- 19068 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
YETİMHANE ÇOCUKLARI
Onların gözlerinde ki açlık ne oyuncak, ne yiyecek, ne para, ne eğitim nede bunlara benzeyen başka bir maddi açlıktır. Onların gözlerindeki açlık sadece ve sadece sevgi açlığıdır. Yetimhane görevlileri ne kadar eğitimli olurlarsa olsunlar, yetimhane müdürü ne kadar baba olursa olsun, yetimhane memurları isterse şefkat abidesi olsun yetimhanede ki hiçbir şart ve durum onların gözlerindeki bu sevgi açlığını tatmin etmez. Sonuçta para ile verilen şefkat da, babalıkta, eğitimde sabah sekizde başlar ve akşam beş de sona erer, nöbetçi personelin ilgisi de sonuçta yetimhanede ki çocuk sayısına bölününce çocuk başına düşen ilgi kadardır.
Yetimhanelere kapılarına bazen siyah jeepler, mersedesler yanaşır. Bu araçlardan gözlüklü süslü püslü, solaryum esmeri, krem beyazı kürklü, altınları yürüdükçe şakırdayan, ayaklarında ceylan derisi çizmeleri salına salına yürüyen kadınlar iner. O kadınların yanında süste pozda o kadınlardan geri kalmayan, göbekli, gerdanlı, pahalı ipek kravatlı, rolex saatlı, yumurta topuk ayakkabılı, altın dişli ve göbeğini hoplata hoplata yürüyen erkekler vardır. Arkalarından elleri oyuncak kurtuları yüklü bir şoför ve yardımcı bulunur mutlaka. Yetimhane müdürü ve en kıdemli öğretmen onları kapıda bekliyorlardır. Ve muhakkak ellerini ovuşturuyorlardır.
Yüzlerinde yalaka dalkavukların ifadeleri vardır. İki tarafta birbirini iyi tanır. Bir taraf dostlar alışverişte görsün diye, yada alışverişteydik dediklerinde yalan olmasın diye yetimlere oyuncak getirmekle vicdanını cüzdanı ile aklamaya yada aklamaya çalışıyormuş gibi gözüken burjuva, diğer taraf belki yetimhaneye okkalı bir çek koparırda bende bu arada yolumu bulurum umudunda olan yetimhane yönetimidir. Aralarında sessiz bir anlaşma vardır. Yurt yönetimi fotoğraf ve video çekimi için tertip almıştır bile. Şükran plaketleri çok önceden hazırlanmıştır. Bunlar arkadan kargoyla gönderilir yardımsever(!) aileye. Tabi çekde kesilir bu arada, üstelik vergiden de düşülür. Sonra orda çocuklara hediye dağıtırken çekilen resimler, sosyete dergilerinde boy boy reklam olur camiaya.
Yetimhane çocukları alabildiğine kullanıldıklarından habersiz oyuncaklarla birkaç saat oynar, sonra anne ve baba sevgisinin eksikliğinin yarattığı hırçınlıkla hediyeleri ya duvara ya yere atar yada üstüne çıkarak tepinir ve çöpe atarlar. Tabi hediyenin kıymetini bilmedikleri için bir güzel dayak yerler görevlilerden, yada akşam yemeği verilmez, yani aç bırakılırlar. Küçük olanlar hediye dağıtımı biten burjuvanın arkasından bağırırlar beni de götür, beni de götür diye. Ama duymazlıktan gelir ziyaretçi zenginler. Arkalarına biler bakmazlar. Eğer içlerinde bazı kadınlarda bir damla vicdanı kalan varsa gözlüğünü bile çıkarmadan, gözlüklerinin üstünden gözlerinin nemini siler.
“Kartal Cevizli’de kundağa sarılmış bir halde Balıklıdere’ye bırakılan 10 günlük bir bebek, gece evine dönen vatandaşlar tarafından fark edildi. Bebeği su içinde, sırılsıklam bir vaziyette bulan vatandaşlar, durumu hemen karakola bildirdiler. Olay yerine gelen polisler, soğuktan mosmor olmuş bebeği karakola götürerek ilk tedavisini yaptılar ve ona mama verdiler. Donmak üzere olan bebek kendine geldikçe etrafına gülücükler saçmaya başladı.”
Bu satırlar, herhangi bir günlük gazetenin incecik bir sütununda, yüzlerce haber arasında kaybolup giden sıradan bir haberin bir paragrafı aslında. Ancak bu satırlara “haberler içinden bir haber” gözüyle bakıldığında, hayatın bu kesiti, aynı zamanda hayatın en önemli paragraflarından birisi!..
