“Benim Çok Büyük Bir Rabbim Var”
“Bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” Orhan PAMUK’UN Yeni Hayat romanının giriş cümlesi böyle başlıyordu.
Bir cümle, bir dize, bir kare, bir hal, bir vaziyet insan hayatını kökten değiştirebilir mi? İnsan hayatında radikal değişimlere sebebiyet verebilir mi?
Bir yazı okudum ve hayatım değişti diyeniniz oldu mu hiç? Bir şarkı dinledim hayatım külliyen değişti diyeniniz var mı?
Yok, bu kadar da ucuz değil, hemen her şeyde tesir altında kalmam mı diyorsunuz! Olabilir ama benim de okuduğum ve tesiri altında kaldığım kitaplar, filmler, dizeler, satırlar oldu. Bugün bunlardan bir tanesini sizlerle paylaşmak istedim.
“Bir gün şu fani dünyaya dair çok büyük bir derdin olursa, Rabbine dönüp; “Benim büyük bir derdim var!” deme! Derdine dönüp; “Benim çok büyük bir Rabbim var!” de!”
Okudum irkildim. Kalktım oturdum. Gittim geldim. Sendelendim sabitlendim. Dalgalandım da duruldum. En sonunda kendime geldim.
Afrika’da kartalların açlıktan ölme noktasına gelen bir çocuğun başında beklediği kareyi hatırlayın lütfen. Binlerce kitaptan daha fazla etki uyandırmadı mı?
Bir kare çok şey anlatır bazen.
İtalyan ressam Leonardo da Vinci’nin en ünlü çalışması Mona Lisa’nın sırrı halen çözülemedi.
Bir gülümseme çok şey anlatır bazen.
Bir şiir, bir hikâye çok şey anlatır bazen.
“Yavuz Sultan Selim’in aşağıda verilmiş olan şiirine ve hikâyesine bakın bir zahmet: Cihan padişahı Yavuz Sultan Selim, Şam yakınına otağını kurdurarak burada üç ay kadar kalmış. Bir Türkmen kızı da, zaman zaman padişahın çadırına gelerek, otağın temizlik işlerini yapar, hünkâr çadırını tertibe ve düzene sokarak sıradan gündelik işlerle meşgul olurmuş. Yine bir sabah temizlik için geldiğinde, Sultan Selim’i görmüş. Türkmen güzelinin gönlü sultana, su gibi anîden akıvermiş. Hani kalbin, her an bir halden başka bir hale geçmek gibi anlamları da vardır ya öyle! Zamanla kalbinin içini, ince bir sızı sarmış genç kızın ve başlamış kalbi için için kaynamaya.
Bir gün, gözü, hünkâr çadırının direğine ilişmiş. Aşkın gücü ona direğin üst kısmına, şöyle bir satır yazma cesareti vermiş: "Seven insan neylesin"
Yavuz Sultan Selim otağına yatmaya gelince, birden direkteki yazıyı fark etmiş," Bu da ne ola ki" diyerek uzun bir muhakemeden sonra, bir vehim ve bin endişe derken. Almış eline kalemi şöyle bir satır da o düşmüş aynı direkteki dizenin altına: "Hemen derdin söylesin."
Türkmen kızı, ertesi gün gelip otağın direğine baktığında sevincinden ağlamış, o küçücük kalbi heyecandan göğsüne sığmaz olmuş, âdeta yer de onun olmuş gök de. Fakat koskoca cihan sultanına ilân-ı aşkta bulunmanın, ateşle oynamak, ateş girdabına bilerek atlamak gibi ölümcül bir tehlikesi de varmış. "Varsın olsun, bu aşk buna değer” diye düşünmüş. Aldığı mesajı heyecanla hemen cevaplandırmaktan kendini alamamış. Ama yine de içinde bir korku kurdu varmış ki yüreğini her gün diş diş, burgu burgu kemiren... Aşkın gücü, zoru ve korkuyu nefes nefes yaşayan o gencecik yüreğin imdadına yetişmiş derhâl. Bir satır daha yazmış aynı direğe: "Ya korkarsa neylesin"
Yavuz Sultan Selim, akşam çadıra döndüğünde, not düştüğü direkteki satır gelmiş aklına. Bakmış ve okumuş ki aşkın, heyecanın ve korkunun karıştığı, tezat dolu sözcüklerin buluştuğu satırlar, bir mızrak gibi durmakta karşısında. Hemen o satırın altına bir mısra daha eklemiş, aşka yenik düşen koca padişah: "Hiç korkmasın söylesin."
