- 1008 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GECE HOCALARI;eyvah kızım oldu!!
Birlikte hastanenin içine girip Zeliha’yı muayene için hemşirelere teslim etti. Muayene olan Zeliha, odadan çıkıp doğumun iki saat içinde olacağını, hastaneye yatması gerektiğini söyleyerek hüzünlü ve ağlamaklı bir halde kayınvalidesinin boynuna sarılarak, gözlerinden iki damla gözyaşı dökülürken, helalleşti. Zeliha boynu bükük arkasına bakarak içeri girerken, Fatma Hanınım içi burkulmuştu. Gözlerinden birkaç damla gözyaşı döküldü. Sonra kendini toparlayıp “gözyaşı, gözyaşını getirir” diyerek tövbe edip, dışarıda bekleyen Mustafa Beyin yanına gitti. Arabanın içinden valizi alıp, Mustafa Beye teşekkür edip, onu gönderdi. Daha sonra hasta yakınlarının beklediği kafeteryaya giderek, cam kenarına oturup, dışarıdaki telaşlı kalabalığı seyre koyuldu. Dışarıdaki insanları seyrederken, yan masada oturan iki kadının konuşmasına kulak misafiri oldu. Kadınlardan yaşlıca olanı, biraz daha genç olanına, sinirli bir şekilde anlatıyordu:
—Yok, anam yok! Dünyanın çivisi çıkmış! Kavgacı, beygir gelin!
Genç kadın cılız sesi ile cevap verdi.
—Ben sana dedim ama dinlemedin ki!
Yaşlı kadın öfkeyle:
-Amaan, kendi kaybeder! İtişsin bakalım, iddiacılıkla nereye varacaksa varsın köpek!
Genç kadın, bilgiç bir tavırla:
—Bacım sen hatalısın! İki gelinin var, ayırt ediyosun. Birini sevip diğerini itersen böyle olur. Şikâyet etme, bunlara sebep sen oldun! Boşuna kızıp tansiyonunu yükseltme.
Yaşlı kadın kızarak sesini yükseltti.
—Kim ayırt ediyo?
Genç kadın gülerek:
—Seeen! Bak öbür gelinin çok fena! Sinsi! Seni kışkırtıp, milletin üzerine salıyo... Sen de haksız yere kalp kırıp, beddua alıyon. Tabi o da kenardan sizi seyredip sanki hiç suçu yokmuş gibi masum numarası yapıyo. Sen de, kusura bakma ama saf saf onu kayırıp, öbürünü dışlıyon! Bacım kimin eline düşeceğini biliyon mu? Sonra o sevmediğin gelinin ocağında son nefesini verin de, valla Allah korusun canın bile zor çıkar. N’oldum deme, n’olacam de!
Yaşlı kadın oturduğu sandalyeye vurarak:
—Allah ellerine düşürmesin!
Bu konuşmalar Fatma Hanımın iyice ilgisini çekmişti. Sandalyesini konuşan iki kadından tarafa çevirip, selam verir. Ne için geldiklerini sorar. Yaşlı olan kadın, gelinini doğum yapması için getirdiğini söyler. Fatma Hanım da kendi gelinini getirdiğini söyleyerek, derin bir ah çekti.
—İkinci kızımı tarlada doğurdum da kimse inanamadı! Bizler utanırdık, ööle hamile olduğumuzu kimseye söylemezdik. Doğurana kadar kimse bilmezdi. Şimdikiler ööle mi? Azcık günü geçsin, herkesin haberi oluyo. Valla, o kızımda sabah sancım vardı, kimseye diyemedim. Ud vardı, hayâ vardı. Ailece, tarlaya çavdar yolmaya gittik. Çok sancım vardı, utandım diyemedim. Kayınbabam gilin yanından uzaklaşıp, ekinlerin arasına yattım. Orda sessizce doğurup, göbeğini taşla kestim, yeleğime sarıp şalvarın içine saklayarak, ses etmeden eve geldim. Kayınbabam, benim uzaktan eve doğru gittiğimi görünce, kaynanama gidip bakmasını söylemiş. Arkamdan eve gelen kaynanam kucağımdaki çocuğu görünce şaşırdı. Sonra da beni, bebeği, güneşte ısınmış suyla yıkayıp büyük saçta, bir kalbur toprak ısıtıp, birazına kızı beledi, birazını da yattığım yatağa döktü, beni üzerine yatırıp, geri tarlaya gitti. Çocuk ne tetanoz oldu, ne de mikrop kaptı. Şimdi olsa hemen ölür!
