- 665 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
hal binası / Ardahan öyküleri 96
Yalnızlık yaşamda bir an.
Hep yeniden başlayan.
Dışından anlaşılmaz.
Ya da kocaman bir yalan,
Kovdukça kovalayan.
Paylaşılmaz.
Bir düşün’de beni sana ayıran
Yalnızlık paylaşılmaz.
Paylaşılsa yalnızlık olmaz.
- Özdemir Asaf
Us’ların dükkan kavağında çeşmeden kanarak suyu içtik. Gene koptuk aşağı... Hal Binasına... İt, pişik,çocuklar.
Toz, toprak...
Çöplüklerden tozan zibil, boynunu eğemeyenin gözüne bir avuç kül serpersin... ya öyle.
" Koşa, koşa. "
Kasabımız; Nizamettin Öztürk. Hayro yeni çırak girmiş. Kasap Paşa’nın dükkan yandaydı. Eti yazdırırdık. Aybaşı babam öderdi.
Pilaç naylon ayakkabılarımız Arnavut kaldırım da iskarbin giymiş adamların ayakkabı kadar... büsbütün ses çıkarmıyor.
" Koştura, koştura. "
Meyve kokusu; ama rayiha derler eskiler " güzel koku " burcu burcu geliyor. Rüzgar; kürüye kürüye sokaklara dağıttığı mis kokular:
Kavunlardan, karpuzlardan, üzüm kokuları da masum sayılmaz.
Adamlar; meyvelerin abirlerini koklama halde ihtiyatlı.
Geze, geze... Yeşil sebzeleri sarı üzümleri, inciri seyrede, "hal’i" dolanırdı.
Enver Keskin özenle yaptırdı. Belediye Başkanlığında...
Kübik mimari modası yayılmıştı. Bir toplantıya Ankara’ya gittiğinde. Arkadaşları planlar üzerinde fikirleşirken, onun gözünde Hal Binası şekillendi bile. Tıpatıp inşaa ettirdi.
"En güzel günlerini yaşadı Hal Binası. Meyve ikram ederdi; otlakçılara! "
Dik dörtgen planlı iki kapı bırakılmış. Sağa ne varsa karşısında aynı: Orhan Irmak, Irmaklar, Binali Pehlivan, Kaptan Dayı kardeşleri, Binali Gündoğdu.
Karşısında ne? Kendinde de o.
Kapı ya kapı, pencereye pencere; ikiz kardeşler sanki.
" Camuşa camuş; gotiğe gotik... gotiğin günahı ne babacan!"
" Altı ay hodaklık neydi, babamcan? "
Avlu nizamlı Hal’de ana-baba günü. Meyveler, sebzeler avluya taşar. Kabzımalın akrabaları başa çıkamaz da işçi çalıştırırdı.
Mal Meydanına yoğunlukta eşti.
Gün; ama her gün.
Kamyonlar kasa götürür. Meyve getirir. Mersin, Antalya, Iğdır su yoluydu.
Hali gezmeye gelen çok. Üzümlerden denleyene kimse birşey demez.
"Şeyi " söylemeyi ihmal etmeyeceksin ama:
- Bereketli olsun!
Mal sahibi:
- Sağol! Birez daha alsaydın baban gorunu seversen!..
Hamallar bereketten paylarına düşen nafaka için bekleşiyor. Az sonra yorgunluktan ingilderler. Boş durmak Hal’in lugatinde yazmazdı. Üzüm Arabası o değilse erik domates karbuz, salata lahana patates. Erzincan soğanı fasulye...
"Kasaplar terk etti ardından kovanların sönmesi gibi kabzımallar çekildi. Kilit vuruldu."
Avazlar, gürültüler dükkanların içi dışında yığılmış kasalardan aksiseda yaparak başımızdan aşağa yağmur dökülüyor. Üzüm sandığından meccane tadı getirip damağımıza yayıyor.
"Ne lezzetliymiş, bir den daha tattırsa bari!."
