İSTER YAZ, İSTER YAZMA
Anadolu’nun makûs kaderini yaşayan köylerinden biri anlatacağımız olayın cereyan ettiği mekân olarak yer alacak bu yazıda. Biz Ege diyelim siz Batı anlayın; biz Doğu diyelim siz Güney anlayın. Biz Hoca diyelim siz öğretmen anlayın; biz İmam diyelim siz Müftü anlayın. Kim olursa olsun katiyen alaya alma yok, dalga geçme yok. Buraya da en okkalısından bir mim koyun da rahatlayalım ve mevzuya törenle girelim.
Hocanın hanımı köy yerinde düğüne davet edilir. Düğüne gidilir ama düğünde oynamak yakışık almaz hocanın hanımına… Anadolu’da bu böyledir. Taş yerinde ağırdır kavlince hele hocaysa eşiniz sizin asla ve kat’a öyle şıkkıdım şıkkıdım oynamaya hakkınız yoktur. Kayınbabanın yanında yemek yenilmez, konuşulmaz, oturulmaz, çocuk kucağa alınıp sevilmez. Vesaire vesaire…
Kadıncağız oynamak istese dahi “yok hocanın karısı, yok öğretmenin hanımı, yok müezzinin hatunu, yok bilmem kimin eşi” diye mutlaka dedikodusu yapılır ve ayıplanır diye düşünmüş bizim hatun. Böyle düşünmekte yüzde yüz haklıdır ama hele düğün ortamı hele oynak çalgılar insanın yağını eritir cinsinden. Düğüne gidilmiş bir kere oynamadan da gelinmez değil mi a dostlar?
Köy kadınları bir iki davet eder bizimkini… Bizimkisi yok istemem kabilinden kendisini naza çeker ki bu tamamen tribünlere oynamak şeklinde hüsnü kabul görür ve daha ısrarcı bir şekilde davet yinelenir. Bizimkisi istemem yan cebime koy gibisinden ayağa kalkar ve başını bir o yana bir bu yana hafiften sallayarak, parmaklarını da davul ve zurnaya ritimleyip hafiften şıklatarak, başını sağa çevirirken; “Allah’ım ne olursun günah yazma” sola çevirirken yine; “Allah’ım ne olursun günah yazma” diye dualanır.
“Allah’ım ne olursun günah yazma,
Allah’ım ne olursun günah yazma” diye oynamaya başlar. Hem oynar hem söyler. Bu yeni gelin olanın hem ağlarım hem giderim tarzı bir haldir. Bizimkisi başını yerden kaldırmadan, gözlerini yerde sabit bir noktaya kilitleyerek, kollarını da dümdüz aşağıya doğru uzatıp parmaklarını mahcup bir halde şıklatarak, başını da gelen ezgiye doğru bir sağa bir sola kıvırarak ve “Allah’ım ne olursun günah yazma” diye dua ederek ilk heyecanı, ilk mahcubiyeti ve ilk ağırlığı ortaya koyar. Yani döktürme öncesi ikazını yapar.
Aradan bir üç beş dakika geçer geçmez kendisini oyunun ve müziğin etkisine kaptıran ablamız bu kez daha da hareketlenerek başını iki yana daha hızlı ve ritmik sallayarak, parmaklarını biraz daha müziğin tonuna uygun olarak deminkinden seslice şaklatarak, başını hafiften kaldırıp ve gözlerini de hafiften sağa kaçırıp; “Allah’ım ne olursun yarısını günah yaz” sonra sola kaçırarak da şunları söyler: Allah’ım ne olursun yarısını günah yazma” diye dua eder.
“Allah’ım ne olursun yarısını günah yaz, yarısını günah yazma” diye döktürmeye başlar. İlk başta oynamaktan hicap duyan, zorla oyuna davet edilen ve nazla oynamaya başlayan ablamız dakikalar geçtikçe formunu buluyor, günah dairesinden de çıkmamaya çabalarken yelkenleri indiriveriyor neticede. Gerdan kırmalarda tutun da parmak şıklatmaya, zılgıt çekmeye kadar işi götürür bizimkisi.
Artık müzik en son ritmindedir, hareketler en seri haldedir. Oynayanlar kendilerinden geçmiş bir halde döktürürken ablamızla beraber, ortalık ter ve ses açısından tavan yaparken, artık günah da sevap da akıllara gelmez. Bir insan 10 dakikada bu kadar mı değişir a canım! Yahut da milletin kanında var oynamak bu kadar naza ne gerek a canım! Yahut da ayıptır, günahtır gibi sözleri zikretmeye ne lüzum var.
Oyunun zirve yaptığı dakikada parmaklarını kırarcasına şaklatan, gerdanını koparırcasına bir sağa bir sola döndüren ve halay başı olan ablamız final sözünü yüce yaratıcıya söyler:
Sağa çevirirken başını; “Allah’ım ister yaz,
Sola çevirirken başını; “Allah’ım ister yazma” demeye başlar. Bu cünun halidir, mecnun vaziyetidir. Heyecan kalbe girmiştir akıl tatildedir. Kim tutar canım ablamızı?
“Allah’ım ister günah yaz, ister günah yazma” demeye başlar. Bu kendinden geçme halidir, bu aklı muvazenesinden çıkma halidir. Bu esasen aşk anıdır.
İşte dostlar memleket bu durumdadır.
Kıssadan hisse çıkaranlar oldu mu bilmem lakin kendilerini farklı gösterip sonra çok daha farklı faaliyetlerde bulunan o kadar fevkaladenin fevkinde insanımız var ki! Her ne isen onun en iyisi sen ol. Yalancıysan yalancı ol, hilekârsan hilekâr ol. Katilsen katil ol, âlimsen âlim ol. Zalimsen zalim ol. Ama başkası olma, farklı olmaz. Dilin bedenine ters düşmesin. Sözün aklına aykırı gelmesin.
Siz siyaset deyin ben spor diyeyim; siz eğitim deyin ben magazin diyeyim; siz bürokrasi deyin ben demokrasi diyeyim.
Gerdan kırmam diyenler damarı denk geldi mi ne gerdan kırarlar da şaşarsınız.
Oynamam diyenler ne de güzel kıvırırlar da izanımız almaz alimallah.
Oysa mesaj gayet açık ve nettir; günaha sevaba gelmez hem de, yalana dolana takılmaz, eğriye büğrüye itibar etmez:
“Dağ tepesinde bir çam olamazsan,
Vadide bir çalı ol.
Ama dere kenarındaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir avuç ot ol.
Bir yola neş’e ver.
Bir nilüfer olamazsan bir saz ol.
Ama gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz.
Burada hepimiz için birer iş var.
Cadde olamazsan, sokak ol.
Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir
Her ne isen onun en iyisi sen ol...”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.