- 930 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TOPRAK ÇEKİMİ
TOPRAK ÇEKİMİ
Tabiatta, “yer çekimi kanunu” diye bilinen bir kural vardır. Allah tarafından konulan bu kural Dünya kurulalı beri mevcuttur. Normal şartlarda, yani onu tutacak bir nesne ve sistem oluşturulmamışsa, havaya atılan bir cisim havadan düşer. Olgunlaşmış bir meyve ağaçtan düşer. Diğer şeyler için de bu geçerlidir. Dünyada baştan itibaren belli olan bir kuralı Newton adlı Bilim Adamı sistematik bir şekilde anlattığı için “yer çekimi kanununu” bulan bilim adamı diye anılmıştır.” Bu kanunu okullarda da öğretirler. Bize de öğrettiler. Yer çekimi kanununu ortaokulu bitiren herkes, daha liseye başlamadan bilir.
Gel gör ki, okullarda “toprak çekimi” denilen bir başka kuralı öğretmezler. Çünkü müfredatta böyle bir konu yoktur. Bu konu müfredatta olmasa da, gerçek hayatta mevcuttur. Okullarda öğretmeseler de, hayat bu kuralı bizzat öğretir. Yaşlanan her insan, hele gurbette yaşlanan her insan toprak çekimi kuralını bizzat yaşayıp da öğrenir.
Toprak çekimi nedir? Gelin bu hususu anlamaya çalışalım.
Çok kolay gözlemlendiği üzere, insan, doğumdan ölüme giden hayat yolculuğunda, başta ve sonda doğaya ve toprağa daha çok bağlıdır. İnsan hayatının aşamalarını bir hilalin şekline benzetecek olursak; hilalin en ucundan belli bir kavise kadar olan kısmı gençlik, bu kavisten itibaren hilalin en ortasını geçip de, orta yaşlılığın başladığı yerin tam karşısındaki bir nokta, yaşlılık öncesi ve yaşlılığın başladığı yer olarak tasvir edilebilir. Bu noktadan itibaren, hilalin diğer ucuna kadar devam eder gider yaşlılık.
Neticede çocukluk ve ihtiyarlık hilalin iki ucu gibi, birbiriyle yan yana durur. İşte, bu iki yerde insan toprağa yakındır. Hem fiziki olarak toprağa yakındır, hem de ruhen yakındır. Bu Allah’ın bir hikmetidir. Gerçekten de, insan yaşlandıkça bir dal gibi eğilir ve toprağa yaklaşır. Çocukluğunda zaten boyu kısadır ve insanoğlu çocukluğunda toprağa yine yakındır.
Fiziki bu yakınlığı izah etmek kolaydır. Peki, çocuklarda ve ihtiyarlarda ruhen toprağa bağlılığı nasıl izah edeceğiz? Onu da şöyle izah edeceğiz.
İnsan, çocukken ne mal, ne mülk, ne para, ne pul düşünür? Varsa yoksa, oyun düşünür ve etrafındaki nesnelerle, etrafındaki varlıklarla ilgilenir. Bir çocuğun etrafındaki en büyük, en görkemli nesne, elbette topraktır, nehirdir, denizdir, ağaçtır, sahildir, dağlardır, gökyüzüdür ve Allah’ın yarattığı benzeri tabiat değerleridir. Çocuklar, bunlarla elbette yakından ilgilenir ve hafızasında bu güzellikler silinmez yer bırakır. İnsan büyüdükçe, bu güzelliklerin yerini, iş-güç, para-pul, mal-mülk, makam-mevki gibi şeyler almaya başlar. Bir de evlenince, çoluk-çocuk, evlad-û iyal derdi ile baş başa kalır ki, bırak dere, deniz, ağaç, orman ve dağları, adeta dünyayı unutur.
Sonra yaşlılıkta, çocuklar büyür, evlenir, evli evine-köylü köyüne herkes yuvasını bulur, bir de emekli olununca, tekrar aklına-gönlüne, unuttuğu değerler, çocukluğundaki nehirler, dağlar, ırmaklar, ağaçlar, dağlar ve diğerleri düşer. Toprak adeta tekrar varlığını hissettirir. İnsan unuttuğu toprağı yaşlılığında tekrar hatırlar. Belki de, sonunda içine gireceği “sadık dostu toprağı” hatırlamak zorunda kalır.
Bu husus yani, insanın yaşlılıkta kendisini toprağa ruhen tekrar yakın hissetme hususu, hele, o kişinin çocukluk ve gençlikten sonraki hayatı gurbette geçmişse, bu ruhi değişim daha şiddetlidir.
Bu yüzden, yaşlılar, “döneceğim de döneceğim” diye tutturur ve imkân bulan memleketine döner. Yaşlılığında memlekete dönen kişi, aslında memleketine dönmüyor. Toprağına dönüyor, çocukluğuna dönüyor. Memleketine dönme imkânı bulamayan, “beni memleketimin toprağına gömün” diye vasiyette bulunuyor. Bu müthiş bir hadise ve çok ibretli bir dönüş hikayesidir. Aynı, Mevlana’nın Mesnevisinin ilk 18 beytinde geçen hadise gibi. Ney, niye inliyor ve ağlıyor? Ney, niye sızlıyor ve feryat ediyor? Beni kamışlıktan kopardılar diyedir, tüm ağladığı ve feryadı. Biz de öyleyiz. Dünyada doğduğumuz topraklardan uzağız çoğu zaman. Bundan dolayı feryat-û figan ederiz. Kendi toprağımızda yaşasak bile, bu dünya bizim asıl vatanımız değil. Bu nedenle asıl vatanımızdan (Cennetten) uzak olduğumuzdan dolayı inleriz, feryat ederiz.
Netice itibariyle, toprak asla unutulmaz. Güzellikler hiç unutulur mu? Unutulur mu hiç, çocukluğumuzdaki yemyeşil vadiler, tertemiz nehirler, ulu çınarlar, nehirdeki balıklar, kurbağalar, yengeçler, dağın yamacında özgürce uçan kuşlar, uçsuz bucaksız ovada çiçekler arasında uçuşan kelebekler hiç unutulur mu? Asla unutulmaz bu değerler, bu güzellikler. Bir gün gelir, bu güzellikler, bu değerler, mıknatıs gibi çeker kendine. Mıknatısın çekim gücü olur da toprağın olmaz mı? Gün gelir o da çeker kendisine. O günden sonra insanı bağlasan durmaz artık. O günden sonra insan, artık toprağına doğru koşar, kuş gibi uçar. Çünkü, toprak çeker. İşte bu çekim gücüne “toprak çekimi” denir.
Toprak, yaşlanan insanı ruhen ve fiziken kendisine doğru çektiği gibi, gurbette yaşayan insanı kendisine çağırır da. Çocukluğunu ve gençlik yıllarını memlekette yaşayıp da hayatının yaşlılık yıllarına kadar gurbette yaşamak zorunda kalan birisi yeri, zamanı geldiğinde memleketine dönmek ister. Toprak onu çeker. İşte buna da “toprak çekimi” denir.
Sonuçta “toprak çekimi” vardır. İnsan hayatının başında ve sonunda toprak vardır.
Ahmet SANDAL
Şair Yazar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.