SENSİZLİĞİN KUYUSUNU IŞITMAZDI GÜNDÜZÜM
Münzevi bir çığlıktın yüreğime akıp durdun,
Ben vuslatı beklerken ayrılığa doyurdun.
Söylüyorum cihana, el duysun âlem bilsin;
Malım, canım her şeyim yollarına serilsin.
Sancılı bir türkünün demlenmiş alazında rüzgara karşı savurdum saçlarımı. Geçtiğin yerlerden daha gelmemişken haberin şüphelerle mayaladığın gözyaşı yüklü karayeller ayrılık tohumları serper bahçeme. Sağanaklar kasırgaya dönüşür feveran eder şafaklarımda.
Daha zamanı eskitmemişken, vakitsiz gidişin güneşe ektiğim bütün tohumlarını çürüttü baharın. Buğday renkli günlerin nasırlaşmış sinesinde yankılanır gülüşlerim.
Ecel, bahçemden güller koparırken cenaze soluklu zebaniler kara çalıyor duvarlarıma habersiz. Secdesiz bir ömür ve kapanıyor son perdesi hayat denen oyunun. Neden hayalleri uçurtmaların kuyruğunda asılı kalmış başroldeki oyuncunun? Rolünü mü beğenmemiş yoksa yedek mi kalmış hayata?
Mezarı derin kazılmış bir ölünün kefeni gibi bembeyaz bir çaputa sarmalanmış pembe hayallerim vardı benim. Ela gözlü yüzsüz bir melek resmi çizerdim hep kara kalemle ayın pörsümüş yüzüne. Bulutlarla gözlerindeki nemi silerdim parmak uçlarımdaki sızının.
Sol yanına yatamayan yüreği yaralı bir sabahın kızıl aydınlığında yeni bir başlangıca gebe soğuk bir yangın ısıtır bedenimi.
Patikadır umuda giden yolumuz ve biz yaya kaldık ıslak kaldırımlarında zamanın. Sokak ortasında mendil satan, umudun hayallerini bile feleğin dişlilerine kaptırmış küçük çocuklar misali kaderine küs yaşamak söndürüyor gözlerimizdeki ışığı.
Yokluğun yokların içindeki tek varlığım oluyor. Hasretin yorganına bürünüp ısıtmaya çalışıyorum sensizliğin pençesindeki hayalini. Avuçlarımdan kayıp gitmesin diye ümitlerim sımsıkı sarılıyorum düşlerime.
Gecenin katran milleri çekilir gözlerime. Deşilir yeniden en ceriha yaralarım gidişinle.
Sabrımın son damlasını tüketir yokluğunun encamı. Kanamalı şiirlerim de merhem olmaz şimdi yaralarıma. Asi bir dalganın hemen kaybolacak köpüğüydü sevdamız. Uzun metrajlı bir filmdi senden sonra yaşadıklarım cehennem kızılı bir baharda.
Gözpınarlarının üzerine kurulmuş çıkrığın sızı taşırdı yüreğime.
Mutluluk hayalini yarınlara bırakmışken güven hamuruna güvensizlik katan kul ben miyim? Yoluna feda etmişim canımı, iste onu da vereyim. Kalbindeki gam ile çözülmez bu bilmecem. Sensizliğin kuyusunu ışıtmazdı gündüzüm. Sen varken aydınlıktı her yanım. Yokluğunda doğmayan güneşi ben neyleyim?..
Hep kırılmış olsam da şikayet etmem her köşesinde hatıran bulunan dünden. Şikayetim günedir belki de yarınıma. Bilirim her şey ondandır, el açtım halim görsün diye Rahman’ın rahmetine sığındım. Biliyorum ona açılan eller boş dönmez. Tek isteğim sen idin, gün gelecek avuçlarım boş kalmayacak.
Ebemkuşaklarının altından geçip bambaşka biri olma hayalini kurduğum günlerime dönmek istiyorum. Yeniden çocuklaşmak, salıncaklarda salınmak, tahta atlarımı koşturmak, günümü gün etmek, kaygısız yaşamak istiyor yorgun bedenim.
Düşünde sen olan bir uykuya hasretliğim arttıkça tırmalar bütün duvarlarımı korkularım. Yokluğuna dair bütün korkularımı yastık yapıp derin bir uykuya dalıyorum seninle, sana doğru koşuyorum ummanlar boyunca…
Ne olur, uyandırma döşün üstündeki uykularımdan…
24 Nisan 2010 / Kumru - Eşref YILMAZ