- 1052 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
TARİHİN AKIŞI(İHANET,KİN,HUSUMET,ÇEKİŞME)
Bir milletin geleceği ile ilgili toplumsal sorumluluğunu üstlenip hizmet edilmesi gerekiyorsa şüphesizki onu kabul edecek olanların kendilerini sıkı bir sınavdan geçirmeleri, yetişmiş ve tecrübe sahibi olmaları, altından kalkıp kalkamayacaklarını iyi bilmeleri gerekmektedir. Elbetteki sıradan insanların böyle bir sorumluluk almaları düşünülemez. Aksi takdirde sonuçları telafi edilemeyecek dereceye varır.
Nevzat KÖSEOĞLU, şöyle bir değerlendirme yapmıştır. "Tarihin akışı içinde öyle küçük olaylar, duygular, tavırlar vardırki bunlar hiç bir maddi veya sosyal gücün eseri değildir. Ama tarihin akışını değiştirirler."
Konuyla ilgili sayısız örnekler verilebilir. Ancak en önemli gördüğüm tarihi iki örnekle bu günkü yapılan yanlışlara ışık tutmayı umarım.
Preveze deniz zaferiyle Akdenizde doruğa çıkan Osmanlı itibarı, İnebahtı felaketiyle sarsılmuş, tarihin akışı değişmiştir. 1571 de Akdeniz’de son kalesininde yıkılmasıyla Avrupa, bütün güçlerini toplayarak Papa’nın önderliğinde "kutsal ittifak" oluştururlar. Yaklaşık 300 parçadan oluşan Haçlı donanması Mesina’dan Arnavutluk sahillerine doğru ilerler. 180 gemiden oluşan Osmanlı donanması İnebahtı(Lepanto) körfezine demirlemiştir. Donanmanın başında eski Yeniçeri ağası olan Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa, ikinci vezir de Pertev Paşa’dır. Her iki Paşa da kara askerliğinden yetişmişlerdir. Müezzinzade, kara savaşlarında hep ileri atılıp zaferler kazanmış cesur bir Paşa’dır. Ne varki deniz savaşlarında tecrübesizdir. Donanma hazır değildir. Gemilerde önemli ölçüde personel açığıda vardır. Barbaroszade Hasan Paşa ile Uluç(Kılıç) Ali Paşa’nın karşı çıkmalarına aldırış etmeyen Müezzinzade "Ben Padişah donanmasına kaçtı dedirtmem." diyerek taarruz emrini verir. Amiral gemisinin filamalarını dahi indirmeden düşman donanmasına cepheden saldırır. Bunu gören düşman amiral gemisinin etrafını sarar. Şiddetli çarpışmadan sonra Müezzinzade Ali Paşa’yı şehit ederler. Beklenmeyen bu hal karşısında Osmanlı donanmasında maneviyat çöker. Altmış kadar gemi Haçlı’ların eline geçmiş, donanmanın büyük bir bölümü mahvolmuştur. Önemli taktik hatalarla bu yenilgide Müezzinzade Ali Paşa’nın büyük sorumluluğu olmuştur.
İnebahtı yenilgisi, Osmanlı Devleti’nin Akdeniz de Haçlılar karşısındaki güç ve itibarı, psikolojik ve manevi anlamda büyük darbe almıştır. Akdeniz deki üstünlüğü sarsılmış, geniş sahillere sahip devleti son derece tehlikeli duruma sokmuştur. Şimdiye kadar ne karada ne denizde Osmanlı Devleti’ne karşı böyle bir zafer kazanamayan Haçlı aleminin Osmanlı’yı yenebilecekleri, Akdeniz den atabilecekleri, hatta kutsal topraklara ulaşabilecekleri yönündeki azim ve inançları üst düzeye çıkmıştır. Artık Osmanlı kıyılarını ne şekilde işgal etmeye başlayacaklarını konuşmaya, yeni ittifak ve güçlerini artırma çalışmalarına başlarlar. Venedik’in İstanbul elçisi Barbaro, Sokullu Mehmet Paşa’nın huzuruna gelerek Osmanlı Devleti karşısında Haçlıların eriştiği kudret ve caydırıcılıkla övünüp maneviyat kırıcı, ümitsizliğe sevk edici alaylı sözler ederek ağır bir antlaşma imzalamaya zorlar. Venedik elçisinin cüretkar sözlerine Sokullu Mehmet Paşa tarihin altın sayfalarına geçen "Bilesinki, donanmamızı mağlup etmekle bizim ancak sakalımızı kesmiş oldunuz. Biz ise Kıbrıs’ı fethetmekle sizin bir kolunuzu kestik. Tıraş olan sakal daha gür olarak büyür. Lakin kesilen kol yerine gelmez." diye karşılık verse de Venedik elçisinin meydan okuyan tavrının Avrupa’ da da hissedildiğinin farkındadır.