Yaşlı kadın kafasını sallayarak kendisi de buna benzer bir şekilde, ahırda doğum yaptığını anlattı. Fatma Hanım konuşmasını başka bir noktaya çekerek sürdürdü:
—Bizler çocuğumuz doğduğunda, ööle kucağımıza alıp sevmezdik. Bu yaşıma kadar büyüklerimin yanında çocuklarımı kucağıma alıp sevmedim. Hele bir gün Murat’ımı emzirecektim, tam kucağıma aldım, içeri kaynım girdi. Hemen yavrumu yere attım, dışarı çıktım. Yavrum, tek dikmem, Muratım! Kaynım yerde ağlayan oğlanı kucağına alıp susturdu. Bana da yere attığım için bir sürü kızdı. Ne yapayım anam! Saygıdan yapardık. Yapmazsak kınarlar, laf ederlerdi.
Yaşı biraz daha olan genç kadın:
—Aynen ben de çocuklarıma sahip çıkamadım. Şimdikiler bebeği sanki sandıkta getiriyolar. Kocalarına şap gibi yapışıyolar. Biz öyle değildik anam! Küçük yaşta “şapkayı vur, yıkılmazsa kocaya ver” derlerdi. Sorup danışmadan kocaya verirlerdi. Soona da senelerce adama ısınamazdık, utanır korkardık, kaderimmiş ne yapayım deyip çekerdik. Ööle hayatım falan demek şöle dursun, adını bilem söyleyemezdik. Birbirimize bile sahip çıkmayıp, milletin içinde el gibi davranırdık. Daha adını diyemiyom! Çocuklarımdan bilem utanırım! Ondan bahsedeceğim zaman “kendi” derim, herkes anlar.
Fatma Hanım böylesi sohbetleri çok severdi. Çünkü gençlere bunları anlatamıyordu “o eskidendi” diyerek dinlemiyorlardı. Büyük bir keyifle anılarını anlatmaya devam etti.
—Köylük yerde, sabah ezanı okunmadan, kayınbaba kaynana uyanmadan, kalkardım. Yoksa gelin çok uyuyo, diye laf ederlerdi. Hemen ahıra girip inekleri sağıp onları sığıra katardım. Arkasından kapının önünü süpürürdüm. Kocaa bahçe, süpür süpür bitmez! Ama mecbursun, içeriyi bir kişi, dışarıyı bin kişi görür. Çalı çırpı, kerme (sığır tezeği) getirip ocağı yakar, çay koyardım, o zaman tüp yoktu. Akşamdan mayaladığım hamuru, tandıra gidip çörek yapıp, kahvaltıyı hazırlardım. Amaaan, çileli geçti gençliğim! Bir misafir geldiği zaman, eğer ayakkabıları çamurlu ise, hemen yıkayıp kapının ağzına sıra sıra dizerdik, misafir gidene kadar yanında oturmaz, devamlı hizmet ederdik. Yanlarında durmamız gerektiğinde, yani çay falan verince, ayakta durur oturmazdık. Öylece ayakta beklerdik, öyle yorulurduk ki, bir ayağımız yorulursa öbürüne basardık da, yorulduğumuzu gene de belli etmezdik. Çünkü gelin yorulmaz denilirdi, ayıp olurdu.
Yaşlı olan hanım da iyice gevşemişti. Başını sağa sola sallayıp, anlatmaya başladı.
—Bizler saygılıydık! Çeşmeye su getirmeye giderken bir büyüğümüz yoldan geçiyorsa, önünden geçmez beklerdik. Şimdi hala yolda giderken bir erkek önümden gidiyosa, önünden geçemiyom, utanıyom, ne yapayım bööle alışmışım. Erkeklerin yanlarında, sesimizi yükseltmeden fısıltı ile konuşup, gelinlik ederdik. Sonra büyüklerimizle aynı sofraya oturup yemek yemezdik, herkes yedikten sonra, ne kalırsa, mutfakta yerdik. Şimdikiler ööle mi? Büyüklerden önce sofraya oturup, gevişlerini göstere göstere yemek yiyorlar! Biz büyüklerimizin yanında ne sofraya otururduk, ne de onlardan önce yere otururduk. Yok, anam yok! Saygı gitti, bereket kalmadı, başımıza taş yağacak taş! Bunlara rahat batıyo! Şimdi doğacaktım ki, daha kocamazdım!
