- 1095 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Sonsuz Bir Düş Haritasıdır Yaşam
Işıktan kuleler kurdum aşka, eskidi parmaklarımın bekleyiş kelepçeleri
Bir ömrün işveli ayrılıklarındayım, kozasından çıkamadı aşkın kelebekleri
Dünler biriktirdim hicranla, yırttım asırlardır ruhumu sıkan simli perdeleri
Yangınlar ülkesini sensiz geçtim yarim, tersine çevir aramızdaki nehirleri
Yıpranmış bir bakışın çerçevesinden baktım düne, kristal düşünüşlerin penceresini açarak dokundum sevdanın yeline. Öfkeli yeminler biriktirdim aşkın ceplerinde, savruk bir nidayla serptim, seni getirmeyen ve bu hayat denizlerini geçemeyen özlemin gemilerine küfrettim. Daralan göğsümü suskulara gömdüm yokluğunda sevdiğim, yoldum somurtkan takvimleri, yırttım içime bakmayan resimleri, sildim avuçlarımda yıllardır biriken kavuşmanın naftalin kokulu simli perdelerini.
Oysa ki, birbirimizi sevdikçe ve birbirimizi umursamadıkça sevginin gücünü, karanlık denizlere atardık aşkın kanlı gömleğini, Ruhumuza çarparak göğsümüzü okşardı nazlı bir dalga, sen avuçlarında sakladıkça sevdalı bir öpücüğü, ben delirmişliğimin durulmasını beklerdim sabırla. Uçuklara bölünmüş dudağına şifalar sürerdin. Ah gönül yaram, kadınım, sevdalı yüreğimden sağdığım asil gelgitim. Aşk gelgitli bir ömrün kuyularını örer iken, özlem kulaçlarıyla kopuyor bizden. Yanıyor bir gönülün dik yokuşu ve arıyoruz bizi bize getirecek şifreli sözcüğü.
Giydirilmemiş hiçbir hüzün fiyakalı düşlerin yolculuğuna çıkamaz. Çıplak kanatlarımıza bulut değer umarsız yolculuklarımızda ve göğsümüzde bir acı belirir, isim ararız boyut ötesi yolculuklarımıza, gönlümüz en çok vakit gece yarısını geçince delirir. Birikmiş bir sevginin yurdumuza gelecek sarı sularını bekleriz biz bir ömür, her zerresi acıyla yudumlanan mutlulukların mazgallarını mevsimler örtmeden. Hicaz düşünüşler ülkesinde zaman geçer hızla, bir dargınlığın sorgulu yapraklarını o sabırla beklediğimiz sular uzaklara götürmeden.
Çığlık söze dönüşmeden henüz, kendi içindeki yaban ağrıyla köz’dür aslında. Bir haykırış destanıdır aşk, ölüm süslü bir sal gibi baş ucunda dolanır. Kırık bir düş sandalıdır belki de her ikisi, sonu olmayan bir coşkunun uçuklarla parsellenen hüzünlü dudağıdır. Yaşamla düşlerimizi ayıran o simli perdenin ardında bir serçe yüreğidir sığındığımız, beklemeler sarar bedenimizin her zerresini. Çoğul yakarışlar birikir yine de dudağımızda, bulutlar çağırırız sevda ülkemize, sevda sürüp ısıtmak istedikçe üşümüş ellerimizi. Yalnızlık mırıltıları büyür dallarımızda her gün, fırtınalar sürüklerken yüreğimizdeki çığ kütlelerini.
Uğruna kaçışları göze aldığımız bir aşkın seyir defterini arar asırlardır simyacılar, o içimizdeki yabanıl dağlarda güneşi sözleriyle törpülerken rüzgar. Gözdüşümlerimizin zemheri vakitlerinde düşler biriktiririz yıllarca, onulmaz kırgınlıkların yol haritalarını ararken ruhumuzdaki çocuklar. Her sancı, kendi limanlarına çağırırken yorgun gemileri bir el düşer gövdeden, saçılır şiirler ak kağıtlara. Yankı tepesine kuşlar tüner geceleri, içimizdeki varsıl bekleyişlerin oyuklarına sancı girer. Her fısıltı duru bir nehirdir, rüzgârla işbirliği yaptıkça denizlere rest çeker.
