- 1172 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KELLE
KELLE
10 Mart 2009 Salı 10:14
[Hikaye] Kimden izin alıp koçumun kellesini yiyorsunuz? Sizi şikayet edeceğim!... ve geldiği gibi hışımla çıkıp gitti.
KELLE
Reşit YAMAN
— Biraz dinlenelim yorulduk, dedi biri, canımız çıktı. Sabahtan beri herkes bayram yaparken biz de çalışıyoruz. Lanet olsun böyle kaderin. . .
Kırmızı tuğlaların üzerlerine oturdular. Üç kişiydiler, bir inşaatta çalışıyorlardı. Sabahtan beri İnşaatın üçüncü katına çimento torbalarını taşımaktan üstleri başları toz içinde kalmış tanınmaz hale gelmişlerdi. Kurban Bayramı’nın birinci günüydü ama onlar yine de çalışmak zorundaydılar. Gurbette bayram yapacak halleri yoktu, bir gün daha çalışmak ve bir yevmiye daha kazanmak boş kalıp bayram yapmaktan daha iyiydi. Hem ne bayramı? Kup kuru bir inşaat odasında ne bayramı yapılabilirdi ki?
Birer sigara yaktılar.
—Şu çimento torbalarını taşımak da en kötüsü, dedi biri.
—Ne yapacaksın, o da iş. Bu işi bulamayanlar da var.
Bir ara bir ses duyar gibi oldular. Seslerini kesip kulak kesildiler, çıt yok.
—Kürdoğulları nerdesiniz!. . .
Biri onları çağırıyordu. Üçü de hemen ayağa kalkıp yerlerdeki kırık tuğla parçacıklarına basıp çıtırdatarak balkon tarafına doğru koşuştular. Aşağıda inşaat sahibi onları arıyordu. Yanında bir kadın ve bir kurbanlık bir koç vardı.
İçlerindeki en yaşlıcası,
—Burdayız Haluk Bey! diye bağırdı.
—Ne yapıyorsunuz orda, gelin bakalım!. . .
Birden üçünün de gözleri parladı, kurban kestirecekti patronları, bu akşam et yiyeceklerdi!
Üçünün de kafasından aynı düşünce geçmiş olacak ki üçü de aynı heyecanla üçüncü kattan beton merdivenleri hızla inmeye başladılar ve az sonra patronlarının yanına vardılar. Saygılı bir şekilde eğilip patronun elini sıktılar.
—Bayramınız mübarek olsun Haluk Bey! dediler.
Haluk bey de sanki elim kirlenmesin diye biraz da çekinerek tokalaştı. Yanındaki tombul hanımı da uzak durmaya çalıştı işçilerden. Sanki o ona dokunulsun istemiyordu. İşçiler de bunu anlamış uzaktan,
—Sizin de bayramınız mübarek olsun yenge hanım, dediler.
—Sağolasınz, dedi o da.
—Şu koçu keseceğiz, dedi Haluk Bey, hadi bakalım akşam olmadan bu işi bitirelim.
—Tamam, . dedi işçiler ve hemen patronun getirdiği bıçağı ve ipi alıp işe koyuldular. Az sonra koç kesilmiş ve bacağından inşaattaki bir ağacın dalından asılarak derisi soyuluyordu bile.
Kendilerine akşam yemeği için verilecek eti düşünerek işçiler canla başla çalışıyorlardı. Hatta Kim bilir patronları onlara bir haftalık et de verebilirdi, Kurban etiydi ve zaten bir bölümü fakirlere verilirdi. Kendileri de bunu hak ediyorlardı ve üstelik de bayram olmasına rağmen çalışmak zorunda olacakları kadar fakirdiler. Hem de kurban sahibinin inşaatını yapıyorlardı.
Üçü de bu düşünceleri kafalarından geçirirken zevkten gözleri parlıyor ve göz göze geldiklerinde konuşmadan aynı düşünceleri paylaştıklarını anlıyor ve gülümsüyorlardı.
Patronun karısı, tombul kalçalarını oynata oynata kesilip ayrılan etleri evden getirdiği kaplara doldururken kocası da sigarasını içiyor işçilerin çalışmalarını izliyor ve ara sıra da onlara emirler veriyordu. Derken kısa bir süre sonra tüm etler kesilip doğrandı ve kaplara dolduruldu. Haluk Bey etleri evine taşımalarını söyledi. Az ötedeki bahçeli lüks eve etler taşındı ve Haluk Bey en sonunda da bir çukur kazdırıp kelle ile paçaları gömdürüp gitti. İşçiler birbirlerinin göz lerine baktılar, ortada et namına hiçbir şey kalmamıştı.
