- 1513 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Men-Zen
MEN-ZEN..
‘Aşkın olabilmek adlı öykünün devamıdır.’
Divanelik derecesindeki Bayan Zen’in ve Bay (K)’nın, umursamaz derecesindeki bu tutkuları Sayın okurlar; Beni ister istemez sevgi konusunda öğrenecekleri çok şey vara götürdü. Yanılgıları başlangıçta yaşanan ‘aşık olma’ durumunun sürekli aralıksız ‘sevme’ ile karıştırılmasıydı! Birbirlerine yabancı olan iki insan-hepimizin birbirimize yabancı olmamız gibi-aralarındaki o ayırıcı duvarı yıkar, birbirlerine karşı yakınlık, duyar ve kendilerini bir bütün hissederlerse, o zaman bu birleşme anı yaşamın en mutlu ve en heyecanlı deneyimi olur. O zamana kadar herkesten uzakta, yalnız ve sevgisiz yaşamış insanlar için daha da olağanüstü daha da inanılmaz bir şey olur. Bu ani ve mucizevi yakınlaşma, cinsel çekicilik ya da cinsel birleşme ile olursa daha da kolaylaşır. Elbette bu tür sevgi salt yapısı gereği sürekli olmaz. Giderek iki insan birbirini daha yakından tanır, tanıdıkça gizemini yitirir; ta ki kavgaları, düş kırıklıkları, karşılıklı duydukları can sıkıntısı başlangıçtaki coşkularını yok edene dek. Elbette başlangıçta bütün bunları bilmezler ve o coşkulu sevgi, birbirine ’deli’ olma halini, sevgilerinin yoğunluğunun kanıtı olarak düşünürler; oysa bu olsa, olsa o kişilerin daha önce içinde bulundukları yalnızlık duygusunun yoğunluğunu ortaya koyar. Benim onlara yapacağım sevmenin de tıpkı yaşamak gibi bir sanat olduğunun bilincini vermek olacak. Eğer sevmeyi öğrenmek istiyorsak, örneğin müzik, resim, doktorluk ya da mühendislik gibi başka herhangi bir sanatı öğrenmek için ne yapıyorsak, bunun içinde aynı şeyleri yapmamız gerekir. Öğrenme bildiğiniz gibi iki sürece ayrılır. Bunlardan biri bilgiyle elde edilen kuramı diğeri de uygulamayı bilmektir. İkisi hakkında da yargıya varmak için bilgilenmeliyiz! Ha… Ne dersiniz?
Bay (K)’nın okuduğu kadının hikayesi aslında düşler alemindeki Bayan Zen’in gerçek dünyadaki yüzüydü.). Adı Nez’di.
Nez baktı ‘Bir kitap düştü yere, kapandı bin pencere’ dedi. Kendini, gizemli bir müziğin sesini duyarken buldu. Beynindeki bütün sözcükler keskinliğini kaybetmiş, anlamlarını yitirmiş kendini uykusuzluğu illeti hali getirmiş olduğu zamanlardaki gibi güçsüz hissetti. O anlarda bütün gücüyle özlemini çektiği müzik duymaktı. İşte duymak istediği bu müzikti. Onun için müzik; her şeyin üstesinden gelir, aklımızın pencerelerini zangırdatır, acıyı, ve boşunalığı hatırlatırdı.Tüm sözcüklerin karşıtıydı müzik! İşte oydu. Oda bu müzikti. Tıpkı mitolojideki siren yaratıklarının çıkardığı o büyülü müzikti. Foça kıyılarına doğru baktı. Pitane’deki yazlık evdi burası. Müzik siren kayalıklarından geliyordu. Duyduğu müzik özgürleştirici bir güçtü. Onu içe dönüklükten kurtarıyor, beyninin pencerelerini açıp, kapıyordu. Ruhu sanki dünyaya adım atıyordu. Burası yeni bir dünya idi. Kendisini çok sevdiği nilüfer çiçeğinin üzerinde havalanırken hissetti. Sanki nilüfer çiçeği