- 421 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
.
Tahir arabayı hastanenin otoparkına bırakırken oldukça sinirliydi. Arabadan inmeden önce yanında oturan eşi İdil’e kızgınca baktı,
"İdil bak! Son kez söylüyorum, büyük bir günaha giriyoruz. Kariyerse, kariyer..Çocuğun bize ne manisi olacak ki! Nasılsa çocuğa bakacak birini buluruz. Sen gene kariyerini yaparsın. Ve şunu da sana açık açık söylüyorum, bugünden sonra aramızda artık her şey çok farklı olur! Hatta bu mesele bizi ayrılığa kadar götürür haberin olsun."
Zaten gergin olan İdil şimdi daha da gerilmişti. Tahir’in yüzüne bakmadan sertçe konuşmaya başladı,
"Bak Tahir beni tehdit edip durma. Boşanacaksan boşanırsın. Kaç kere konuştuk bu meseleyi seninle. Kolay mı sanıyorsun sen bir çocuğa bakmayı? Hem ne zaman istersek o zaman gene yaparız. Lütfen artık bu meseleyi kapatalım. Lütfen diyorum"
Yarım saat sonra..
İdil narkozun etkisinden çıkıp yavaş yavaş kendine gelmeye başlamıştı. Az önce kendisine yapılan kürtaj operasyonu başarılı geçmiş ve sadece on dakika sürmüştü. Müdahale sonunda küçük bir kız çocuğuna ait cenin özel vakumlu bir enjektörle rahimden dışarı alınmıştı. Aslında İdil hamile olduğunu ilk öğrendiğinde çok sevinmiş, hatta "Kız olursa adı da Selen olsun" demişti. Fakat daha sonra çok düşünüp, şimdilik kariyerinin daha önemli olduğuna karar vermişti. Evleneli daha bir yıl bile olmamıştı. Ayrıca işinde mastır yapıp, arzuladığı en üst mevkiye gelmek istiyordu. İşte, gebe kalışıda böylesi yanlış bir zamana denk gelmişti. Her ne kadar eşi Tahir bu kürtaj işine karşı çıksada, İdil kariyerinin daha önemli olduğunu söyleyip, bu kararını az önce uygulamıştı.
Aradan beş yıl geçmişti. İdil işinde arzuladığı yerlere ulaşmış olmasına rağmen, aile yaşamında oldukça tatsız dönemler yaşamıştı. Bundan beş yıl önce eşi Tahir’in karşı gelmesine rağmen yaptırdığı kürtajdan sonra aralarında sürekli tartışma ve huzursuzluk yaşanmış ve iki yıl öncede ayrılmışlardı.
Aylardan Kasımdı. O gece dışarıda neredeyse binaları sallayan bir fırtınayla beraber, kulakları sağır edecek kadar korkunç şimşekler çakıyordu. Gecenin ilerlemiş saatlerine rağmen İdil halen uyuyamamış, sıkıntı içinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Yatağından kalkarak geceliğini giyindi ve mutfağa giderek bir sigara yaktı. Bir an gözleri masanın üzerindeki çiçkelere takıldı. "Yanyana bir sürü çiçek"diye düşündü. Ve işte o an anladı ne kadar yalnız olduğunu. Tahir’i aklına getirdi. Deliler gibi aşık olduğu eski eşini. Belkide ayrılmalarındaki en büyük hata kendisindeydi. "Acaba, o zaman kürtaj yaptırmak mıydı benim için doğru olanı?" diye sordu kendine. Sonra aklına aldırdığı minik kızı yani Selen’i geldi. geldiğinde gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Hiç dokunamamıştı ona, hiç sarılamamıştı.Koklayamamıştı. Kahırlı bir şekilde "Keşke şimdi onlar yanımda olsalardı" diye düşündü. Şu an kendini, o kadar suçlu ve kötü hissediyordu ki, gözlerinden akan yaşlar hızla masaya damlıyordu. O üzüntüyle gidip yatağına uzandı. Uzandıktan bir süre sonrada uykuya daldı. Ama daldığı