- 779 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BAYRAĞIN GÖLGESİ VATANDIR...(Bölüm-1) (Öykülerim)
İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atandığı, henüz üç ay olmamıştı. Görev yerine, mesai arkadaşlarına, kendisine bağlı özel okullara, yenice alışmaya başlamıştı. Yeni hükümetin gelip göreve başlamasının üzerinden, on-beş gün geçmemişti. İl Milli Eğitimden bir tayin emri geldi. Gelen bu emirde, önceden Müdürlük yaptığı ortaokula, tekrar öğretmen olarak gönderiliyordu.
Veysel öğretmen, şube müdürlüğü koltuğunda arkaya yaslandı. Elinde tuttuğu kararnameyi, defalarca gözden geçirdi. Okudu. Bir daha, yeniden okudu. Elinde tuttuğu kararnamede, “ Görülen lüzum üzerine eski okulunuzda, ikinci bir emre kadar öğretmenliğinize devam etmeniz uygun görülmüştür “ ibaresi kesin ve net olarak durumu açılıyordu. Bir üst mahkemeye baş vurup göreve itiraz etmeyi düşünürken, kapısı çalındı. İkinci Şube Müdürü Kazım öğretmen girdi içeriye. Onunda elinde bir kararname vardı. Gülümsüyordu. Ama, gözlerinde bir acı, hüzün seziliyordu. O da, Veysel öğretmenle birlikte İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde, Şube Müdürü olarak göreve başlayanlardandı. Kazım bey, Veysel bey, Kadir bey, üçü birlikte gelmişlerdi bu binaya. Hep birlikte göreve başlamışlardı. Hepside şube müdürü idi.
Şimdi; İl merkezinden, adlarına birer yazı gönderilmiş, biri eski okuluna öğretmen, diğeri ilçeye bağlı bir köy ilkokuluna öğretmen, öteki ise Anadolu’nun bir köşesindeki bir ilçeye, Milli Eğitim Şube Müdürü olarak gönderiliyordu. Az sonra, Veysel öğretmenin yanına Kadir öğretmen de geldi. Onunda elinde bildik bir yazı. Anadolu’nun uzak bir köşesini gösteriyordu. Veysel’in odasında toplandılar. Veysel öğretmen, arkadaşlarına gülümseyerek :
----- Yeni görev yerleriniz hayırlı olsun, dedi.
Kazım öğretmen biraz sinirliydi. Sesi titriyordu :
----- Sağ ol Veysel bey, cümlemize dedi.
Kadir öğretmen, biraz esmer tenliydi. Yüzü daha da kararmış, daha sonra bembeyaz olmuştu. O da sinirliydi. Çaresiz bir sesle :
----- Üzülmeyin arkadaşlar. Bizler, yıllar yılı nice yerlerde görev yaptık. Oraya da gideriz., dedi.
Veysel, içlerinde en sakin olanıydı. Soğuk ama emin kelimelerle :
----- Kadir bey doğru söylüyor. Bayrağın dalgalandığı her yer, o bayrağın gölgesi, vatandır. Bizim görevimiz bu. Eğitim ordusuyuz. Yurdun her köşesinde, görev verilen her yerde, görevimizi yapmakla mükellefiz. Ve bizler, bunun bilincinde olan insanlarız. Üstümüzde oturan, omzumuzdaki büyükler, öyle istemişler. Bizler de, buna uyarız. Bu, o kadar basit, dedi.
