- 849 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
yaylacık köyü Ardahan öyküleri 87 (kitap)
Yaz akşamları Ardahan’da kısadır. İklime sebep.
Rakamlar yaşanmayacak nitelikleri atlatır.
Yaz neyse de; akşamlar hele yazın geceler.
Allah sizi inandırsın!
Çiğit kokuyordu.
Kesilmiş, pay edilememiş, Iğdır Karbuz’unun tadı kokuyordu...
Gündüzün yeşili kokardı.
Mavili yeşil iki yandan bir ışığa tüterdi.
Yıldızlar birbirini çağırmada beis göstermezdi.
İğne atsan, düşse, apaklıkta eğilip alırdın.
Kandil kimi, çıra kimi kara uzaya asılmış idare lambaları "Ziyarat"tan Ardahan’a Tat İskendergilin, Feramuz Çağlayan’ın eve projöktör vermişsin de ışıklandırmışsın, aynen.
Artvinli Bostancıların İskender Dayı’dan kiraladıkları napızarlar ve bostanlar da ayçiçekler uydu alıcılar büyüklükteydi. Günebakan tekerleri, üç kişi yerinden zor sökerdi.
Yemeynen; köye zor bitirirdi gençler.
Sabgara’lı
Sazara’lı
Gürcübeg’li
Sarzep’li gençler de gececiydi.
Öldürsen gecenin emsalini yalnızını, yaşamadan kimse geri çekilmezdi.
İllam akşama sinemaya gidecekler,
Kor ışıklı kahve’nelerde ufaktan kağıt oynayacaklar.
Selami’nin Bira’nesinde içecekler,
Sevdiği kızın evin mutfak ışığını yandırtacak.
Kız üç saat içinde bir defa dört saniyelik bir alatrik yaktı.
Lamba derakap kainatı ışıkladı. Oğlana öyle geldi.
Şehir kendini bildi bileli zevkzadelerle içli- dışlı yaşadı.
Ah bir "Karataşlar"ın dili dil olsa da derbeyan etse.
Yaylacık akşamdan gecelere her daim hazırdı.
Gece yaşam başlamaz mı? Küre-i arz da.
Nahırdan mal sağıma geldi.
Sağınççı kadınlar memede danayı emizdirdi. İnekleri sağdı. Zavota sütü tartıp verdiler. Vedraları boş taşımamak için bulağa uğrayacaklar.
Vedrasını çalkalayan... serpti. Laz Halilgilin napızarın çeperine tırmandı sütlü su. Köy kadınları zavottan bulağa. Suyu doldurup omuzluğla iki vetra suyu evde, boşkaya dökücekler.
Su başında eğleşip; ağzında sakız çiğniyor iki genç kız.
Öbür kadınlar küründe; yosun, çamur ve çer- çöpü ayıklayıp yalakların beri tarafına aktarıyor.
Uğraşmayla bir, ayrıca; konuşuyorlar...
Yaşlıların, yatakta döşeğe düşmelerini değerlendiriyorlardı.
Mahsusen:
"Öldürmeyen Allah öldürmez!" deyip. "Allah almışları alsa da kurtulsak!" diyordular... içlerinden!
Gaziantep’li Bohçacı’dan süveter almıştı kumral kız. Esmer orta boylu kız çiçekli bulüzü eğnine (üstünde) giymişti. Giydiğinden haberi yok şaşkının. Kumral kız:
" Kız eğninde ki ne?.."
Başını eğdi ve ne görsün? Bohçacının sattığı eğninde.
Kadın Milleti: Tanrı yaratmış, gülmenin en şenini gülsün diye. Gülmek ama ne gülmek babamcan!
"Ayuplığa erbkişiler, herifler görür!"
Ağızları yaşmaklı. Gülücekse sesler görünsün. Dudaklar gözükmesin.
Beyaz yaşmak burna çekilmiş sinor çizgisi. Kahkahalar beden diliyle kolda gah, omuzların inişinde, kalkışında. Elleri çırpmada. Ne sevinç, ne mutluluk bu? Avuçları dizlere çırparak kızarttılar.
İnsan sevinince ne güzel seyredimli oluyormuş?
Kadın, sevinç ve kahkaha!
"Ey dünya ezizin ölsün, o gülüşler geçti gitti ya!.."