gibiydi. Çiçekle özleşmişti. Nasıl ki; nilüfer çiçeği, güneşin yükselmesi ile açıyor, ona tutunuyor ve güneş kaybolduğunda kapanıyorsa, taç yapraklarını açıp kapayarak dua ediyorsa, oda dudaklarını açıp kapadığını fark ederek kendini dua ederken, buldu. Etrafına bakındı. Olmam gereken yerdeyim dedi. Sisler onu Foça’da Siren Kayalıklarındaki denizin üzerine götürdü. Beş köşeli yıldız şeklini almış, salların üzerinde on altı tane yüzen, her biri ayrı şekil ve ayrı harfleri andıran nesnelerin üzerindeydiler. Bu başka bir gezegendi. Etrafına bakınırken on altıncıyım ama ben birinciyim diyen bir ses duydu. Oda ne! Annem burada! Anne! Beni duyuyor musun? Ben sesini duyuyorum ama seni göremiyorum dedi. ‘Kızım ben seni görüyor ve duyuyorum, amma! Sen beni göremezsin? Henüz yaşamın dördüncü evresindesin beni görmene bir evren kaldı’ ‘ Anne ne kadar güzel bir müzik değil mi? Müziği sende duyabiliyor musun?’ ‘Hayır! Kızım bende oğlun Barış gibi hep savaş sesleri duyuyorum. Kulaklarım bu seslerden yoruldu. Adım Sulhiye ama ben hiç sulh içinde yaşamadım.”Herkes kendi inancı için savaşsaydı savaş diye bir şey olmazdı” diyen Nopolyon’u hatırla! En büyük savaşları o çıkarmadı mı? Çıktığın bu yolculukta on altıncıyım amma ben birinciyim diyenin izinden git! Ben de, sen de, hepimiz ayrı, ayrı gördüğümüz varlıkların tek olduğunu bilenlerdeniz! Savaşımız bütünü göremeyenlerle! Gizli olan içindeki suyun akışına bırak kendini, sen de tıpkı bu gezegende her dört senede bir yerini alıyorsun. Şekil tamamlanıyor. Bu gezegenin baş kısmında yer almana çok az kaldı. Bak, 1baş+2 kol+2 bacak=5 ediyor, o da insan! Bu on altı tane kadınların hepsi ilahiyet tarihindeki kutsal dişiler. Venüs’ü temsil ediyoruz. Sen de onlardan birisin. Bunların her biri Dişi Amazonlar! Ama bunlar doğal hayatta şüphe çekerek uyum sağlayabiliyorlar. Arıyorlar! Aranıyorlar! Her birinin yasak hikayesi var! Bu hikayeleri binlerce kişi okuyor. İçlerinden öyle birisi var ki her gün defalarca okuyor! Hepsiyle ortak bir anısı var kimi aradığını oda bilmiyor. Gerçekte de onlar birbirlerini arıyorlar ama gerçek dünyada ne aradıklarını kimseye söylemiyorlar her birinin ayrı, ayrı bir sırrı var. Bay (K ) la benimde ortak bir sırım var. Onun okuduğu hikayeleri ben zaten önceden biliyorum benim bildiğimi de o bilmiyor! Anne bana anlatır mısın her birinin hikayesini. Dedi ve annesi anlatmaya başladı. Bak şu kadının adı Nez! Oda sensin! Kafanı aklının pencerelerine takmışsın. Aklının pencereleri “Benim için ne dediler? Diyip duruyor. Kapanan pencerelere, düşen kitaba bakan sensin. Artık sen konuşuyor veya düşünüyorsun! ‘ diyen annesinin sesi gerilerde kaldı. Odasındaydı, pencere birden rüzgarın etkisiyle kapanırken, bomba gibi patlayan bir ses çıkardı. Bu sesi içeriden korku dolu bir ses izledi ”Bomba gibi patladı! Çatlaklar zaten vardı! İmarında imar zadesiyiz, bankanın da İmar zadesiyiz, tutunamadık şu dünya da! Diyen kocasının sesini duyarken kitabı yerden aldı. Otuz iki bölümden oluşan kitabı kitaplığına yerleştirirken, rafta kitaplığın boşluğundan yararlanan diğer kitaplara baktı”.