- 778 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADANA - MERSİN EXPRESİNDE KISA BİR TREN YOLCULUĞU
ADANA - MERSİN EXPRESİNDE KISA BİR TREN YOLCULUĞU
Kasım aynın son günleri olmasına rağmen, kış; soğuk yüzünü Çukurovaya henüz göstermemişti. Şöyle ağız tadıyla bir kış yaşayamamıştık. Kurban bayramı yaklaşırken yine ’’ Yazdan kalma ’’ bir gündü. Bayram alışverişi telaşındaki inasanların hınca - hınç doldurduğu 14.30 Adana - Mersin Expresi sağlı - sollu portakal bahçelerinin arasında hızla yol alırken, Adana’nın varoşları bir bir geride kalmıştı..
Bunaltıcı sıcakta, ayaktada olsa yer bulmanın sevinciyle, kapı aralığındaki daracık yerde yolculuk yapan yedi kişi için; Suskun, dipdibe, tentene bir yolculuk başlamıştı.
Tren; dümdüz ovada, marul ekili tarlaların yakınından geçerken, el sallayan işçi kızlara karşılık veren 10 yaşlarındaki çocuk, annesinin kanatları altına biraz daha sokulduğunda, açık pencereden birden bire içeriye dolan püren ve kekik kokulu serin hava herkese iyi gelmişti. Bu ferah koku, yoksa ta uzaklardaki Toros’lardan mı geliyordu ?
Sarmaş - dolaş olduğu oğlunun saçlarına öpücükler kondurup, ona sevgi sözcükleri fısıldayan kadın; gürbüz bir ormanı andıran buğulu gözleriyle, çok uzaklardaki Toros’ların karlı zirvesine bakıyordu. Baktığı yerde, bembeyaz bulutlarla Toros’lar içiçeydi..
Başını; kanat açmış dev bir kartala benziyen dağlardan çeviren buğday benizli kadın; kendine epey yukarıdan bakan Cumali’yle göz göze geldi. Beğeni dolu, kaçamak bir göz süzüşün ardından gülümsedi O’na.. Cumali’de gülümsedi...
Bu kadar derdin, tasanın arasında hala gülümseyebildiğine kendide şaşmıştı. Cumali üzgün.. Cumali sancılıydı. Az önce gülümseyen gamzeli yüzü donuklaşıp, yerini bezgin bir ifadeye bırakmıştı.
İki ay önce kapının önüne koyulduğu fabrikada çalışırken bile, kıt - kanaat geçinirken, işsiz kalmak belini tam bükmüştü Cumali’nin.. Düşünüyordu, kaytan bıyıklarını çekiştirerek kara kara düşünüyordu. Ne yapmalıydı?, Nasıl yapmalıydı?.. Borçlar dağ gibi olmuştu. Bayram yaklaşırken mutfak tam takırdı. Dünyalar tatlısı kızı Cemre, kırmızı pabuçlar istiyordu. Söz vermişti. Almalıydı. Çocuktu işte! Yokluktan anlamıyordu..
Nemlenen gözlerini gizlemek için, başını yere doğru eğen Cumali; huzursuz bir kıpırdanıştan sonra, isyan edercesine kahır dolu bir iç çekti. Sessiz çığlığı trenin gürültüsü içinde kaybolup gitmişti..
Yanı başındaki arkadaşını, yolculuk başladığından beri ’’ Çaktırmadan ’’ izleyen Berdan; ’’ Dert ortaklığı ’’ yaptığı can dostunun aklından geçenleri okumuş gibiydi. Rüzgarın dağıttığı seyrelmeye başlamış saçlarını düzeltip, elini arkadaşının omuzuna koyarak:
- Hepsi geçer, üzülme.. Sen sağlığına dikkat et, hep böyle devam edecek değil ya!. Bir yerlerden tutunacağız tekrar.. Hem hani bugün sadece eğlenmemize bakacaktık. Dedi. Gülüştüler. Anlaşmışlardı.