Diğer bir örneğimizde ikinci Viyana kuşatması hezimetidir. Mezifonlu Kara Mustafa Paşa’nın aşırı ölçüde siyasi hırs ve inat gösterdiği, kendine çok fazla güvenip etrafındaki devlet adamlarının görüşlerine itibar etmemesi, şahsi kusur ve zaafiyetler taşıması, fazla gurur, kibir, bencillik, hiddet ve pervasızlığı, Fransız elçisi Nuvantel’e türlü hakaretler edip huzurundan attıracak kadar ileri derecede olduğu kendi sonundan ziyade tarihin akışına, dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin geleceğine etki etmiştir.
1664 de imzalanan Vasvar antlaşmasını sürekli ihlal ederek Osmanlı sınırlarına saldıran Avusturya İmparatoru 1.Leopold tarafından Macarlara baskı ve zulüm yapılması ile Macarların yardım istemeleri, Avusturya’nın halledilmesi gerektiğini gösteriyordu. Bu sebeple Merzifonlu Sultan 4.cü Mehmed’i ikna ederek izin koparmıştır. Edirne den yola çıkan ordu heybet ve azametiyle Belgrad’a gelir. Orduyla yola devam eden Merzifonlu 27 Haziran 1683 de İstoni-Belgrad’da harp divanı nı toplar. Devlet erkanı, Avusturya’nın Lehistan ile ittifak yaptığını söylerlerse de Merzifonlu ciddiye almaz. Şöyle demiştir. "İsterse bütün hristiyanlık aleyhimizde ittifak etsin. Biz kimseden korkmayız." Harp divanını topladığında, Viyana’yı alıp Avusturya ya sulh şartlarını dikte edeceğini, Yanıkkale’nin alınmasının Avusturya ya baş eğdirtmeye yetmeyeceğini ve Macar işlerinden el çekmeyeceğini bildirir. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, bu yıl Yanıkkale ve Komara’nın alınması, akıncılarla orta Avrupa ya gözdağı verilmesi, gelecek yıl Viyana’ya gidilebileceğini söyler. Kırım Han’ı Murat Giray ile Macar Kralı İmre Tökeli de aynı görüştedir. Tökeli, Viyana’nın uzak olduğunu, etrafındaki kalelerin ele geçirilmesi gerektiğini, Macaristan’ın Avusturya’lılardan temizlenmesini, Estergon ve Yanıkkale’nin fethedilmesini ve Macaristan’ın kaynaklarından yararlanarak Viyana üzerine yürümesini söyler. Fakat Sadrazam Mezifonlu, Tökeli’nin fikirlerini menfaat temini olarak değerlendirmiştir. Harp divanı toplantısı sırasındaki karşılıklı tartışmalar Merzifonlu’ya kin duygusunun doğmasına sebep olur. İbrahim Paşa’ya sarf ettiği ağır sözler kuşatmada Merzifonlu’ya karşı ihanete dönüşecek ve Osmanlı tarihinin seyrini değiştirecektir.