Kazım öğretmen, biraz daha sinirli bir sesle :
----- Her şey güzel hoşta, acaba her şey bu kadar basit mi ? Elbette bayrağın gölgesi vatandır. Dünyanın neresinde dalgalanırsa bizler, orada görev yapmak zorundayız. Bu bizim görevimiz. Bunun, bilincindeyiz. Ama, neden ? Burada göreve başlayalı, henüz üç ay olmamış. Bu kadar kısa zaman içinde, bunca telaşa, bunca sıkıntıya, bunca bürokrasiye ne gerek vardı? Bizim gibi küçük memurun kaderi, her zaman, üst kademedeki bürokratların elinde ezilip, acı ve zorluk çekmek mi ? Bu şartlar böyle devam ederse, benim öğretmenim bu ulusa, bu memlekete ne verebilir ? Nasıl başarılı olabilir ? Her hükümet değiştikçe, müsteşarlar, bakanlar değiştikçe, alttaki küçük memur hep böyle yerinden olursa, görevi ve görev yeri üç ayda bir değişirse, istikrarı nasıl sağlarız ? Başarıyı nasıl yakalarız ? Bu insanlara ne verebiliriz ? Bu milletin yetişmiş kadrolarına yazık değil mi ? Bu milletin parasına, harcırahlarına yazık değil mi ? Bu devletin ilgili kurumlarına, bütçelerine, deneyimli, saygı değer elemanlarına hem ayıp hem de yazık değil mi , dedi.
Veysel öğretmen, ayni sakin tavrıyla arkadaşlarını teselliye çalıştı :
----- Haklısın, haklısı Kazım bey. Haklısın da, emir kulusun. Doğru ve yanlışı değerlendirecek yerde, fikrini açıklayacak makamda, değilsin ki ! Sen, ben o. Biz küçük memurlar, emre uymakla yükümlüyüz. Üstü, bizi yönetenlerin taktiri ve kararına bağlı. Sistem bu. Elimizden bir şey gelmez. Bize verilen emri uygulamakla sorumluyuz. Ama, bir yolu var. Bir üst kurula, mahkemeye baş vurmak. Ben, bu yolu uygulayacağım. Bu doğal hakkımız. Fakat, mahkeme sonuçlanıncaya kadar da, yeni görev yerlerimizde işe başlamak zorundayız. Çünkü, bence en makul olan yol bu. Aynı zamanda, bana, asaleten verilen bir görevdi burası. Bu nedenle, mahkeme kararı ile geri gelebileceğimi, umut ediyorum. Gerekirse, rapor alıp mahkeme sonuçlanıncaya kadar yeni görevde, işe başlamayı erteleyebilirim, dedi.
Kadir öğretmen, biraz daha sakinleşmiş bir sesle:
----- Senin emekliliğin gelmiş durumda, Veysel hoca. Bizim daha üç-dört senemiz var. Benim de günüm dolmuş olsa, öyle rahat konuşurum. İcabında rapor, ardından senelik izin alır, mahkeme sonucunu beklersiniz. Gerekirse, yeni atandığınız göreve gitmez, emekliye ayrılırsınız. Bizim durumumuz ise, senden farklı. Bizleri üzen ve düşündüren nokta orası, dedi
. Kazım öğretmen :
----- Kadir bey, kendi açısından haklı. Biz, hemen telaşa düşüverdik. Halbuki, daha çalışacak zamanımız var. Ama, Veysel hocada, hemen ayrılmak zorunda değil. Birden bire paniğe kapılmayalım, dedi.
Bu yoldaki konuşmalar sonucu, bordro mahkumu öğretmenler, son zamanlarda, siyasi etkiler altında kalıp politik kararlar alan bürokratların, bu kıyım yapan, siyasi kararlarına uymak üzere ayrıldılar. Önlerinde, belirsiz bir yarın vardı. Ve onlar, bu belirsiz yarını, yaşamaya hazırlanıyorlardı.
Milli Eğitimin isimsiz askerleri, yeni görevlerinde çalışmaya başlayalı, henüz iki ay olmamıştı ki, bir gün postadan, birer mektup aldılar. Ayrı görev yerlerinde, üçü de heyecanla gelen mektuplarını açtılar. Mektuplar ; bir önceki, geldikleri görev yerinden, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ndeki arkadaşlarından geliyordu. Ellerindeki mektuptan öğrendikleri kadarıyla, eski yerlerine atanan, gelen şube müdürleri de görevden alınmış, bir başkaları yeniden atanmıştı. Görevden alınan arkadaşları da, akla gelmeyecek yerlere gönderilmişler, onlar da alıp başını gitmek zorunda bırakılmışlardı. Kazı öğretmene gelen mektubun içinden bir şiir çıktı. Bu şiir bir anonim şiirdi. Yazarının, yani şairinin adı yoktu. Şiir, Atatürk’ün ağzından yazılmış, Türk halkına, insanına, gençlerine, özellikle de, eğitimci ve bürokrat kadrolara seslenen bir şiir gibiydi. Sanki, Türk milletine Atatürk’ün gönderdiği son mektup , son şiir gibiydi. İsmi de zaten bu düşünceyi doğrular gibiydi. Şiirde, şu mısralar yer alıyordu :
ATATÜRK’TEN SON MEKTUP
Siz beni hala anlamadınız
Ve, anlamayacaksınız çağlarca da
Hep tutturmuş, “ Yıl 1919 Mayısın 19’u diyorsunuz.