Merdivenlerin üzerindeki onlarca işçinin mandalina topladığı büyükçe bahçeyi geride bırakan tren; kavis alıp, sola meyilli hafif bir viraja girince; yaprakları sararmış ağaçlar arasından süzülen, bronz bir ikindi güneşi, merdiven basamağına koyduğu kitap ve defterlerinin üzerinde oturan, eli gitarlı üniversiteli gencin, uzun ve düz saçlarını yalayıp geçti. Usul usul gitarına ayar vermeye çalışan genç, kendi halindeydi. Hayatından memnun görünüyordu.
Mersin’deki birliğine teslim olmaya giden acemi asker; yere koyduğu uzunca sırt çantasının üzerine yatar gibi uzanıp, hayallere dalmıştı. Sert yüz hatlarıyla yaşından olgun görünüyordu.
Askerin yakınındaki kapıya sırtını dayayıp, çömelerek oturmuş ’’ Kirli sakallı ’’ adam, ilk kez gitar görüyormuşcasına meraklı gözlerle üniversiteli genci izliyordu. Upuzun saçlarını geriye doğru atan genç, tamda bir melodi tutturmuştu ki; kondöktörün soğuk ve kibar sesi duyuldu.
- Biletler lütfen!..
Kimsenin çıtı çıkmadığı daracık yerde, kısa süreli bir hareketlilik yaşandı. Biletler kesildi, paralar alındı, verildi. En sonunda sıra askere gelmişti. Kupkuru cüzdanının zulasından beş lira çıkarıp kondöktöre uzatan asker, mahçup bir ifadeyle:
- Şakirpaşa - Mersin!.. Asker!.. Dedi. Belliki indirim varsa faydalanmak istiyordu.
Kondöktör; acele bir şekilde çantasını ve ceplerini karıştırdı. Bozuk parası bitmişti. Ne yapacağını şaşırmış halde, telaşla sağa sola bakınırken o ana kadar hiç konuşmayan kadın;
- Bence askerden hiç para almayın!.. Dedi.
Kadının sözleri Cumali’nin hislerine tercuman olmuştu. O’ da atıldı.
- Bencede!..
’’ Cımcılık ’’ ter içerisindeki kondöktör, işine karışılmasına kızmıştı. Sert bir ses tonuyla:
- Herkes kendi işine baksın!.. Dedi.
Şaşırdı Cumali.. Ne diyordu bu adam!.. Ecelinemi susamıştı yoksa?.. Kalabalığın içinde, helede bir kadının yanında azarlanmak kanına dokunmuştu. İri gövdesinde, aşağıdan yukarıya doğru bir sıcaklık hissetti. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Başı döndü, kulakları uğuldadı. Geçmek bilmeyen o kısacık anda; Tüm hayatı gözünün önüne geldi. 12 Eylül, işkenceler, uzayıp giden gece vardiyaları, sendika, patron, işsizlik... Herşey birbirine karışıp kondöktörün iri burnuna habis bir ur gibi yerleşmişti. Kanlanmış gözleriyle, kondöktörün burnuna bakıyordu. O irini patlatmalıydı. Yumruklarını sıkıp, yıllanmış bir öfkeyle adamın üzerine doğru hareketlendiğinde, Berdan; onun çelik bir yay gibi gerilmiş kollarına yapıştı. Askerde ayağa fırlayıp ’’ Boş ver abi.. Değmez ’’ diyerek araya girince, durakladı Cumali. Öfkesi geçmemişti. Ani bir kararla; işaret parmağını ileri geri sallıyarak kondöktöre bağırmaya başladı:
- Sana on saniye müsade!.. Gözümün önünden hemen kaybolmazsan seni bu trenden aşağı atacağım!.. Dedi.
Başına gelecekleri anlıyan kondöktör:
- Çattık belaya!.. Deyip aceleyle sıvışırken, asker elindeki beş lirayla ayakta öylece kalakalmıştı..