Kabul edelim ki hızlı kentleşme ve modernleşme olgusu ile birlikte çocuklarımız, evimiz, dahası, büyük Türk ailesi büyük sorunlar yaşıyor. Boşanmalar artıyor, tek ebeveynli ya da boşanmış-parçalanmış aileler çoğalıyor. Yani toplumumuz hızla değişiyor ve bu değişim aileyi de etkiliyor. Belki “deprem”in en dramatik sahneleri çocukların şahsında görüldüğü için, ilk önce onların gözyaşları dikkatimizi çekiyor. Onların dramı yansıyor topluma.
Onları ya cami avlusundan, ya sokak köşesinden, ya kahvene girişinden, ya da bir çınar dibinden ya bir sabah ezanı sonrası, ya akşam alacakaranlığında bulunarak karakola getirilirler. Yanlarında kargacık burgacık bir ilkokuldan terk bir genç annenin yalvarışı vardır. Mahalle baskısı, aile töresi, aldatılmışlık, tecavüz ve ekonomik nedenlerin bir ya da bir kaçı sıralanır satırlarda ve yalvarış vardır bulana, bebeğime iyi bakın diye.
İşte burada bakışlarımızı sosyal devlet meselesine çevirmemiz gerekiyor. İnsanların hayatlarını daha müreffeh yaşayabilmesini amaç edinen sosyal devlet, günümüzde özellikle dayanışmacı ruhun azaldığı bir dünyanın vicdanı olarak büyük önem arz ediyor. Ama unutmayalım ki sosyal devlet olmak, yurttaşlarına sunulan “sosyal hizmetler”e gereken önemi vermekle mümkün hale gelebilir. Tüm bilimsel veriler ve araştırmalar da çocuğun en uygun yetişme ortamının aile yanı olduğunu; ailenin, çocuğun psiko-sosyal gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor.
Sorunun ana kaynağı, aile odaklı politikalar üretemememiz. Aynı zamanda bu sancının önemli bir boyutu, Türkiye’deki sistemin kendisinden kaynaklanıyor. Batıcı dünya görüşü başlangıçta sadece kültürel değerler olarak getirilmek istendi ülkemize. Yapılan faaliyetler, Türkiye’de geleneksel yapıyı yıkmak ve Batı değerleri istikametinde yeni bir toplumsal yapılanışı sağlamak amacına yönelikti. Onun için geleneksel yapı, yoğun darbelerin hedefi oldu. Fakat uzun süre toplum, ailesini bir sığınak gibi kullandı ve direndi. Oysa şimdi ilk güzel şeyleri öğrendiğimiz ocağımız, tehlikelerle karşı karşıya. Bunun üzerinde düşünüp kurtuluş kapısına yönelmeliyiz.
“Arnavutluk’ta yetimhanelerdeki çocukları taciz etmekten suçlu bulunan İskoç’a 20 yıl hapis cezası verildi. Tiran’daki mahkeme, Edinburgh’dan gelen bir yardım görevlisi olan 57 yaşındaki John David Brown’u, çocukları taciz etmekten suçlu buldu ve kararda, mahkumun "topluma tehdit" oluşturduğu bildirildi. Brown’un cezasını çektikten sonra Arnavutluk’tan sınır dışı edileceği belirtildi. John David Brown’un avukatı, müvekkilinin temyize gideceğini söyledi.” Onların en büyük dramlarından biride buradakine benzer cinsel tacizlerdir. Yetimhanelerini taciz haneye dönüştüren devletlerin geleceği karanlıktır.