Mustafa Kemal’i anlamak bu değil.
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil !
Bırakın, o altın yaprağı artık.
Bırakın, rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ?
Mustafa Kemal’i anlamak, yerinde saymak değil .
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil !
Bana buluşlar getirin bir daha.
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan.
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden, anladınız mı ?
Uzaya, Türk adını, Atatürk kapsülü ile yazdınız mı ?
Mustafa Kemal’i anlamak, avunmak değil.
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil !
Hala o acıklı ağıtlar dudaklarınızda.
Hala oturmuş, l0 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın !
Uluslar, fethine çıkıyor uzak dünyaların.
Mustafa Kemal’i anlamak, göz boyamak değil.
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Beni seviyorsanız ve eğer anlıyorsanız.
Laboratuvarlar da sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı, kitaplar.
Ancak böyle aydınlanır, o sonsuz karanlıklar.
Mustafa Kemal’i anlamak, ağlamak değil.
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü...
Görüyorum ki, hala aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kavgasız gülen !
Mustafa Kemal’i anlamak, işitmek değil !
Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil !
Arayı kapatmanızı istiyorum, uygar uluslarla.
Bilime, sanata varılmaz, rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister.
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter yeter !
Mustafa Kemal’i anlamak, aldatmak değil.
Kazım öğretmen, bu şiiri defalarca okudu. Vekaleten, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığı odasının penceresinden, doruklara kadar karla kaplı dağın, çam ağaçlarına gözleri takıldı. Bir süre, o noktaya dalıp gitti. Çalan telefonun sesi Kazım hocayı, daldığı dünyadan uyandırdı. Telefona eğilirken, göz pınarlarından iki damla süzülüyordu. Bir elinin parmak uçlarıyla yaşlarını silerken, telefon ahizesini kaldırdı :
----- Buyurun efendim, ben İlçe Milli Eğitim Müdür vekili Kazım Güvenli, dedi.
Karşıdaki ses, İlçe Kaymakamıydı. Önemli bir sorunu kendisine sormak için aramıştı. Tok ve kalın bir sesle :
----- Müdür beyim, nasılsın ? Sen aramayınca, ben aradım. Önceki gün konuştuğumuz sorun, yine gündeme geldi. Az önce, Valimle konuştum. Dokuz Pınarlar köyünün öğretmeni, rapor almış. Sanırım, tayinle uğraşıyormuş. Köyün okulu, öğretmensiz kaldı. Acele bir öğretmene ihtiyaç var. Vali beyim, en az iki ay, öğretmen gönderemem diyor. O zamana kadar da, birinci dönemin sonu gelir. Çocuklarımızın öğrenimi ve eğitimi geri kalır. Ne yapabiliriz diye, seni aradım, dedi.
Kazım öğretmen, sakin bir sesle :
----- Doğrudur, sayın kaymakamım. Bende, az sonra sizi arayacaktım. Tam aklımdan geçtiği anda, telefon çaldı. Ben, iyiyim efendim. Teşekkürler. Sayenizde, iki-üç aya yakın bir zamandır, yabancılık çekmeden, buralara alıştım. Ben, az sonra makamınızda olacağım. Orada detaylıca görüşürüz. İzninizle, diyerek telefonu kapattı.
Suat TUTAK
BAYRAĞIN GÖLGESİ VATANDIR...(Bölüm-1) (Öykülerim) Yazısına Yorum Yap
" BAYRAĞIN GÖLGESİ VATANDIR...(Bölüm-1) (Öykülerim)" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.