Padişah’ın müsaadesinin olmamasına, ifade edilen kişilerin muhalefetine rağmen oldu bittiye getirip kararını divan üyelerine kabul ettirmeyi başarır. Durumu öğrenen Padişah aldatıldığını anlamış lakin artık iş işten geçmiştir. Nihayet 7 Temmuz 1683 de Viyana önlerine gelen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 14 Temmuz 1683 de kuşatmayı başlatır. Avusturya imp. 1.Leopold kaleden kaçarak Prag’a gider. Amacı Avrupa devletlerinden asker toplayıp yardımlarla Türk taarruzundan kurtulmaktır. Kuşatma uzadıkça sıkıntılar baş göstermeye başlar. Soğuktan korunmak için yakacak odun bulunamaz.Atlara yiyecek ot bulabilmek için 15-20 saatlik yola gitmek gerekmektedir. Ordu da düzen ve disiplin bozulmuştur. Bu arada yardıma gelen Leh Kralı Jan Sobieski 20-25 bin süvari ile Tülin önlerinde Avrupa Prensliklerinden gönderilen askerlerle birleşir ve 70 bin kişilik Haçlı ordusu oluşur. Bu kuvvet karşısında Merzifonlu müşkül durumdadır. Bu ordunun Viyana’ya girişini engellemek için Kırım Han’ı Murat Giray’a Viyana’ya geçiş yeri olan Tuna nehri üzerindeki taşköprü arkasına mevzilenmesini emreder. Düşman Tuna nehri üzerinden geçerken Murat Giray karşı çıkacağı yerde, bir tepe üzerine çekilip onları seyretmeye başlar. Kendi imamının dahi itirazına rağmen ihanet eder. Düşman ordusu karşısında mevzilenen Osmanlı ordusu, bu defada Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa’nın ihanetiyle karşılaşır. İbrahim Paşa, Merzifonlu’nun harp meclisinde kendisini aşağılayıcı sözlerinden ötürü intikam hırsıyla hareket eder ve O nun muvaffak olmasını istemez. Ordunun sağ tarafına komuta ederken savaşın başladığı sırada askerini geri çekerek Osmanlı saflarının bozulmasına yol açar. Ordunun sol tarafına komuta eden Kırım Han’ı Murat Giray’da olaya seyirci kalarak ikinci ihanetini yapar. Kuşatmanın neticesiz kalıp büyük bir bozgunla bitmesinde özellikle bu iki şahıs önemli rol oynar.
Kuşatmanın uzaması yanlış ve tehlikeliydi. Ordunun lojistik ihtiyaçları önceden iyi düşünülmeli ve gerekli tedbirler alınıp her türlü imkan seferber edilmeliydi. Zaman uzadıkça dışarıdan yardım geleceği hesap edilmeliydi. Bu bozgunun sebebi, ihanet, ordunun sevk ve idaresinden sorumlu komutanlar arasındaki şahsi çekişme, kin, husumet ve inatlaşma zaferle çıkılması gereken kuşatmanın akibetini yerle bir etmiştir. Belgrad’a dönüldüğünde Merzifonlu ilk iş İbrahim Paşa’yı idam ettirmiş, 25 Aralık 1683 te de Padişah fermanıyla Kendisi idam edilmiştir. Bu idamlar tarihin akışını Osmanlı’nın lehine değiştirmeye yetmemiş Lehistan Kralı Jan Sobieski’nin "Türkleri artık Avrupa dan atmanın vakti geldi." sözünü söylemesine sebepolmuştur.
Bu kuşatmanın neticesinden cesaret alan batılı devletler birleşip 16 yıl süren "kutsal ittifak" savaşları ile Avrupa da Osmanlı varlığına büyük bir darbe indirilmiş, 1699 Karlofça antlaşması ile ilk kez ağır toprak kaybına uğratılmıştır. Bu, sonun başlangıcının ilk adımıdır. Arka arkaya devam eden benzer hatalar koca bir imparatorluğun sonunu getirmekle kalmamış, Türkleri sadece Avrupa dan değil yer yüzünden tamamen yok etme düşüncesine yöneltmiştir. Bu düşünceler bu günde devam etmektedir.