o uykuda bugüne kadar hiç görmediği bir rüya gördü. Ruhu bedeninden ayrılmış hızla gökyüzüne doğru yükseliyordu. Önce fırtınadan ve delice çakan şimşeklerin arasınsan geçti. Sonrada zifiri bir karanlığa daldı, ama bu arada hala yükselmeye devam ediyordu. Bir süre sonra zifiri karanlığın sonunda ışık hüzmeleri görmeye başladı. Yükseldikçe ışık daha da artıyordu. Arttıkçada gördüğü manzara içini ürpertiyordu. Sanki şu an üs üste konmuş, içinde doğa belgeselleri oynayan devasal bir sürü ekranın önünden geçiyordu. En sonunda bu yükseliş durdu! Görmediği bir ses ona " Burası Firdevs’" dedi. Daha önce sadece bir isim olarak bildiği Firdevs kelimesi, şu an göz kamaştıran bir yerdi. Her yer yemyeşil çimlerden örülmüş bir atlas gibiydi. Üzerinde gökküşağını andıran birbir renkte çiçekler vardı. Ve hiç görmediği güzellikte dev gibi ağaçlarla, bunların üzerlerinde ilk kez gördüğü birbirinden güzel kuşlar duruyordu.. İdil’in bu gördükleri karşısında kalbi hızla atmaya başlamış, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. O sırada kulağına cıvıl cıvıl, neşe içinde gülüp oynayan bir sürü çocuğun sesi geldi. Nedenini bilmediği bir özlemle hemen oraya baktı. Bir sürü çocuk, içinden bal, ve süt akan derelerin başında oyunlar oynuyorlardı. Hemen onların yanına gidip şaşkınlıkla,
"Siz kimsiniz çocuklar, burası neresi? Hani nerede anne babalarınız?" diye sordu.
Çocuklar hep bir ağızdan,
"Burası cennetin en üstü, Bizler de annelerimizin düşük yaptığı çocuklarız" dediler.
İdil duydukları karşısında donup kaldı! Bu sırada az ötede bir ağacın altında mutsuzca tek başına duran bir kız çocuğu gördü. Ona dikkalice baktı, baktığı anda da tüyleri diken diken oldu! Dört beş yaşlarındaki bu kız çocuğu kendi çocukluğundaki haliyle tıpa tıp aynıydı. Tam ona baktığı sırada küçük kız da gözlerini yerden kaldırarak ona dargınca baktı. Gözgöze geldiler. Küçük kızın bakışları İdil’in yüreğini titretti. İçinde bugüne kadar hiç hissettmediği bir sıcaklık hissetti. Niye olduğunu bilmediği bir coşkuyla gidip ona sarılmak istedi. Hızlı adımlarla küçük kızın yanına geldi ve hasretle kollarını açıp tam sarılacağı sırada, küçük kız gözünde yaşlarla bir kaç adım geri gitti. İdil ıstırap içinde,
"Neden sana sarılma mı istemiyorsun?" diye sordu
Küçük kız gözyaşlarını silip,
"Beş yıl öncede sen beni istemeyip, parçalar halinde çöplüğe atmıştın"dedi.
İdil büyük bir şaşkınlıkla
"Beş yıl mı? Hangi beş yıl?" diye sordu.
Küçük kız, kırgın bir halde,
"Beni tanımadın mı anne? Ben Selen. Hani şu beş sene önce kariyerim daha önemli deyip canıma kıydığın biricik yavrun."
İdil duyduklarına inanamıyordu. Hıçkırıklar içinde,
"Kızımm, Selen’im" diye bağırıp kızına koştu. Ama koştukça Selen hızla ondan uzaklaşıyordu. Ve en sonunda Selen, kendisine bakan buruk gözlerle kaybolup gitti. Bir süre sonra oradaki çocuklar ve her şeyin rengi grileşerek anafora kapılmışçasına kaybolmaya başladılar.
Sabah olmuştu. İdil halen gece gördüğü rüyanın etkisiyle sarıldığı yastığa "Selen’im, Selen’im" deyip pişmanlık gözyaşları döküyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.