Sonsuz bir düş haritasıdır yaşam duvarlarımızda asılı duran, biz içimizdeki o endamlı yerkürede bir zamansızlık sofrasını ararız, avucumuzda güneşi özleyen biletlerle. Karanlık tepe lambasıdır yüreğimizin, işgallenmiş aşkların denizlerinde vurgun yeriz içten içe. Çığlığımızı kimseler duymaz, gönül dertlerimiz iki kişilik düşlere sarılır ve ruhumuz saatlerin sarkacında yangınlarla avunur. Biliriz ki ruhumuzun fırtına mevsimlerine göğsümüzü verince bir çocukluk ülküsüyle dolar gözlerimiz, avuçlarımızda sakladığımız çay bardağı üşür. Duman duman olmuş gözlerimizin ütopyasından anılar geçerken denizler gölgeli bir yaşamın şavkını derinlerine düşürür.
Çok ağrılı bir yaşam nöbetinin kayıklarıyla geçeriz karanlık denizlerin ayazını, cebimizdeki ıslak biletleri güneşe sermek için. Yanık bir külün hicranını serperiz aynı denizlere biz, gökyüzünün rengini yüreğimize boyatmak için. Çıkınımızda yorgun sevdalar vardır ah, bekletir bizi,eski bir zaman meyhanesinde unutamadıklarımıza ve ruhumuzda elleri olanlara sevgi kadehi kaldırmak için. Yılgın bir düş ağrısının kimliksiz nehirlerinden gidişin sorularıdır dudaklarımızdaki uçuk ve biz onları türkülerle ovar, şiirlerle uykulara yatırırız. Her sızı kendi tozlarını biriktirir gönül raflarında, karelerde biriken anlarla gün gelir hicranını pekiştirir.
Yankıya kapatınca kendini gece, su yıkayarak geçer yüreğin paslı şarapnellerini. Sığlaşır denizler tenine değince özlem, kuraklık başlar aşkın ovalarında kaçınılmaz sarılışlarla örselenirken beden. Yosunlar aykırı sarılışlarla kirlenir ve gülüm gözlerine bunun için öfke yerleşir. Zamansız devinmelerin rüyalarına yağmur düşer yokluğunda, bunun için bu yürekte fırtınan asla dinmez, bunun için bu adam asırlardır aşka kükrer. Yol düşünüşleriyle adımladıkça biz hayatı, utangaç köpüklerle çalkalanan denizi izleriz. Yücesine bağdaş kurup soluklanılan sevdanın zemherileri uzaktır bize, sızım sancılarla beklerken aşkı. Kol açılır, saç umuda savrulur ve her seven ve sevilen kendi yasına tutsak bir düş bozgunudur. Mevsimler yeşillendikçe aylar çaresiz kalır ve düş sezgilerimizin sayfalarında her mevsim şiirler mağrur bir alyans gibi durur.
Öksüz suretlerin resmini çizer gözlerimiz, gecelerin yıldızlarını aradığımız evlerin damında. İşveli bir sarhoşluğun derin nidalarıyla aralanır pencere ve odaya alınır coşkuyla yel. Sızı tükenmişliğin ranzasına çekilir, dudakları okşarken yılların kirmenini eğiren el. Göz ucuyla süzdüğümüz, süzüle süzüle kendimize döküldüğümüz bir yıldız çığlığıyla yalnızlıklar asarız gecelerde şiirin ıslak dallarına. Güneşli yaşanılırlıklar dileriz kınalı avuçlarımızla hayattan, ömürsüz aldanışların terkisinde aşka giderken. Sevdanın düeti kalır geride, umutlarla düşünüşlerle ve kendimizden gidişlerle avuçlarımızdaki çizgileri izler iken...
Rüzgâr çıkrığıyla derinlerden çekilen suları içmek gibidir hayat, yaşam arzulu yüreklerimizi güneşe serince. Her tutunuş bir nasır bırakır elde ve biz tutunduğumuz aşkların güvertesinden mutluluk serperken denizlere. Duraklamasız bir coşkunun basamaklarına varınca nefeslenir, bir yukarı, iki aşağı düşerken yaşamın dikey limitlerinden sarılırız hüzzam şiirlere. Aşk düşünüşümüz, ruhumuz buruk gülüşümüz ve yaşamak da sancılı sular gibi sonsuz yükseklerden toprağa dökülüşümüz olur.