Savaşlarda bile en büyük tehlike onları beklemektedir. İşte bir haber. “Amerikan CBS televizyonu, ABD askerlerinin başkent Bağdat’ta yaptığı arama sırasında girdikleri bir binada buldukları 24 yetim çocuğun görüntülerini yayınladı. Üzerleri tamamen çıplak olan çocuklar dışkıyla kaplıydı. Aç ve susuz olarak uzun zamandır yetimhanede bulunan çocuklar tedavi görmeleri için hastaneye kaldırıldı. Geçtiğimiz hafta Irak’taki Amerikan askerleri bir yetimhanede çırılçıplak halde yataklarına bağlanmış, aç ve susuz 24 çocuk buldu. Hemen hepsine tecavüz edilmiş ve işkence uygulanmıştı. Çocukların ajanslara düşen fotoğraflarına bakınca uzun süredir aç oldukları anlaşılıyordu. Hem de raflarda ağzına kadar dolu duran yüzlerce gıda kutusuna rağmen. Binada bulunan üç görevli, çocuklar açlıktan ölmek üzereyken bile onlar için değil, kendileri için yemek pişiriyormuş. Yetim çocukları odalarda yerde yatarken bulan 82. Hava İndirme Tugayı’ndan bir grup asker odaya girdiklerinde önce bütün çocukları ölü sanmışlar ve anlamak için üzerlerine basketbol topu atmışlar. Çocuklardan biri hafifçe kafasını kaldırıp askerlere bakınca çocukların yaşadığı anlaşılmış. Engelli, çıplak, ayaklarından yataklara zincirlenmiş, üzerleri dışkılarıyla kaplı, aileleri savaşta gözleri önünde öldürülmüş tam 24 çocuk. Yetimhane görevlileri tutuklanmış, çocuklar hastaneye kaldırılmış. İyileşirlerse yeniden yetimhaneye gönderilecekler. Bir başka yetimhane haberi de Nergis kasırgasının yıktığı Myanmar’dan geldi. Cunta yönetimi ülkeyi vuran kasırgada anne ve babasını kaybeden çocuklar için yetimhaneler açacağını duyurdu ama bizzat kendi ihmalleri yüzünden meydana gelen felakette kaç çocuğun yetim kaldığını ya da kaç yetimhane açılacağını belirtmedi. Halkına kasırganın vuracağını haber vermeyen ve on binlerce insanın ölümüne göz yuman cuntanın yetimhanelerinde ne olacağı daha ilk günden tahmin edilebilir. “
İnsan neden yetim kalır? Kimsesiz kalır? Ya çocuklar! Neden atılırlar dayanılmaz bir kırılganlığın uçurum dibine. Yoksullukta, savaşlarda, doğal afetlerde ve birçok psiko-sosyal-ekonomik olumsuz koşullarda en çok etkilenen toplumsal gruplar içinde çocuklar gelmektedir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca çocuklar toplum tarafından özel olarak korunmuşlardır. Korunmaları gerekmiştir. Bu toplumsal koruma, çocukluğun doğası gereği zorunlu olmuştur. Buna rağmen daha çok toplumsal koşulların zorlamasıyla yeterli beslenememekten, sağlık hizmetlerine ulaşamamaktan, yoksulluktan vb nedenlerden ötürü çocuklar ölmektedir. Çocuklar sokağa düşmektedir. Çocuklar ufacık bedenleriyle sömürülmektedir. Bakın dünyanın görünmeyen ya da görünür yüzüne milyonlarca çocuğu görürüz, korunmaya muhtaç bir halde. Çocukluk bu nedenlerden dolayı birçok ülkede toplumsal sorun kategorisi olarak kabul görmüştür. Çocuk refahı politikası gündeme gelmiş, çocuk hakları olgusuna önem verilmiştir.
Türkiye de ki yetimhanelerin durumu gerçekten içler acısıdır. Bakın bu yakın tarihte nasıl gündeme geldi.?
“İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in ortanca oğlu Prens Andrew’un eski eşi York Düşeşi Sarah Ferguson’un, ITN muhabiri ile Türkiye’de iki yetimhanede yaptıkları çekimler sonucu hazırladıkları haber daha yayımlanmadan büyük yankı uyandırdı.
Mail on Sunday gazetesinde yayımlanan haberde, Sarah Ferguson ve ITN ekibinin Ankara yakınlarında Saray Çocuk Esirgeme Kurumu ve İstanbul’daki Zeytinburnu Rehabilitasyon Merkezi’nde yaşadıklarına geniş yer verildi.
Habere göre, York Düşesi Ferguson, Ankara yakınlarındaki 700 çocuk ve genci barındıran Saray yetimhanesine girmek için normal yollarla başvuru yaptı. Ancak bunun kabul edilmemesi üzerine siyah peruk ve eşarpla kılık değiştirip binalara girdi. Gözyaşlarını tutamadı Gazete, gizli çekimler sonucu hazırlanan ve 6 Kasım’da ITN televizyonunda yayımlanması beklenen programın hazırlanması sırasında gizlice girilen yetimhanede oturdukları yerlere bağlanan çocuklar, altları değiştirilmeyen yetişkinler, yerlerde yatırılanlar gibi kötü görüntülerin bulunduğunu yazdı. Düşeşin bu görüntüler karşısında gözyaşlarına hâkim olamadığı belirtildi.