Bir aşkın buluşan, karmaşık ve bulanık duyguları şöyle dizilmiş direğin üzerine:
" Seven insan neylesin Hemen derdin söylesin Ya korkarsa neylesin Hiç korkmasın söylesin"
Sabahın olmasını sabırla beklemiş padişah. Seher vakti sırdaşı Hasan Can’ı çağırtmış, derhâl bir emir vererek: " Biz dahi merak edip onu görmek isteriz tiz elden bu kızı huzura getirin."
Emir derhâl yerine getirilmiş ki ahu gözlü, endamı hoş, alımlı, nazenin, ceylân gibi bir Türkmen güzeli… Hünkârın emriyle derhâl bir düğün alayı tertip edilmiş. Eğlenceler, yemeler içmeler… Düğünün son gecesi, sırlarla dolu bu aşkın bilmecesi kader-i ilâhî tarafından çözülmüş, Çözülen bu kara baht çıkınından yayılan acı haber, şaşkına çevirmiş herkesi, yer gök âdeta üzüntüye, mateme boğulmuş. Ahu gözlü Türkmen dilberinin "Selim" diye çarpan saf ve küçük yüreği, bu büyük cihan sultanının aşkındaki sırrı kaldıramamış ve birden duruvermiş. O çadırın direği, bu olayın canlı fakat ketum şahidi olmuş asırlarca. Bu dünya hayatında vuslat nasip olmadığı gibi o gencecik yüreğe, buna fani âlemde bir çare de bulunamamış. Bu hazin gönül çarpılmasının ve gönül yangınının sonunda derler ki: " Koca hünkâr, ağlamış" ve Türkmen kızına yaptırdığı mezarın mermer taşına şu dörtlüğü kazdırarak, dünyaya, aşkın gücünün karşısındaki çaresizliğini en güçlü orduları yenen koca hünkâr söyle haykırmış:
Merdüm-i dideme bilmem ne füsûn etti felek
Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek
Sîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân
Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek."
[ Bilmem ki gözlerime felek nasıl bir büyü yaptı ki / Gözümü kan içinde bıraktı, aşkımı artırdı
Benim pençemin( gücümün) korkusundan aslanlar(bile) titrerken / Felek beni bir ahu gözlüye esir etti. ]” Dünya fatihi olsan ne yazar, bir kalem kaşlıya köle olmaz mısın? Bir servi yürüyüş, bir ahu göz…
“Bir gün şu fani dünyaya dair çok büyük bir derdin olursa, Rabbine dönüp; “Benim büyük bir derdim var!” deme! Derdine dönüp; “Benim çok büyük bir Rabbim var!” de!”
En mükemmel kişisel gelişim kitaplarından daha fazlasını vermez mi bu cümle? En kral NLP’cilerden daha fazlasını katamaz mı hayatınıza bu cümle?
Kaç psikolog eder, kaç şifa dağıtan, kaç moral veren, kaç mentör eder bu cümle?
Bu söz kaç kapının üstüne yazılır, kaç duvara mıhlanır iri puntolarla ve kaç yüreği mıhlar orta yerinden biliyor musunuz?
Kaç yüreğe nakşedilir, kaç dile yapışıp kalır, kaç kulağa küpe olur ve kaç beyne hükmeder idrak edebiliyor musunuz?
Derdi olup da hemdert arayana bu söz ilaçtır. Yarası olup da bunu tımar etmek isteyene tımardır. Belası olup da bunu def edecek olanı arayana sığınaktır. İlleti olup da bunu halledecek olanı arayana şifadır.
Sorunu olup da bunu ortadan kaldıracak olandır bu levha. Kasaveti olup da bunu yok edecek olana bir adrestir. Bir şifa olarak sunulabilecek duadır, bir kapıdır, bir pencere…
Bu eczanede yok yoktur. Bu şifahanede olmaz olmaz.Çünkü benim çok büyük bir Rabbim var.. Yeter ki el aç, dua et, sabret, şükret. Yeter ki kabul et.
Dert de ondan derman da, hayır da ondan şer de. Ve biz, hangisinde bela hangisinde hayır olduğunu bilemeyiz.
Sadece bunu uygun gören büyük bir rabbim var demek yeterlidir.
Mevla’m neylerse güzel eyler diyelim.