Yolculuk gürültüleriyle kendimize sarıldığımız bir anın güvertesinde ucuz sözlerden büyük şiirler serperiz denizlere, dokundukça dalgalanır ellerimiz, okşandıkça kanar yüreğimiz ve sokuldukça kendimize uzaklaşır denizlerimizden o hicran yüklü gemilerimiz. Yokluğa çıkan yolların ve hüzne sapan yılların satır aralarından bir şiir seçeriz kendimize, isimsiz serzenişlerle noktalamak için. En yanık tarafımıza asarız aşkı, kendi saltanatımızda ağırlamak istedikçe. Üşür sevda, kırılır ellerimizin çizgileri, biz zemheri bir düşünüşte hıçkırıkları gövdemize gömdükçe.
İçi boş bırakılmış baharların engebeli patikalarına vurunca adımlarımızı şahlanır içimizdeki yaşanası muştular, an yaşamak olur. Kırık bir devrin şarkıları döner içimizde, böylesi anlarda hüzün içimize gizlice sokulur. Gönül duvarlarımızı renkten renge boyarken tanırız kimi mutluluğu, batıklarla çevrili yüreğimizin rotası işte böylesi anlarda yolcusuz limanlara sokulur. Her gece bunun için ateşin ellerinden suya düşen şehirler gibi uzaklardaki rüzgar iniltilerini dinleriz, avuçlarımızdaki titreşimleri hicazkar gölgelere gizleyerek. Eskimiş kırılganlıklar büyütürüz içimizde, yüreğimizin fikrine üşüşünce miadı tükenmiş ayrılıklar. Gökler ayna olur, sular göğzümüzdeki şavkıma, alır gideriz hür düşüncelerimizi uzaklara, yapayalnızlığın limanlarında uykusuz yüzümüze çarpınca aşk denilen dalga.
Sislerle harmanlanan acıların avurtlarına çöken ayaz bir sabah pençesidir sevgi, bir kuşun sırtında dolaşır vakitli vakitsiz uzak denizleri. Hıçkırıkla demlenen dağlar yıkılır üzerimize, umarsız ömrümüze harcarken biz günleri. Hüzün kıran düşler büyütürüz yine de, toprak çamurla sıvanır, gövdemizin terine dokununca güneşin sıcacık elleri. Yüreğimizin ıslak buğularıyla kendi toprağımızın yoldaşıyız biz, bütün bekleyişlerin dallarında baharları beklerken. Gönül beşiklerimizin sancılı sallanışlarında esrarlı bulutlara el salladıkça, gövdemizin hüzzam sığlarında denizleri aşkla kucakladıkça büyür içimizdeki menekşe kokulu mevsimler.
Hikayesi: Yüce bir miras gibi içimize belediğimiz huysuz sızıların miadına güneş beklerken yağmur duaları ederiz, merhabasız içlenişlerin kurak iklimlerine seller dilerken. Alacakaranlık öyküleri dinleriz sevdayla ısıtılmış yer yataklarında, gökyüzünün nefesi saçlarımızın tellerini gererken. Ulaşılmaz sığınakların gelgitlerine kapılır dillerimiz, biz uğultulu bir mevsimin şakaklarına en sahipsiz çığlıkları dilerken.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Uğruna kaçışları göze aldığımız bir aşkın seyir defterini arar asırlardır simyacılar, o içimizdeki yabanıl dağlarda güneşi sözleriyle törpülerken rüzgar. Gözdüşümlerimizin zemheri vakitlerinde düşler biriktiririz yıllarca, onulmaz kırgınlıkların yol haritalarını ararken ruhumuzdaki çocuklar. Her sancı, kendi limanlarına çağırırken yorgun gemileri bir el düşer gövdeden, saçılır şiirler ak kağıtlara. Yankı tepesine kuşlar tüner geceleri, içimizdeki varsıl bekleyişlerin oyuklarına sancı girer. Her fısıltı duru bir nehirdir, rüzgârla işbirliği yaptıkça denizlere rest çeker.
Duygular,motif gibi işlenmiş kelimelere ve çoştukça çoşmuş...
Kutlarım Selahattin Bey...
Şiir gibiydi.Okurken kendimden geçtim adeta...
Saygılarımla efendim...