Şu kitapların içinde ne kadar da çok kapanan pencereler var! Sanki hepsi bana bakıyor! ” Benim için ne düşünüyorsun? ’ Diyorlardı diye düşünürken hepsine cevap vermek istiyordu! Alın tüm kitaplar, tüm varlık alemi, alın işte size cevabım! Güneş arkamızda iken gölgemizi görürüz. Tıpkı benim sizi gördüğüm gibi! Ama güneş yükselirken gölgeniz yok olacak! Benim yükselmem demek de ortaya bir kitap çıkarmam demek! O zaman gizleneceksiniz benim içimde “Dedi. Bir filimde tiyatrocu bir kadın bizim gibi arıyor ve aranıyordu! Suretlerin peşindeydi. Tüm fotoğraflara bakıyor, aradığını bulamıyordu. Tutunamıyordu! Çevirdiği filimde aşık olacağı, rüyasıyla rüyalarının karıştığı adamı suretlerde aramış sürekli fotoğraflara bakmıştı. Kederli bir yüz ararken saatlerin sesini kalbin sesi ile özleştiren adamın peşinden gitmişti. Bende iyi bir roman yazmak için bütün kitapların peşinden gitmiştim, tüm kitapların içindeki anlatılanlar birbirleriyle aynı olan sözcüklerin suretleri gibiydi. Peşine takıldığım sözcüklerle yazdıklarım; benim rüyalarımla okuyucularımın rüyalarını anlatacak hat ta, birbirine karışacak türden herkes tarafından çok okunan, hiç unutulmayan, aranan bir kitap olacak mıydı? Yoksa bende tutunamayanlardan mı? Olacaktım! Kadında bulmuş muydu? Aradığı adamı gerçek dünyada! Derken gerçekte kendisinin peşinden gittiği adamın sesi ile tekrar irkildi. ”Söylediğimin cevabını vermedin? Kapa pencereleri! Patladı bomba gibi köşeler! Önce Çınarcık’ ta ki evimizin köşeleri sonra Çam Apartmanındaki evimizin köşeleri, sonrada köşedeki paramız! İmarın da zadesiyiz! Bankanın da İmar zade siyiz! Diyen sözlerini tekrar duydu. Fizik, kimya öğretmenliğinden emekli kocasına ve aklındaki tüm hocaları da katarak” Hepiniz aynı görevi veriyorsunuz bana! Hiç! Pencereler kapanır mıydı? Kolay mıydı kapamak? Hadi evin penceresini kapatabilirdi! Aklındaki pencereler, aklının oynadıkları pencereler kapanmıyordu! Kapanamazdı da! Kendinin felaketi olurdu bu! Kapanması için yalan yanlış yazıyordu doğrumuydu? Yanlış mıydı? Yazdıkları kimsece bilinmiyordu? ” Dünyaya dair olup ta yüzde yüz doğru ya da yüzde yüz yanlış olduğu kanıtlanmış tek bir olgu yok diyordu ” Alev Alatlı Hoca. Felakette dahil demişti! Kapanmayan pencereleri de kendi aklının felaketiydi. Kafasının bütün düzensizliği, nasıl ki sahaflar çarşısında bütün kitapların birdenbire teşhir edilmesi icap ediyormuş gibi düzensizce sergilenip birbirine karışıyorsa onunda elli senelik kafasının içine hep bir aradan bakınca, tümünü görünce insana sadece zihni bir hazımsızlığın eserleri gibi görülen elli senelik bir didinme durmadan değişiyor, pencereleri bir açılıp, bir kapanıyordu. Açılıp kapama hızına erişemeyeceğinin endişesine kapılıyordu! Mahsun oluyordu. Nasıl ki dünya gömlek değiştirdiği zaman hadiseler sakınılmaz olursa, kendi değişimindeki