Şeftali
Bursa ya giderken, otobüsten baktığımda en saf halinde göçüyordu kuşlar.
Hüzün ve sevinç karmaşası duygularla biraz isteksizce bu seyehate ben de girişmiştim dedem ve babaannemle.
Dedemin hacı arkadaşına davetliydik.
Onların birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı. Ben kiminle paylaşacaktım özlemlerimi ve daha yapmak istediğim birçok şeyi?
Bir gün büyüdüğümde Astronot olup uzaya yolculuk yapacağımı da?...
Kimseleri tanımıyordum, akranım olan arkadaş bulabilecek miydim o bile muammaydı.
Ama Bursa şeftalisini merak etmiyorum sayılmazdı, çünkü şeftaliyi çok seviyordum. Yedi yaşındaydım,
ve başına buyruk bir çocuk olmama rağmen bazı anlarda ancak uyumlu olabiliyordum, buna ben de şaşıyordum.
İçimde kesin başka biri var ve beni yönlendiriyordu. Bu düşünceler ve arada, dedemin canım sıkılmasın diye beni memnun etme sohbetleri,
komiklikleri yol boyunca sürdü. Bense, otobüs yolculuklarında en çok sevdiğim şeyi, doğayı izlemeyi ve kendimce hayaller kurmayı gerçekleştirememiştim.
Ama biliyordum ve hatta emindim, dönüşümüzde kesin gerçekleştirecektim. Sonunda vardık Bursa ya.
Bana devasa görünen arnavut kaldırımlarla döşenmiş yokuşu çıkmak hiç de hoşuma gitmemişti, yokuş bitmek bilmiyordu.
Sonunda bizi bekleyen haneye ulaştık. Tüm yol boyunca edindiğim tereddütlerim bir anda yok oldular.
Evin avlusu; sardunyalar, karanfiller, güller ve adını bilmediğim daha bir çok çiçeklerlerle adeta şölen havasındaydı.
Çiçekleri çok severdim, özellikle papatyayı. Onlardan başıma taç, bileğime bilezik hatta parmağıma yüzük yapıp takmasını...
Ev ise güneş sarısı renginde sanki yeni boyanmış da bizi bekliyordu. O an anladım ben burayı çok sevecektim; şeftalileri, hatta sevmediğim yokuşu bile...
Hoşgeldin, beş gittin sohbetleri ve yemek faslından sonra, odamıza çıktık.
Cam kenarlarında, Vita kutusunda yetiştirilmiş yine o muhteşem görünen sardunyalar vardı.
Bir süre onları koklayıp izledikten sonra, sakız beyazı çarşaflarla hazırlanmış yataklarımız bizi bekliyordu ve kısa bir öğle uykusuna daldık.
Dedeminde her zaman savunduğu gibi "demlenmek" insan bedenine ve zihnine iyi gelirdi. Dedeciğim haklıymış...
Uyandığımda yalnızdım odada, avluda dedemin ve arkadaşının seslerini duyuyordum. Henüz kalkmak istemediğim halde Bursa şeftalisini de merak ediyordum.
Yattığım yerden bir çırpıda kalkıp hemen aşağıya dedemin yanına indim, dedem beni görür görmez; "Gel bakalım erkek fatma, şeftalin hazır seni bekliyor." dedi.
Şeftalileri gördüğümde şaşırdım, ne kadar büyüktüler ve muhteşem kokuyordular...
Dedemle ikinciyi de yemek istemem tartışmasından sonra, ikincinin yarısını yememde anlaştık, hayatımda o kadar enfes şeftali yememiştim.
Artık Bursa yı sevmiştim, anılarımda hep sevecektim. İleriki yaşlarda hakkında araştırmalar dahi yapacaktım...
Anlaşılan bir şeftaliye tav olmuştum, çocukluk bu olsa gerek....
İçinizdeki çocuğun hiçbir zaman yok olmasına izin vermeyin, o sizi en rafine haliyle doğru yola yönlendirecektir...
Fatoş Huy
YORUMLAR
Fatoş Huy
Teşekkürler
Fatoş hanım, keşke içimizdeki çocuğa takılmak o kadar kolay olsaydı. Hani biz istesek bile, hayat bırakmaz ki. Vita kutuları şiirlerde öykülerde kaldı artık. Bahçeli evler yok, ultra lüks rezidanslar var. Arnavut kaldırımalrı da betona döndü dönecek. Bırakın uzak bir yerdeki hacı ziyaretini, kapı komşumuzun ziline bile basmıyoruz artık.
Güzel bir rüyaydı. paylaşım için teşekkürler. Çocuksu, masumiyet kokulu bir yazıydı tebrik ederim.
Fatoş Huy
Yazan insanın içinde kendine ait dünyası vardır, orası ona mabet gibidir...
Fakat gerçek hayat için dediklerinize katılıyorum, çok zordu yaşam, iyice zorlaştı. Yabancılaştık hatta yabanileştik, insanı insan yapan unsurlarımızı yitirdik ve bu insanlık adına çok acı bir gidişat....
Beğenmenize sevindim, dilim döndüğünce, kelimelerim yettiğince, yazıyorum..