Bağır çağır esnaf neşeli. Kaygısı niçin olsun ki.
Yüzleri incir lezzetinde, gülümsemeleri kavun şekeri.
İnsanın rahatını kaçırtan şekiller görürsünüz. Tadın kaçar. Hal de kimselerin hodbin olacak durumu yoktu. Kamyonun git- gel dolu kasaları son deni yenmemişti... yirmibeş kilo üzümü yemiştiler. Boşuyla değiştiği zincirleme akışta geğirmeye vakit bulamazdın ki;
Gğhehirrrrrrr! Estağfurullah!..
-Afiyet olsun Emi!.
- Sağol.
- Boş götürdün domatoları.
- Canım çekti neydem!
- Yalnız geğirdin mi? Elini ağzına kapat. Ayıp oluyor.
- De sittir ola! İnsanlık hali... ne olmuş?..
Senelerin gölgesi Hal Binasının sıvalarına düşmüştü.
Yazın gittiğim de erden kalktım. Urğattım doğru Hal’e...
"Uyku tutmadı gada."
Yalnız guduyan gibi; sipsivri çölün ortasında Hal Binası...
Özdemir Asaf’ın:
" ...Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz. " dizeleri...
Kaptan Dayı dükkanın merdivanın da Maraş’a Benziyen biri büçüşmüş oturuyor. Feleğin devranına taaccüple içten, gizli ağlamağı taklit eden gözyaşlarıyla katıla katıla ağlı.. yağıyordu, içine döktüğü yaşlarla ağlı... yağıyordu.
Solmuş duvarlar. Sıvalar da sesler solgun renklerde biraz varmış. Onların karışık hışırtıları. Seçilir seçilmezler; dikkatle kulak verdiğinde:
"- Kaşkacı! Ola yük var! "
" - Heybeye doldur! "
" - Mahalle bakkkallarına urğa Kemal. Hesapları al. "
"- Cemal Kalem’in manavına üzüm bırak. "
Pörsümüş renklerin yüzünde Konfigürasyonlar: belirli, bellimsiz.
Ressam LAUTREC’yi anlatan film. Lautrec artık ölüyor.
Güzel bir sanat eseri film.
Ölüyor, Lautrec büyük sanatlar yapmış adam.
Rol değil artıkın öldüğü kendi hayatı.
Ölüm yatağında, film şeriti karyolanın başında kapıdan geçiyor. Arkadaşları, anası, babası.
Çikolata adam danseder giriyor. Lautrec İlahi cüce ressam ne sevdin insanların dünyasını amma. Ölmez resimlerin modellerinden: Marie Charlet. Molin Rouge afişi ve afişler tektek şeriti bitirdi...
Merdiban da oturan adam Lautrec’in ölüşüne benzer şeritin sonuna gelmiş seyrediyor.
Susuzlu Deli Kemal kasayı yüklenmiş Vezir Dedeylen gidiyor. Kapıya yakınlaşmış çıkıyor. Vezir Dede bastona dayanık yürüyor. Yürüme denirse buna.
Halit Bölük kaşkaya vurmuş meyveleri kendi de arkaya kurulmuş.
Atın üstünde geme hakim olmaya çalışıyor. Orağazlı biri heybesine erik doldurdu. Dengesini bulsun diye de dolma biber aldı. Bu kadarı yiyebilirmiyiz, diyor.
Hamallar yük çekiyor. Şafkının torunları sigara molasında kavga çıkardı. Yatıştırdı yaşlı biri, geldi onu dinlediler.
Göz hakkıdır deyip üzüm denledi. Binali Dayı; umsunmasın diye bir kilo kadar üzüm, kese de uzattı.
Ey bak! Ola gözlerim: Bir daha görmez bu fırsat.
Eski Ardahan, nerde bir gene....
Neyse, hikayeyi bitiriyoruz!..
Yılmaz Yalçıner
Uyarı
{3}
{3}
{3}
{3}
{3}
Sık görüşülen
{3}
Sık görüşülen
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.