Fatma Hanım elini sallayarak:
—Neyin tadı var? Her şey hormonlu, yediğimiz her şey hastalık! Domates, salatalık eskisi gibi kokuyo mu? Eskiden kesince mis gibi kokardı. Bizim üzüm bağımız vardı. Bir pekmezimiz olurdu ki, küplere doldururduk. Küpleri odaya sıra sıra dizerdik, kış boyu tek yediğimiz pekmezle turşu olurdu. Nerde öyle çeşit çeşit yiyecekler? Şimdikiler de bizi beğenmiyor, yokluk görmemişler ki! Bizim zamanımızda yokluk vardı, çavdar unundan, acımıktan, ekmek yapıp yiyorduk. Kıtlık vardı, açlık vardı. Annem anlatırdı, hiç unutmam. Savaş zamanı, büyük bir kıtlık olmuş, kurban olduğun anam ayaklarındaki çarıkları ıslatıp pişirip yemek yapıp, yemişler. O zamanlar domates tatlıydı, salatalık tatlıydı, her şey tatlıydı. Ağzımız bile tatlıydı!
Yaşı biraz daha genç olan kadın Fatma Hanımla, yaşlı kadına bakarak:
—Acaba diyorum, şimdikiler daha mı şanslı? Bizler hadi kördük, cahildik. Şimdiki gençler okuyorlar, akıllılar. O yüzden kendilerini ezdirmiyorlar. Bizler çok ezildik! Valla ben şimdi doğmayı isterdim. Her şey serbest, her şey bol...
Bu sırada Fatma Hanım atıldı:
—Her şey var, her şey bol ama bereket var mı?
Yaşlı kadın da Fatma Hanımın sözünü onaylar gibi başını salladı. Ortada derin bir sessizlik oldu. Fatma Hanım konuyu değiştirmek maksadı ile:
—Acep görevlilere gelin doğum yaptı mı, yapmadı mı diye sorsak mı ki?
Yaşı biraz genç olan kadın, kafeteryanın köşesinde asılı duran büyük televizyonu göstererek:
—Doğum yapanların adını şu televizyondan yayınlıyorlar. Sona da hasta yakınını çağırıp, valizini alıp götürüyolar.
Fatma Hanım, köşede asılı duran büyük televizyonu görünce, elini ağzına götürüp, şaşkın şaşkın:
-Abooov! Şimdi bizim gelin televizyona mı çıkacak. Yok, anam, çıkarmasınlar. Valla, ele güne rezil oluruz! Fatma gelinini artiz yapmış derler, yok yok çıkarmasınlar!
Kadınlar Fatma Hanımın bu telaşlı ve panik içinde söylediği sözlere güldüler. Yaşlı olan kadın, Fatma Hanımın dizine vurarak:
—Hiç mi görmedin? Bu televizyon sadece burada bulunan insanlara haber veriyo, yani gelinin oğlu oldu, kızı oldu diye, anladın mı?
Fatma Hanım rahatlamıştı ama yinede sevmemişti şu televizyon işini. Oturduğu sandalyeye yerleşerek:
—Haa, tamam, anladım! Aman, ben ne bileyim! Biz televizyonla mı doğurduk sanki!
Kadınlardan genç olanı gülerek:
—Alışmak lazım bunlar güzel yenilikler.
Fatma Hanım dudak büküp, içinden “nesine alışacağım bu gâvur icadının” diye düşündü.
Okuma yazması olmadığı için, konuşup arkadaş olduğu yaşı biraz daha genç olan kadına, televizyona bakıp Zeliha’nın adı geçerse, okumasını söyledi. Birkaç saat daha oradan buradan, hayat pahalılığından sohbet ettiler. O sırada televizyonda Zeliha’nın adı yazıldı. Kadınlardan genç olanı, hemen Fatma Hanımı dürterek, yazıyı okudu.
ADI: ZELİHA SARAL
DOĞUMU: NORMAL
DOĞUM SAATİ: 19.45
KİLOSU: 3600
CİNSİYETİ: KIZ
Fatma Hanım inanamamıştı, tekrar tekrar okuttu, şok olmuştu. CİNSİYETİ KIZ!
Hani oğlan olacaktı? Oturduğu yere adeta yığıldı.