—Birazdan gönderir, dedi yaşlıcası, bayram şekeri ve tatlısı ile birlikte getirirler. Herhalde buranın adeti böyledir. Belki de yemeğe çağırır yemek yedirir, sonra da bayram harçlıkları ile birlik te bir poşete et doldurup verirler.
—Öyledir, dediler ötekileri de. Bayram bu, işçisiyiz üstelik. . . Bayram eti dağıtılır, tek başlarına mı yiyecekler?
—Her halde. . . Nerde görülmüş kurban etini tek başına yemek? Merak etmeyin mutlaka payımızı verecekler. Ama bunların adeti bizim oranın adetlerine benzemez olabilir. Demek ki onlar da evlerinde yemek vererek o vazifeyi yapmış olurlar. Bir de onun işçileriyiz. İlk önce hak bizim
—İlk hak bizim tabi.
—Herhalde bizim ama adetleri farklı. Demek ki evlerine çağırıp yemek yedirip ve bir de bize bayram harçlığını da verirler.
—Ne kadar efendice bir adet.
—He. Ne karda efendice.
—Medeniyet görmüşün hali daha güzel.
—He daha güzel.
Davet edileceklerine, bayram harçlıklarının verileceğine ve o gün yiyecekleri et ziyafetine öyle kendilerini inandırdılar ki neşelenmeye başladılar ve şakalaşıp kovalamaca bile oynamaya başladılar.
—Koşmayın! dedi yaşlıcası, ter kokarsınız orada ter kokarsınız, ayıp olur. Haluk Bey’in evini kokutmayın sonra!. . .
—O zaman su ısıtıp yıkanalım, temiz giysilerimizi giyelim. . .
—Olmaz, yevmiyelerimiz yanmasın. Çalışmaya devam edelim. Çağırdıkları zaman yıkanırız.
—O zaman suyu ısıtıp hazır edelim. Su hazırda dursun. Çağırdıkları zaman on dakika içinde yıkanır temiz giysilerimiz giyer gideriz.
—İyi dedin.
Odunların üzerinde dışları simsiyah olmuş gaz tenekelerinde suyu ısıtmaya başladılar. Üç tane siyahlaşmış tenekede su cızırdayarak ısınmaya başladı. Neşeli bir şekilde, akşamki ziyafeti ve daveti de düşünerek neşe içinde çalışırlarken şarkı da söylemeye bile başladılar.
Bir ara biri,
—Yahu şu Haluk Bey de ne iyi adammış! dedi, adama bak ne güzel şeyler düşünüyor işçileri için. Helal olsun delikanlı adammış.
—Evet, dedi öteki onu hemen onaylayarak, delikanlı adammış. Hem de çok güzel kalpli. Böyle iyi insanların işlerini yapmak insana huzur veriyor.
—İyi de adam daha davet ermedi ki!... dedi yaşlısı.
—Ya o da insan, bir bayramda et kestir yedirme olur mu?Aklın alıyor mu?Üstelik onun işçisi ol!
—Hadi çalışın helalına, dırdır yapmayın! dedi yaşlıcası, şimdi gelip davet edecek değil ya. . . Daha etleri pişirecekler.
—Paydos etme saatimizi bekliyecekler, diye ekledi en küçükleri.
—He ya çok doğru. . . Helal olsun adama! Bak bunu hiç düşünmemiştim... Hem yevmiyemizi doğrultmamızı istiyor hem de ziyafet. . . Helal olsun!... Çok iyi adammış bu Haluk Bey!... Hadi o zaman biz de ona çok çalışalım...
Akşama kadar gelecek daveti beklemeye başladılar. Hatta verilecek harçlık ve etin miktarı üzerine tahmin bile yürüttüler. .
—Bence beş kilo kadar et verir ve bir haftalık keyif yaparız.
—Bir haftalık nevaleyi çıkardık.
—Bir haftalık yemek parası cebimizde kalır.
—Keşke her gün bayram olsa. . .
—Yaşadık! Birer de yevmiye, bayram harçlığı!
—Çok güzel. . . Allah razı olsun şu Haluk Bey’den.
Akşam oldu, paydos ettiler ve hemen kırmızı kiremitlerle örülü boş odalara dağılıp dışları dumandan siyahlaşmış tenekelerdeki hazır sıcak suyla yıkanıp saçlarını bir güzel tarayıp tıraş oldular. Temiz giysilerini giyip neşe içinde beklemeye başladılar.
—Açlıktan öldük ya.
—Akşama bol et yeriz diye çok ekmek yemedim.