farklılıktan doğacak, kötü hadiseleri düşünmek istemiyordu! Yarı yolda kalan sessizce ağlanan zamanlardaki gibi ağladığını, yüzünün değiştiğini, dudaklarının titrediğini, dolan gözlerini insanlardan kaçırmak ister gibi yaptı. Her şeyin iyi ve dost olmasını istediği, canlı aleme gözlerini yine kapayarak rest çekti. Nilüfer çiçeğinin kapanması gibi içine kapandı. Karanlıkta yine kendini, Bay (K)‘yı ve Bay (K)’nın geçmiş zaman güzellerini gördü. Güzel boyunlarında bir iki nesil geçirmiş eski mücevherler takılıydı. Her nesne bir şeyi işaret ediyordu. Bunlar; yazılar, rakamlar, tanrıça heykelleri, siren heykelleri(kuş vücutlu, kadın başlı idiler), fok balıkları, gal horozunu, çeşitli firmaların sanayi, ticari, hizmet markalarını, kutsal kase ve kadehi, kuranın harflerini, banka adlarını, beş yapraklı gül amblemlerini, çeşitli kutular, gonca güller, kadın rahmi, erkek penisi, eski liman girişlerindeki(Marsilya’daki yazıtlar, coğrafya, felsefe, çeşitli tarih kitapları, elektron phokaia sikkesi, gemiler, tekneler, hayvanlar, çiçekler, arabalar, sihirli değnekler, bilgeler, yarı tanrılar, şeyhler, resimler, tablolar, fotoğraflar, beş köşeli yıldız amblemi, yunan tanrıçaları, Kybele, isis, Amon, Afrodit, Leonarda Davinci, bennu kuşları, osirusu, horosu, erosu, astronomideki; koç, boğa, ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova, balık burçlarını, Venüs ve dünya gezegenini ve daha nice varlıklar alemini gördü. Yazılar, makaleler, denemeler, şiirler, eleştirmenler, bilginler, tanrılar, tanrıçalar, ressamlar, şarkıcılar, askerler, komutanlar, akrabalar, arkadaşlar, marka ve banka patronları, batıdan, doğudan Türkiye’den tüm yüzler! Karanlık dünyasındaki kimliğine eklenen bu varlıklar alemi uzak zaman ve bilinmezin cazibesiyle onu saatlerce tuttu. Bu alemdeki kadın ve erkelerin toplamı otuz iki ediyordu. Tek, tek elinle saysan aslında on altı kadından başkası görünmüyordu. Hepsi karanlık yeraltındaki o mahsende iyi bir cins Petrus şarabı gibi yıllanmışlar ve aynı zamanda da bu şarabı içerek sarhoş olmuşlardı. Ellerindeki V şeklindeki üçgen kadehlerini ters çevirmişlerdi. Sarhoştular! Hayata dayanmak için kuvvet veren bir şurup gibi içiyorlardı şaraplarını. O anda BDDK başkanın kendisiyle konuştuğunu duydu. Başkan sadece ona bakarak ” Bu şarap size ana sütü gibi helal! Çünkü İmar Bankasındaki paranızla siz alıp bize gönderdiniz! Daha bunlardan çok var! Zaten en çokta gördüğüm kadarıyla siz içmişsiniz! Neden bu kadar içiyorsunuz? Ne derdiniz var? Çok sarhoşsunuz!’ Demişti. O ara annesinin sesi geliyordu. ”Her şey küçük sakatlıkların, tesadüflerin ihanetiyle her an bozulabiliyordu. Çünkü ihtimallerin düzeninde yenilmekte vardı. Kalbimizi çalan, paramızı dolandıran banka simsarların karşısında bile dik durmalı! Bizi, kendimizi inkara değil, şartları değiştirmeye götürmeliydi, vatan ve millet vatan ve millet olduğu için nasıl sevilirse kalbimizdekilerde sevdiklerimizdir, sakın ona her şeyini anlatma! “ Diyordu. Biliyorduk ki burası gerçek dünya idi! Bunları düşünürken çok şey istediğini biliyordu! Biliyordu ki şartlar değişince insanlarda değişiyordu. Çünkü insanların değişmesini, ayrı, ayrı anlarda sürekli değişen pencereleri ile özleştiriyor ve seviyordu! Pencereler gibi insanlar da kapanıyordu! Çünkü içindeki konuşma tek taraflı değildi. Meçhul bir felaketten buraya düşmüş gibiydik dünyada hepimiz. Asıl kötü olan fikirlerini takipte çektiği güçlüktü. Her düşünce, her kişi vakit biraz ilerleyince ”Benim için ne dediler’e ” Dönüşüyordu. Azaplı bir rüya haline geliyordu. Sanki elli senedir herkes her yerde, her fırsatta bunu konuşuyordu. Kendi sıkıntılarının, hikayesiyle başkasını teselli etmek isteyen yazarlar gibi sözünün bir türlü bitmeyeceğini hissetti! Gururlandı! Bir gün bu rüyası gerçekleşecek miydi? Hüzün sardı her yanını. Istıraplarımızın, kederlerimizin, hüznümüzün nedenlerini değil, çarelerini bilmeliyiz. Her insan bütün ömrünce birçok şeyleri arkada bırakıyordu. Bu kadar yaşanmış şey varken. Bay (K) ya birlikteyken bunları geride bırakmıştı. Yaşam, yaşananları unutturacak kadar kuvvetli bir şeydi. Eşi onun için kapat şu aklının pencerelerini derken şimdiyi yaşamasını istiyordu her zaman! Bir gün eşine ’ Yaptığı vitray lambadaki ışığın neden bu kadar az? Diye sorduğundaki verdiği cevabı hatırladı. ”Başındaki lambada saadetten taşan anları küçük bir elektrik ışığının aydınlattığını görüyorum! Düşünenle, yaşanan arasındaki farkı iyice göresin! Diye az ışıkla yaptım diğer nesneleri sen zaten görmüyorsun ki yazarken!” Demişti. Gerçektende atılmış eşyalar gibi, atılmış hayat parçacıkları idi bunlar. Çok ince görünmez bir şeyle etrafımızdaki şeylerden ayrılıyorduk. Onlar mı bizi terk ediyor! Biz mi onları terk ediyorduk! Tezat halinde birbirini kovalayan yüzlerle yaşıyor, onları düşünüyorduk. Bu iç fırtınasındaki aynada seyrettiği kendisini sükunetin ortasında dingin görüyordu. Hatırlamak ve yazmakla içini burgu gibi delen hatıralarından kurtulmuş hissediyor! Açık pencereleri yavaş, yavaş, kapatıyordu. Bütün hatalarını, hiç anlamadığı taraflarını seyretsin diye tutulmuş tozlu bir aynadan kendine bakıyordu. ”İnsanın yüzü içinde yüzler yüzünün göründüğü sırlı bir aynadır diyen şeyhin sözlerini hatırladı.’Yüzü tam olarak tanımlayan şey tanımlanamaz oluşu, yüzde her zaman bizim onun hakkında bilemediğimiz daha fazla şeyler vardır unutma!” demişti. Pencereleri her an ona kaybettiği cennetlerin bir köşesini açıyor gibi geliyordu. Bütün kafasındakilerin hepsini birden iptal etmek, yol vermek, hayal kurmak, herhangi bir canlı ve cansız şuursuz bir mevcut olmak geldi. Yaşadıklarım zamanın aynasından geçen küçük, büyük, arızalar diye düşündü. Kim şimdiki zamanı görmüşse, bütün her şeyi görmüş demekti. Zaten yazarda Bay(K) ya ve kendisine şimdiki zamanı yaşa demişti. Çünkü şimdiki zaman bütün bir yaşamdı. Annesinin” Sen tarihin izini taşımayan kesintisiz bir şimdiki zamanın içindesin” diyen