Dışarda hava bozuyordu. Kocaman, gri bir bulut Toros’ların rengini morartmıştı. Azsonra dağlar silikleşip, görünmez olurken, Çukurova’da pek görülmeyen, doluyla karışık, şiddetli bir yağmur başladı. Çatlamış topraklar; suları yutarcasına içine çekerken, ortalık buz gibi olmuştu. Açık pencereden içeriye dolan yağmuru önlemek için, penceriin camını örtmeye çalışan Berdan; kendi kendiyle konuşurcasına kısık bir sesle:
- Yağmur sıcağıymış demek ki.. Zaten bu mevsimde bu sıcaklık pek hayra alamet değildi. Dedi. Gök gürlemesine karışan sözlerini kendi bile zor duymuştu.
Sessiz, sakin bir şekilde geçen yolculuk, birden bire hareketlenmişti. Az önce kondöktörün çıktığı kapı tekrar açıldığında, elindeki tablayla, güçlükle içeri giren tombul, kıvırcık saçlı çocuğun gür sesi koridorda yankılandı:
- Fıstık ezmesi!.. Taze bunlar!..
Kapının kenarında, hala çömelerek oturan kirli sakallı adam, seyyar satıcıyı durdurdu.
- Kaça bunlar?..
- Elli kuruş abi!..
- Birtane ver bakalım!..
Cebinden beş lira çıkartıp, satıcıya uzatan kirli sakallı adam, satıcının verdiği para üstünü yine ayağa kalkmadan cebine atıp kimseye aldırış etmeden ezmesini yemeye koyuldu. Herkes ona bakarken, satıcı çocuk gitmişti. Annesinin gözlerinin içine bakan çocuğun canı çekmişti. Anne üzüldü, Cumali yine sinirlendi.. Koridorun ortasında hiç bir yere tutunmadan ayakta durmaya çalışan asker; kirli sakallıya ters ters bakarken, koridorun kapısı gürültüyle tekrar açıldı. gelen yine kıvırcık saçlı ezmeci çocuktu. O’nu eliyle yanına çağıran asker; uzun süredir elinde tuttuğu beş lirayı uzatıp:
- Bize altı tane ezme!.. Dedi. Satıcı çocuk, toptan satış yapmanın sevinciyle, çabucak işini bitirip uzaklaştı. Ezmeleri alan asker, önce çocuğa sonra annesine uzattı. Kısa bir itirazın ardından, çocuk ve annesi teşekkür ederek aldıkları ezmeleri yemeye koyulurlarken, geriye dönen asker; birinide üniversiteliye uzatıp, uzun sırt çantasının üzerine oturdu. Berdan ve Cumali’ye dönüp:
- Bunlar da bizim!.. Diyerek ezmeleri uzattı. Gülümseyen yüzünde, zor bir sınavı başarıyla bitirmiş insanların huzuru vardı.
Gözgöze geldiği askere, tebrik dolu bir bakış fırlatan Berdan; arkasına dönüp, dışarıyı izlemeye koyuldu. Tren hızını kesmişti. Şehir merkezindeydiler. Yeni dünya, limon ve portakal bahçeli ’’ Müstakil ’’ evler bitmiş, apartmanlar başlamıştı. ’’ Sonunda gelebildik ’’ Dedi. Pencereyi açtı. Ipılık bir havayla karşılaşmıştı. Yağmur dinmiş, yine pırıl pırıl bir Güneş çıkmıştı. Ortalık mis gibi toprak kokuyodu. Yolcular iniş hazırlığı için kıpırdanırken, iri burunlu kondöktörün soğıuk ve kibar sesi tekrar duyuldu:
- Tarsus yolcularına son durak!..
Tren; önce yavaşlayıp, sonra dururken, Tarsus’a moral gezisine giden iki arkadaş içinde yolun sonu gelmişti. Toparlandılar. Ayak üstü: Çocuğun saçlarını okşayıp, annesine iyi günler dilediler. Askerle tokalaşırken, kirli sakallıyı görmemezlikten gelmişlerdi. Kalabalığın ortasındaki Cumali; geriye dönüp, kadınla son kez göz göze gelirken, hala merdiven basamağında oturan üniversiteli genç, bir türlü başlayamadığı melodisini yumuşacık sesiyle söylemeye başlamıştı.
Yine aylardan kasım
Sanki sende kaldı bir yanım..
Her nefesim.. Her anım
SANADIR CANIM...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.