. Motorda onu takip etti. Araba Şehit Pamir karakolu önünde durdu. Motorda biraz geride durdu. Adam arabadan indi. Binaya girdi. Az sonra elinde küçük bir poşet ile çıktı.
Hüseyin “Bak bak elinde poşet var. Ne varki acaba içinde.”
Kürşat “Belki maaşını almıştır. Bu gün ayın onbeşi. Maaşı olabilir.”
Hüseyin “Adama arabasına bindi. Kaçırmayalım. Haydi motora bin.”
Takip yeniden başladı.
Erzin’e gelmişlerdi.
Kürşat “Trafik polisi dur işareti yapıyor.” Diye söylendi.
Hüseyin “Mecbur duracağız.”
Durdular. Polis Hüseyin’den ehliyeti ve ruhsatını istedi. Hüseyin cebinden çıkardığı cüzdanı polise uzattı. Polis ehliyet ve ruhsatı biraz inceledi. Sonra cüzdanı geri iade edip geçiş izni verdi.
Motor ile hızla ilerliyorlardı.
Kürşat “Bırakalım şu takibi.”
Hüseyin “Ne güzel işte macera yaşıyoruz. Bak sen haklı çıktın.”
Kürşat “Ben vazgeçtim şüphemden. Dönelim geri.”
Kovalamaca Osmaniye’ye kadar sürdü. Motor rabaya Osmaniye çıkışında yetişti. Ama araba o an yavaşladı. Sonra durdu. Adam arabanın içinden indi. Yavaş seyreden motora el işareti yaptı. Motor durdu.
Adam “Sizde cep telefonu var mı?”
Kürşat cebinden telefonu çıkarıp adama uzattı. Her şey bir çırpıda olmuştu. Adam niye durdu. Telefonu niye istiyor. Hiçbir açıklama yapmadı.
Adam telefonla konuşmaya başladı. “Ali ben Malatya’ya gidiyorum. Seninle orada buluşuruz.” Adam bir iki konuşmadan sonra telefonu kapattı. Kürşat’a geri verdi. Sonra teşekkür etti.
Kürşat motordan inmişti. Adamın elini sıktı. Ben sizin hayranınızım Siz Yeşilsiniz. Sizinle tanıştığım için şanslıyım.”
Adam sessizce baktı. Sonra arabasına doğru ilerledi. Sonra arabası ile oradan uzaklaşıp gitti.
Hüseyin “Gerçekten Yeşilmiş. Baksana hiç konuşmadı.”
Kürşat “Bu kadar macera yeter. Haydi geri dönelim.” dedi.
Motoru çalıştırdılar. İskenderun’a doğru yol aldılar.
Tuna M. Yaşar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.