Mail on Sunday’e konuşan ITN muhabiri, yetimhane görevlisinin kendilerini içeri almaya pek istekli olmadığını ileri sürerek şunları söyledi: “Kendisinden binanın kapısını açmasını istediğimiz bir görevli pek istekli görünmedi. Niçin böyle yaptığını şimdi daha iyi anlıyorum. Gözlerimizin önünde yüzlerce kırmızı ve mavi renkli çocuk karyolası denizi vardı sanki.
Emekleyen ve 13-16 yaş arasında olan çocuklar bir mekânda bu karyolalar içindeydiler, birçoğu el veya ayaklarından karyolaların metal korkuluklarına bağlıydılar. Bir köşede 1.5 metre yükseklikteki bir kutu içinde olan küçük bir erkek çocuğu bizi merakla gözlüyordu. Çalışanlar çocuğun karyolada tutulamayacak kadar hiperaktif oldugu için oraya konduğunu söyledi. Burası bir yetimhane değil, terk edilmiş çocuk deposuydu.”
“Çok ürkütücüydü” Türkiye’deki yetimhanelere daha önce de gittiğini anlatan ITN muhabiri, Türk hükümetinin yetimhanelerde değişiklik yapacağına söz verdiğini ve gelişmeleri görebilmek için yeniden gittiğini anlattı. Mail on Sunday, ITN muhabirinin “AB’ye girmeye çalışan Türkiye’ye gittik. Bu bağlamda gördüklerimiz çok ürkütücüydü” sözlerine de yer verdi. Gazete, yurttaki durumu değiştirmek için Ferguson’un kızlarıyla birlikte mücadele etmeye karar verdiklerini de yazdı. Utandıran raporla gündeme gelmişti.
Sarah Ferguson’un, kılık değiştirerek çekim yaptığı, SHÇEK’e bağlı İstanbul’daki Zeytinburnu Rehabilitasyon Merkezi ile Ankara Saray ve Ayaş Rehabilitasyon Merkezi daha önce de işkence iddialarıyla gündeme gelmişti.
Washington merkezli, Uluslararası Zihinsel Engellilik ve Psikiyatride İnsan Hakları Kuruluşu (MDRI), Türkiye’de iki yıl süren çalışma sonrası hazırladığı raporda, söz konusu iki kurumda zihinsel engellilere işkence gibi tedavi yöntemleri uygulandığını iddia etmişti. Eylül 2003 - Temmuz 2005 tarihleri arasında yapılan araştırmada, iki merkezde de beyne elektrik akımı verilerek uygulanan EKT’nin gereğinden fazla ya da bir ceza yöntemi olarak kullanılabilir hale geldiği vurgulanmıştı.
Söz konusu raporda, Dünya Sağlık Örgütü’nün anestezili bile olsa çocuklar üzerinde EKT uygulamasını yasaklamasına rağmen, Türkiye’de 9 yaşında çocukların bile EKT uygulamasına tabi tutulabileceği belirtilmişti. Adı geçen merkezlerde insan hakları ihlalleriyle ilgili olan rapor, dünya basınında da şoke edici ifadelerle yayımlanmıştı. Uzmanlar görüntüleri bugün inceleyecek ITN televizyonundan Türkiye’ye gönderilen görüntüler, Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun talimatıyla sosyal hizmet uzmanlarınca bugün incelenecek. ITN’nin benzer görüntüleri Romanya’da da çektiğini savunan yetkililer, “harmanlama yapılıp yapılmadığını” anlamaya çalışacaklar. Çekimlerin izinsiz yapılmış olabileceğine dikkat çeken yetkililer, Çubukçu’nun 3 yıl önce İngiltere’deki bir kimsesizler yurduna yapmak istediği ziyaretin kabul edilmediğini anımsattı.
Yetimhanelerden yetişen çocukların çok idealist olup çok başarılı olanları da vardır. İşte onlardan birinin hikayesi.
“Genç adam yarı uykulu girdi işyerine. Sekreter; Günaydın Engin Bey. Bugün görüşeceğiniz kişilerin listesi. Bunlarda sizi arayarak bulamayanlar. Haluk bey bugün mutlaka görüşmeniz gerektiğini söyledi. Bir de bugün arkadaşlarınıza göndereceğiniz bayram hediyeleri kargoya verildi. Size de birkaç hediye geldi. Masanın üzerinde. Gelen kutularda orada. Sekreter bir çırpıda sıraladı tüm bunları. Genç adam karşılık vermeden odasına girip kapıyı kapattı.
