- 863 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çınar-Kaya-İnsan
Çınar-Kaya-İnsan
Oldum bittim terkedilmiş mekanlara farklı bir ilgi duyarım.
Bu mağara ağzındaki yıkık dökük kaderine bırakılmış terkedilmiş duvarları, yabani bitkilerin saltanatını sürdürdüğünü bahçedeki yaşlı zeytin ağaçlarına sarılmış alsak sarmaşıkları izlerken burası benim olmalı demiştim.
“Aman abla ne yapacaksın bu dağ başını” diyenlere pek de aldırmadan hayallerim ne yapabileceğimin resmini çizmişti bile.
Kimse anlamasa da bu dağ başı beni bekliyor gibiydi.
Issızdı, yıkık döküktü, karmakarışıktı, yemyeşildi.
Bu sıcak kurak bölgede nasıl oluyor da yeşil olabiliyordu.
Çevreyi gezerken bunu hemen anlayacaktım.
Kocaman bir kayanın çatlaklarından ince ince sızan bir su vardı. Kayanın her yeri ıslaktı. Çevrenizde ağlayan kaya ismiyle anılan birçok su sızdıran kaya duymuşsunuzdur bu da onlardan birisiydi.
Meraklıyım dedim ya tabi ki hemen araştırmaya başladım.
Bu suyun niteliği neydi.
Bu kaya, bu orman ve bu su varken 80 yaşını aştığı söylenilen bir yaşlı kadın dışında tüm insanlar neden bu bölgeyi terk etmişlerdi.
Ovadaki köyün adı “Yeniköy” dü ama gördüğüm kalıntılar bu köyün asla yeni bir köy olmadığını bar bar bağırıyordu.
Başına doladığı “yedi dağın çiçeği” desenli yazmasının çiçekleriyle yetinmeyip illaki bir kırmızı sardunyaya çiçeğini de kulağına takan şu rengarenk yaşlı kadın benim arayıp da bulamayacağım bir hazine gibiydi.
İsmin nedir teyzecim diye söze girdim.
Sigaran var mı dedi
Sigara içmem ben dedim
Sen içme ama bana sigara getir dedi
Peki dedim.
İsminiz neydi?
Bana herkes hala der . ben bu köyün halasıyım. Sen de hala de ve gelirken sigara getir…
Anladım ki ismini söylemeyecekti.
Bu köylü müsün sen dedim
“Değilim ben bu köye 14 yaşında gelin geldim ha bu eve“ dedi
Ev dediği yerde ev falan yoktu. Bir yıkıntı kulübe eski bir ocağa tutunmuş oracıkta duruyordu.
Halayı zamanla tanıdım.
Köyün en yaşlısıydı. Gelin geldiği o kulübede çocuklarını doğurmuş, sağında solunda aynı avluya bakan kapılardan girip çıkan kayın, kaynana, kaynata, elti, görümce, yeğenler kuzanler uzun yıllar yaşamış, sonra o lanet olay olmuş hepsi köyü terk etmiş ama kocası ölmüş olan HALA tüm lanete karşın kocasının anılarından kopamamış kulübesinden ayrılamamıştı.
Zaten asiydi. Pek de sevmezlerdi kendisini. Bir karakaçan eşekle dağın kekiklerini ona bırakıp herkes ovaya gitmiş yepyeni bir köy kurmuşlardı.
“Sen burasını alırken korkmadın mı?” dedi bana
Çok ıssız ama ben pek korkmam dedim
“Issızlık değil” dedi
“Lanet”
“Ne laneti?”
“Bak kızım“ diyerek anlatmaya başladı.
Su sızdıran kayanın dibindeki kulübesinde kekik sularını şişelere doldururken anlatıyordu ben de öğreniyordum.
Kayadan sızan su bir zamanlar gürül gürül akan bir suymuş.
Kayanın her yerindeki çatlaklardan göbekler atarak coşan çok tatlı içimi güzel berrak bir suymuş.
Köylüler suyun bereketiyle dağın yamaçlarına sıraladıkları minik evlerinde yaşarlarmış.
Suyu keşfetmekte çınardan daha başarılı bir ağaç olmadığından şu koca çınar ta o yıllarda köklerini toprağa daldırmış, boy vermiş suyu buldukça gelişmiş yayılmış da yayılmış. Köy çocukları ulu çınarın gölgesinde ellerinde üzerine yoğurt sürülmüş üstüne toz şeker serpilmiş köy ekmeklerini ısırır kayanın suyuyla da susuzluklarını giderirlermiş.
Derken köylü kalabalıklaşmış….
Memlekette şişe suları satılmaya başlanmış.
Birden büyük şehirlerde çeşmelerden su içilmez olmuş. Ve tabi ki köylüye de güneş doğmuş.
Köy kurnazları hemen akıl(sızlık) yürütmeye başlamışlar.
“Kayanın çatlaklarından şeker gibi su akıyor.”
“Bu çatlaklar ne kadar çok olursa o kadar çok su olacaktır.”
“Çatlakları artıralım.”
“Su satalım.”
“Türünle kim uğraşacak?”
“Nasıl olacak?”
“Çok kolay”
“Dinamit denen bir nesne var oyuklara koyup patlatırız.”
“Tamam mı?”
“Tamam”
Ve dediklerini yapmışlar
Köyün yağız delikanlılarından ikisi dinamitleri yerleştirip ateşlemiş.
O büyük patlama gerçekleşmiş
İki genç paramparça
“Gençlerin etlerini bu çınardan topladılar kızım” dedi hala
Dehşet içerisinde dinliyordum
“Su da kaçtı yok oldu gitti”
Evet aynen öyle olmuştu.
Cahilce patlatılan dinamit iki genci çınarın dallarına lime lime asmış paramparça olan kaya dibine doğru da parçalanmış olacak ki su yer altı yatağına kavuşmuş ve köy hem susuz kalmış hem de iki civanın acısıyla yanmış yakılmış
Bu olay üzerine kayaya kusur bulup köyü, yani dağı toptan terk eden köylü ovaya inmiş, köyün adını da “Yeniköy” diye değiştirmiş.
Yıllardır terkedilmiş olan bu bölgede yabani bitkiler, kayadan sızan ince su, bir karakaçan ve bir de yedi dağın çiçeği yazmalı 80 lik hala beni ne kadar kabul edebilecekti.
İşe bahçedeki yaban otları temizleterek başladığım günün üstünden beş yıl geçti.
O dağa yakışan bir ev, kayadan sızan suları toplamaya çalıştığım küçük göletler, bölgenin doğal bitkisi olan zeytin, mandalina, dut, yenidünya , Frenk elması, kiraz, vişne, üzüm derken çeşit çeşit ağaçlar ve çok sevdiğim yediveren güller…
Ben oraları güzelleştirdikçe yavaş yavaş köylü dağa doğru yanaşmaya başladı.
Eski evler onarılacak gibi olmadığından yerlerine yenileri yapılmaya başlandı.
İnanmayacaksınız ama bu sene kayadan su fışkırdı. Eminim yağan yağmurlar çatlakları bir biçimde tıkadı ve su yüzeye çıktı. HALA suyun fışkırdığını ördükten sonra öldü. Karakaçanı bulamadılar.
Köyün ismi Ataköy olarak değiştirildi.
Bu ismi herkes hemen benimsedi.
Lanet zaten yoktu.
Cehalet en büyük lanetti
TAMAY ÖNAL POLAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.