Mustafa KEMAL’den başka bu gerçeği gören maalesef olmamıştır. Ölümünden sonra yeteneksiz ve zayıf idarecilerin acizliğini kullanan batılı devletler, Osmanlı Devleti’nin sonunu getirdikleri gibi Türkiye Cumhuriyeti içinde sinsi planlarını uygulamaktalar. Lozan’da söylenenler bunun açık işaretidir. Türkiye’yi asla almayacakları AB kanalı ile programlarına devam etmekteler. Bir taraftan açıkça karşı çıkarlarken diğer taraftan üyelerinin hiç birine uygulamadıkları ağır ve bölünmeye götürecek şartlarını bir bir dikte etmekteler.
Başbakan R.T.E’nın Brüksel’de 16-17 Aralık 2004 tarihinde katıldığı AB Konseyi Başkanlar toplantısı Türkiye açısından önemliydi. Türkiye ile müzakerelere başlama tarihinin verilmesi gündemdeydi. Bu toplantının en önemli özelliği AB ile Türkiye arasında yapılacak en son "pazarlığa" son noktanın konulması aşamasına varılmış olmasıydı. Bu toplantıda alınan kararlar Türkiye tarafından kabul edildiği takdirde müzakereler başlayacak ve bir daha Türkiye hiç bir konuda hiç bir zaman AB ile pazarlığa girişemiyecek, sadece Avrupa müktesebatını olduğu gibi uygulamakla yükümlü olacaktı.
Başbakan R.T.E’nın önüne 6 Ekim 2004 tarihli Türkiye raporundaki maddeler birer birer konulur ve bunları kabul etmesi istenir. R.T.E bu ağır şartlar karşısında bocalar, bunalır ve hatta bir an anlaşmayı imzalamadan hemen uçağa binip Türkiye’ye dönmeyi bile düşündüğü söylenir. Kabullenmekte en çok zorlandığı madde Kıbrıs’ın Rumlara verimesidir. Bunu Türk halkına anlatamayacağından ve büyük bir tepki ile karşılaşacağından korkmaktadır. İngiltere başbakanı Tony Blair durmun farkına varır. R.T.E’la başbaşa görüşebilmek için toplantıya kısa ara verilmesini ister. Kısa görüşmede Tony Blair Başbakana şöyle bir röl oymanasını önerir. "Sen Türkiye’ye döndüğünde Kıbrıs’ı Rumlara verdiğini sölemeyeceksin! Rumlarla bir ticaret antlaşması imzaladım diyeceksin." Başbakan’ın yüzü güler. Sorun aşılmıştır.Konsey yeniden toplandığında Başbakan AB’nin istediği tüm ağır şartları kabul eder. AB’nin 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayacağı duyurulur. Başkanlar toplantısı bittiğinde Başbakan R.T.E ’nın yanına gelen İsveç Başbakanı şunları söyler. "Siz ne yaptınız? Çok ağır şartları kabul ettiniz. Biz sizin bu şartları kabul etmeyeceğinizi, tartışma ve hatta kavga çıkaracağınızı sanıyorduk! Eğer siz bu ağır şartlara karşı direnseydiniz bizde sizi destekleyecektik. Ama bundan sonra bizimde yapacağımız bir şey kalmamıştır."
Buna karşı çıkamazdı. Çünkü Ortadoğu için yeniden yaptıkları planlarının uygulanmasında yardımcı olmak için bizzat onlar tarafından bulunduğu makama getirilmişti.
Görülüyorki bizim aleyhimize tarihin akışı bir kere daha değişmeye başlamıştır. Eğer uyanıp bir an önce lehimize değiştirmeye çalışmazsak, Türkiye Cumhuriyet’i harita da değil tarih sayfalarında yerini alacaktır.
Ertuğrul TORUN
YORUMLAR
İtalyan başbakanının dahi adını yazıp, bizim başbakanımıza RTE yazmanız yazınızın taraflı olduğunu ve hiç de çözümden yana olmadığını düşündürdü bana. Söylediğiniz şeyin delili varsa mutlaka öğrenmek isteriz. İki kişi arasındki şeyleri bir tek siz duymamışsınızdır her halde. Kaldı ki sizin ima ettiğiniz dava vatan hainliğine girer. Bunu başbakandan değil, DTPlilerden bile beklemem.
İftira çok kötü bir şeydir.Bedeli de ağır olur Allah katında. Ben iddianıza güldüm doğrusu...