—Birazdan bol bol yersin. Koç da amma koçtu ha!
—Haluk Bey maldan iyi anlıyormuş.
Zaman geçti ama bir türlü davet gelmedi. İnanamadılar, yok yok bir aksilik olmuştu. Mutlaka acil bir şey olmuştu ve Haluk Bey evden ayrılıp bir yere gitmiş olmalıydı ve onları ve eti falan unuttular. Veya adam eti ayırıp karısına tembih ettiydi gönder diye ama o tombul ördek, geri zekalı karı unuttu ve gece vakti karanlıkta işçilerin yanına gelmeye çekindiği için de gelememişti. Bunları tartışarak hayal kırıklıklarını gidermeye çalışıyorlardı ama zaman geçtikçe sabır ları tükenmeye, sinirlenmeye ve küfür etmeye başladılar.
—İyi de acıktık, onlara güvenip bir şey de alamadık, dedi yaşlıcası.
—Beş on dakika daha bekliyelim… dedi ortancası
—Ya bunlar gösteri için kurban kesiyorlar Müslüman olduklarından değil, s. . . et!. dedi küçüğü.
Sonunda akıllarına bir fikir geldi ve neşelendiler yine . Hemen gidip gömdükleri kelleyi çıkarıp getirdiler, yıkayıp temizlediler ve parçalayıp dışı simsiyah olmuş kocaman alüminyum tencerelerine doldurup, üzerine de su ve tuz ekleyerek haşlamaya başladılar. Az sonra kırmızı tuğ lalı delik deşik duvarların çevirdiği küçücük odada et kokusu yayılmaya başladı. Bu koku onların et ihtiyacını ve iştahlarını daha da kamçılayarak ikide bir pişti mi diye suyundan etinden tatmaya başladılar. Sonunda odanın ortasına yerleştirdikleri tahtadan yapılmış uyduruk masanın üstüne yerleştirdikleri tencerenin içinden pişmiş kelle ve paça etlerini büyük bir iştahla yemeye başladılar. Mideleri doluncaya kadar bir süre kimse konuşmadı. Sağlam ve güçlü dişleriyle etleri hızla sıyırıyor yarış ediyorlardı adeta. Kırdıkları ekmekleri de koca koca parçalar halinde etin sıcak suyuna bastırıp ağızlarına dolduruyorlardı.
Birden güm! diyerek kapı açıldı ve Haluk Bey hışımla içeri girdi. Hiçbir şey demeden gelip tenceredeki kellenin pişmiş parçalarına baktı. Yüzü bir tuhaf oldu.
—Nedir bu! diye hışımla bağırdı.
İşçiler şaşırmışlardı, şok olmuşlardı sanki.
—Görüyorsun. , dedi yaşlıcası şaşkınlığı geçtikten sonra.
—Benim koçumun kellesi mi bu? sordu Haluk Bey aynı öfkeyle
—Evet.
—Kimden izin alıp koçumun kellesini yiyorsunuz? Sizi şikayet edeceğim!...
Ve geldiği gibi hışımla çıkıp gitti. Ötekiler şaşırmışlardı ve hiçbir anlam da vermemişlerdi. . Şaşkınlıkları geçtikten sonra yine yemeye başladılar. Kafalarında düşünceler birbirlerini takip etti ve sonunda anlamaya başladılar. Hem yemeye hem de küfür etmeye başladılar.
—O. . . çocuğuna bak, et getirecek diye beklerken adam gelmiş kelleyi niçin yiyorsunuz, diye kızıyor.
—Hayvanını kestik, doğradık. hakkımızı vermesi gerekirken yediği b.ka bak, it oğlu itin. . .
—Ağzını burnunu kıracaksın. Kurban eti dağıtılmaz mı fakir fukaraya?. . .
—Hakkımızı versin, babasının hamalı mı vardı ki o hayvanı kesip doğradık, kim bu işi bedava yapar ki. . . Ne mecburiyetimiz vardı?
—İnsan değilmiş.
—Değilmiş ve tam sopalıkmış it!
—İt! Yarın paramızı alıp işinden çıkalım. Bu ite artık çalışmayalım.
—Hayır, dedi yaşlısı, çalışacağız ama iş bitiminde yüzüne tükürüp gideriz. Konuşursa döveriz.
—Hak etti.
O gece Haluk Bey onları karakola şikayet etti, koçumun kellesini çaldılar diye ama karakolda komiser de bu işe şaştı ve onu oradan resmen kovdu yüzüne tükürerek. .
03-12-2002 / İstanbul
reşit_yaman@