Büyük odada her şey yerli yerindeydi. On iki senedir aynı büroda avukatlık yapıyordu. Beraber çalıştığı insanlarla arası gayet iyiydi. En çok da çaycı çocukla sohbet etmek hoşuna gidiyordu. Kimsesi olmayan ve handa yatıp kalkan bu çocuk ona çok samimi ve içten geliyordu. Kendine olan güvenini de taktir ediyordu. Çaycı çocuk da ona fazlasıyla saygı duyuyor başı sıkıştığında oluyordu. Belki de bunu bilmek hoşuna gidiyordu. Koltuğuna oturup camdan dışarı boş gözlerle baktı. Dışarıda koşuşturan insanlar, ellerindeki alış veriş paketlerini zor taşıyor gibiydiler. Çocuğunun elini sımsıkı tutmuş giden bir anne çekti dikkatini. Çünkü o kadar mutlu gözüküyordu ki, tebessüm etti. İleride mendil satan üstü başı perişan, üşüdüğü her halinden memnun olan çocuğu görene dek sürdü tebessümü...
Aniden asıldı suratı. Derin bir of çekip, sekreteri yanına çağırdı. İçeri giren sekretere biraz para verip dışarıda mendi satan çocuğu gösterdi:
- Gidip bütün mendillerini satın al ve fazladan parayı da ver dedi.
Sekreter anlam verememişti. Ama istenileni yapmak zorundaydı. Anlam veremese de koşar adımlarla çıktı dışarı...
Genç adam tekrar dışarıyı seyretmeye koyuldu. İnsanlar o kadar hızlı koşuşturuyorlardı ki, bir an hiç kimse yaşadıklarından zevk almıyor, sanki zamanını doldurmaya çalışan mahkumlar gibi volta atıyorlar diye geçirdi içinden. Oysa bayram günü mutlu olmalı gülümsemeli insanlar... Tüm bunları beyninden geçirirken kendisini düşündü. Aslında kendisi de çok mutlu değildi. Her gün onlarca dava ile uğraştıktan sonra eve yorgun gittiği için eşine ve çocuğuna gereken ilgiyi gösteremiyordu. Çok çalışmalıyım, çok para kazanmalıyım, çocuğumun geleceğini en iyi şekilde temin etmeliyim, büyüdüğünde benimle gurur duymalı. Sadece onları rahat yaşatmak için çalıştığından dolayı yorgun ve sinirli olduğumu anlamaları gerek aslında. Ne yapsam hepsi onlar için diye düşündü...
Sonra kendi yaşantısı ile oğlunun yaşantısını kıyasladı. O kadar farklıydı ki, hiç unutamadığı bayrama döndü. Zengin biri bayramda hediyeler getirmişti yetimhaneye. Herkese dağıtmışlardı ona da bir tane verildi. Büyük bir heyecanla açmıştı paketi. Çok güzel bir araba çıkmıştı içerisinden. Sevinçle arabayla oynarken büyük çocuklardan biri hızla çekerek kaptı elinden arabayı:
- Bu artık benim olacak sen bununla oyna diyerek tüylü bir tavşan atmıştı önüne.
Uzun süre için için ağlamıştı. Ama şen kahkahalar atan arkadaşlarının arasında kaybolup gitmişti hıçkırıkları. Aklı hep o güzel kırmızı arabada kalmıştı. Belki de o yüzden dedi gülümsedi. Oğluna aldığı hediyeyi açıp baktı. Evet farkında olmadan yine ona parlak kırmızı uzaktan kumandalı araba almıştı. Oysa oğlu arabadan bıkmıştı. Çünkü her hediye almaya gittiğinde farkında olmadan eli hemen arabalara gidiyordu. Yine öyle yapmıştı. Evde onlarca araba vardı ve hiç biriyle oynamıyordu oğlu.
Eminim bu arabayı da görünce sevinmeyecek bile. Ama bunları gördüğünde mutluluktan uçacak bir çok çocuk var.Nemlenmiş gözlerini elleriyle sildi ve çekmeceyi açıp eskimiş tüylü tavşanı çıkardı. Sımsıkı sarıldı ona. Senelerdir saklıyordu onu. Nelere şahit olmuştu bu minik tavşan. Yetimhanede o soğuk geçen gecelere, orada aşağılanmalarına, sürekli itilip kakılmasına, gece çalışıp gündüz okumasına, ayakkabı boyacılığı yaptığı zamanlarda da bu tavşan hep yanındaydı. Yatakta gizli gizli, için için ağladığına da bu tavşan şahitti. Onun donuk gözlerine bakarak yemin etmişti okuyacağına. Okuyup büyük adam olacağına. Okumalı ve hayattan intikam almalıyım diye düşündüğü zamanlarına da sadece bu tavşan şahit olmuştu.