Paltarları değiştirdi gençler. Elini yüzünü yıkadı. Yeni çorabını giydi Engin. Derede ayakkabını yıkamıştı. Gök mavi ceketi dik kesik çizgilerle iki üç santim arayla sadece cekette sırayı şaşırttırmıştı terzi.
Terziye kapıya çıkıp bağırmıştık, ben de ordaydım. Terzi sanmıştı, parayı vermiycektik.
Hal bu: Engin zevki için bir ata karşılık pantolun ile değiş- tokuş yapmıştı. İlk gençliğinden beri giyimine- gejimine meraklıydı.
Hecer’in Dere’ye danacılar önlerine kattıkları dana kuzuyu sürüyor. Akşam seferi azcık otaracaklar. Dere karanlık sanki, vadiye son ışıklar tepeler gibi düşmez. Miro Dayı beyaz danayı... ayağında dabak vardı, İbogilin dalından götürüyor. Eline kakaç almış onnan beyaz danaya çalıyor. "Bürç!" diyor
"Çat, çat!"
Kahraman Eniştegilin evin önüne geldi.
Selamlaştılar:
- Hayırlı akşamlar Kahraman Efendi.
- Hayırlı akşamların olsun Mürsel Kardaş!
Kıtan Mamagilin kapıda kalabalık var. Bir çocuk önüne ineği katmış nahıra yetiştirecek bunu. Geçikmişler.
Turan bu: İsmet Emigil Çalkavur’dan geldiğinden; hep işlerine, yardıma koşar.
Muharrem, "Büyük Kaya" da tabir ettiğimiz Hecer’in Dere’ye koşturuyor.
Çocuklar plastik topla sigarasına maç yapacaklar. Sabahtan sözleşmişlerdi. Stadyum tereklerini andırırdı dik iki yamacın bir yanında dere akardı. Sağa tarafta; genişlik açılır sonra büyük kayalar insan heykelleri gibi terasla kapatırdı batı cenahı. Çakrak bir yerdi, yeşillik ve çum deriz çimenler endemik ve bin bir çeşit çayır bitkileri serilirdi. Ağızlarının altında mübarek hayvanlar gırç, gırç dişlerinin ve üst dudaklarının arasına çiçek ve ot demetlerini sıkıştırıp kopartarak yerdi.
Ben aşağı uzanır... hayvanları yukarıda iken seyrederdim. Sahnedeymişler gibi... toprağın kokusunu alırdım. Kara: Çernozyum Toprağı seyrederdim. Aşağı baktığımda kınalı taşların dokularını izlerdim. Göğe gözümü direrdim. Tepelere yakın geçen beyaz tayyare bulutların ardına takılır kalırdım.
Zavot buzağıların renklerinden başlayıp şekillerini hareketlerini incelerdim. Dalkır renk, sarı, boz, ala ve kara renkli hayvanların baha da renk niye değer döver düşünürdüm... cevap arardım. Altından kalkamazdım.
Gerdanların en güzelini seçmeğe çalışırdım. Ağzının ucundan sallanarak kat, kat pileli olanın mama olmaması cins ve renkli olması lazım gelirmiş dendiğinde yine kestirememiştim .
Sırt üstüne döndüm. Bu gece ve gündüzlü vadide yüzüm ve gözlerimle göğdeki mavi okyanusa düştüm.
Ne ben boğuldumdu.
Okyanus kör olmadı.
Yaylacığın bir bağışı olmuştu:
"Yaşadık yalan Allah’ın düşmanı."
Ama az yaşadık!
Ve kadrini bilmedik!
Karşımda Binali Dayıgilin tarla çeperi . Seyrediyorum. Anlamaza, bilmeze bakardım. Çocuğum, hoş ve haz etme üzerine bakmaydı onlar:
Gözümü alamıyorum. Bilincim duruyor, aniden boş kuyuya düşmüşüm sanki. Doğa büyülemişcesine.
Melul melul göz bebeklerim tarlanın çavdarlarıyla sallanıp gidiyor, geliyor. Hipnotizma olmuş gibi mehirlenmiştim.
Bir motorlu taşıt yoktu. Tren asfalt yok. Site yok, ev yok. Apartman yok şehir yok; sorun yoktu.
Binlerce önce biri aynı yerde oturmuş olsa: O ne görürdüyse bende aynını gördüm:
Üç bin, dört bin yıl arasında aynı çiçekler ve havalar aynıydı...
23-02-2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.