sesini duydu. Ama başka biri olduğunu hissetti. Güçle dolduğunu, normal kapsamının ötesinde hareket ettiğini öteki olduğunu hissetti. Esinlenmişti! Esinlenme; benliğini güçle doldurmuştu yine. Bu yükselme durumunun yarattığı (nilüfer çiçeğinin üstündeki) ötekilik durumu deneyim sahibini aklın kıyısına getirmekteydi. İçsel deneyim başlamıştı. Böylelikle bir yandan ya korkunç, ya katlanılmaz, ya da ışıltılı ve sevinç verici, öte yandan da yavan ve ıssızdı. Bu içe dönüşler düşen kitaptı, öteki idi, aşktı, tanrı idi, ölümdü, mükemmellikti, seksti. Kendimi mükemmel tasarlamıştım ama hiç kimse gereken değeri vermedi diye tekrar iç geçirdi. Hocaları mükemmellik yok kendin ol demişlerdi. Şu dünyada hiç kimse ama hiç kimse kendisi değil hep görüntü değimliydi? Hep şeylere inanmıştı. İçinde bir mantık olan denklem ve hesaplarla hayatı boyunca uğraşmış, bankacılık ve eğitmenlik yapmıştı. Çalışma hayatı boyunca parası olan veya parası olmayan insanları aramakla günlerini geçirmişti. Ünlü düşünürlerin banka için söyledikleri sözü hatırladı. ”Yağmurlu bir havada şemsiyeyi alan güneşli bir havada şemsiyeyi uzatan müesseselerdi bunlar. Bu müesseselere ve ülkenize çok güvenmenizle sizde her an banka zade olurdunuz, senelerce tasarruf ettiği parasının yine senelerinizi verdiğiniz bu müesseselere yatırmakla cezalandırılan bu ülke insanları gibi bir gün herkeste benim gibi banka zade olabilirdi! Yıllarını vermişti. Bu müesseselerden içeriye adım atmanız fişlenmenizdi. Bu fişlenme hiçbir zaman silinmezdi. Kredi borcunuzun ödenmemesinden doğan fişlenme ile mevduat sahibi olmakla oluşturulan fişlenme çok farklı idi. İkisinden de ömür boyu kurtulamıyordunuz? Sürekli aranıyordunuz! Artık bunların olmadığı dünyayı aramaya başlamıştım. Çok okumuş, araştırmıştım. Kendi eksiksizliği içinde karşıtlıklardan kurtulmuş, çelişkilerinin acısını unutmuş ve aynı zamanda manevi bir izdivaç hazzıyla birlikte olacağı kişileri arayan on altı kadının peşinden giderken bulmuştu kendini. Belki diğer kadınlarında istediği buydu. Hayatı boyunca bu yasayı(diyalektik) zaten uygulamıştı. Olguları tanıyıp bilmeyi, sonra üstünde doğru düşünmeyi, daha sonrada bu doğru düşünmenin sonucu olarak doğru uygulamayı gerçekleştirmişti. Kendince ne kadar başarılı olmuştu! Bilinmez! Nazım’ın’ Bir Ayrılış Hikayesin deki dizeleri gibi aklının pencereleri hudutsuz kere yüz açılıyor, tıpkı şiirdeki kadının yüzü gibi güneşli bir ana gibi en baş ve en son pencereleri açıyordu. Şiirde ki kadın kafamla, yüreğimle seviyorum tıpkı seni sevdiğim gibi pencerelerimi, bir fısıltıda sen öğrettin bana sevmeyi demişti. Annesinin sesiyle tekrar irkildi. Annesinin Nez için anlatacağı Amazon adlı hikayede buluşmak dileğiyle. Sevgilerimle.
Nezihe ALTUĞ
11.11.2009
.
YORUMLAR
nezihealtug
doğum tarihin olabilirdi!Sırrına ermek isterim.Beni herkes okumuyor senin tarafından okunduğum için çok mutlu oldum. Belki bilmezsin sen benim fovori listemdesin hemde çok eskiden beri!
Nez