Eliyle tavşanı okşarken geçmiş film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Yaşadığı zorlukları düşününce derin bir oh çekti. Kafasını kaldırdığında ise, oğlu ve eşini gördü. Hızla sildi gözlerini ve onları tebessüm ederek karşıladı.
-Hanım hoş geldiniz hayırdır ne işiniz var burada? Eşi cevap verdi.
-Hayır bey hayır. Sadece oğlumuza yaşadığını, zorluklarla nasıl mücadele ederek bu hale geldiğini anlatınca o da evdeki tüm oyuncaklarını parlak kağıtlara sarmış yetimhanedeki çocuklara götürmek istiyormuş. Biz oraya gidiyorduk sen de gelir misin diye soracaktım.
-Genç adamın gözlerinin içi parladı. Oğlunu kucağına alıp sıcak bir öpücük kondurup:
- Eminim bu arabayı da görünce sevinmeyecek bile. Ama bunları gördüğünde mutluluktan uçacak bir çok çocuk var. Nemlenmiş gözlerini elleriyle sildi ve çekmeceyi açıp eskimiş tüylü tavşanı çıkardı. Sımsıkı sarıldı ona. Senelerdir saklıyordu onu. Nelere şahit olmuştu bu minik tavşan. Yetimhanede o soğuk geçen gecelere, orada aşağılanmalarına, sürekli itilip kakılmasına, gece çalışıp gündüz okumasına, ayakkabı boyacılığı yaptığı zamanlarda da bu tavşan hep yanındaydı. Yatakta gizli gizli, için için ağladığına da bu tavşan şahitti. Onun donuk gözlerine bakarak yemin etmişti okuyacağına. Okuyup büyük adam olacağına. Okumalı ve hayattan intikam almalıyım diye düşündüğü zamanlarına da sadece bu tavşan şahit olmuştu
Eliyle tavşanı okşarken geçmiş film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Yaşadığı zorlukları düşününce derin bir oh çekti. Kafasını kaldırdığında ise, oğlu ve eşini gördü. Hızla sildi gözlerini ve onları tebessüm ederek karşıladı.
-Hanım hoş geldiniz hayırdır ne işiniz var burada? Eşi cevap verdi.
-Hayır bey hayır. Sadece oğlumuza yaşadığını, zorluklarla nasıl mücadele ederek bu hale geldiğini anlatınca o da evdeki tüm oyuncaklarını parlak kağıtlara sarmış yetimhanedeki çocuklara götürmek istiyormuş. Biz oraya gidiyorduk sen de gelir misin diye soracaktım.
Genç adamın gözlerinin içi parladı. Oğlunu kucağına alıp sıcak bir öpücük kondurup:
-Yavrum seninle gurur duyuyorum, derken sesi titriyordu.
Çekmeceyi açıp tüylü tavşana bir kez daha baktı ve gülümseyerek ceketini giydi ve odadan çıktılar. Sekreter onların çıktığını görünce telaşla seslendi:
-Efendim nereye gidiyor sunuz? Randevularınız var unuttunuz mu?
Adam gurur ve sevinçle oğlunun minicik eline sımsıkı sarılmış vaziyette hızlı adımlarla ilerleyerek sekretere cevap verdi:
-Hepsini iptal et!
- Peki arayanlara ne diyeyim efendim?
- Gerçek dünyadaki, gerçek insanlarla randevusu varmış yirmi yıl kadar gecikmiş bir randevu ama o yine de gidecekmiş dersin...
Sekreter bir şey anlamamıştı. Bir şeyler daha soracaktı ki, adam çocuğunun elinden tutarak çoktan uzaklaşmıştı oradan....”
Muhakkak ki yetimhaneler bir ihtiyaçtır. Olmalıdır da. Ama böylemi olmalıdır? Yoksa başka türlümü olmalıdır? Onun cevabını da okuyucularıma bırakıyorum…
YORUMLAR
Merhaba,
yaziyi zorlanarakta olsa okudum cunku gecenin bu saatinde uzunca bir yazi okumak kolay degil, en cok kirmizi harfler gozumu aldigi icin zorlandim :-)
Yanlis anlamayin okuduguma hic pisman degilim, boylesi bir yazi icin cani gonulden tesekkurler.
selamlar,
abdullah konuksever