- 661 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ÇAN SESLERİNİ BEKLEMEK
İngiltere Başkan’ı Harold Macmillan, 1960 yılında, Cape Town’daki bir konuşmasında şöyle söylüyordu:
“Gerçek şudur ki, bu modern dünyada, en büyüğü bile olsa hiçbir ülke; tek başına yaşamıyor. Bundan aşağı yukarı iki bin yıl önce, uygar dünyanın dünüyle Roma İmparatorluğu sınırları içinde yer aldığı dönemde Aziz Paul us, tarihteki en büyük hakikati dile getirmiştir. Hepimiz kardeşiz. Yaşadığımız yirminci yüzyılda, bu hakikat yeni ve heyecan verici bir anlam kazanmıştır. İnsanın, evde olsun, kabilede olsun, köyde ya da şehirde olsun, hemcinslerinden ayrı yaşaması her zaman imkânsız olagelmiştir. Bu gün ulusların da, birbirinden ayrı yaşaması olanaksızdır. Dr John Donne’ın bundan üç yüz yıl önce, birey olarak insan için söyledikleri, bu gün benim ülkem için de, sizin ülkeniz içinde, bütün dünya ülkeleri için de geçerlidir:
’’Ne zaman bir insan ölse benim de bir parçam yok olur, çünkü insanlığın bir parçasıyım ben. O yüzden asla merak etmeyin kilisenin çanı kimin için çalıyor diye; sizin için çalmaktadır o çan.”
Bu sözleri ünlü yazar Ernest Hemingway’ın kitabına ad olarak seçtiği ölümsüz zamanı anımsatıyor mu?
Çanlar kimin için çalıyor.
İster Donne’ın sözleri olarak ele alalım, isterse bir kitap adı olarak aklımıza düşsün; düşündüğümüzde neleri çağrıştırmıyor ki?...
Mac Millan’ın konuşması, üstünden kırk yılı aşkın bir süre geçmesine karşın güncelliğini korumaktadır. Konuşmasında adları geçen, iki bin yıl önce yaşamış Aziz Paul us ile üç yüz yıl öncesinden John Donne, aynı gerçekleri dile getirmişler, tüm insanların kardeşliğini vurgulamışlardır. Buna karşın aradan geçen bu süre içersinde, insanlığın iyiliği ve mutluluğunu amaçlayan daha olumlu bir değişimden söz etmek olanaksız görünüyor. Tersine, iletişimin doruk noktasında bulunduğu bu yüz yılda, yeryüzündeki her olayı, sesi ve görüntüsüyle, anında izleyebiliyoruz. Bir savaşın acımasızlığını, açlıktan ölen insanları… Ne yazık ki, çoğumuz bunları boş gözlerle izliyor, nedense bir tepki vermekten kaçınıyoruz. Her şeye karşın, nerede kanayan bir yara varsa, insan olarak, acısını birlikte duymak zorundayız.
Nazım’ın bir dörtlüğünü anımsayalım:
Yeryüzüne tohum gibi saçmışım ölülerimi
Kimi Odesa’da yatar: kimi İstanbul’da Prag’da kimi
En sevdiğim memleket yeryüzüdür
Sıram gelince yeryüzüyle örtün üzerimi.
Yirmi birinci yüzyılın bir bireyi olarak, kendimizi bulunduğumuz toplumdan, yeryüzünde yaşayan diğer toplumlardan soyutlamak olanaksız. Kendini özel bir konumda, sınırsız güvende olduklarını sananların kurdukları düşlerin yıkıldığını; kimi sorunların dolaylı ya da doğrudan bütün imkânları etkilediğini yaşayarak görüyoruz.
Şunu söylemek istiyorum:
Dünya her yönüyle küçüldükçe, her birimiz, diğer insanların yazgılarını giderek daha çok etkiliyor olmayalım!...
Bu gerçeği kavramak için, çan seslerini beklemek gerekmiyor.
YORUMLAR
Hangi dinden, ırktan olursak olalım, yaşadığımız dünya tek. Adem ve Havva'dan ürediğimize inanıyorsak, hepimiz kardeşiz. Ne şekilde ibadet ediyorsak edelim, tek bir Tanrı'ya inanıyoruz. Acılarımız, sevinçlerimiz tek olmalı.
Yazınızdan anladığım bu. Bu anlayışla da kutluyorum. Saygılar.