- 2361 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Suskunlar Üzerine
“Her musiki, sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi.”
(s.231)
Suskunlar’da (Galata Mevlevihanesini bundan yaklaşık 5 yıl kadar önce ziyaret etmiştim, ziyaretimin asıl nedeni Orhan PAMUK’a ait Kara Kitap içerisinde geçen bir hikayenin Ömer Kavur yardımı ile senaryo uyarlaması olan Gizli Yüz filmi ve bu film içinde geçen Şeyh Galip’e ait epigraftı, ve mezarını görmek istedim – mezarlık kısmının adı yanlış hatılamıyorsam Hamuşhane-Sessizler evi idi) yazar (İhsan Oktay Anar) bana göre “Ben benim, benim ben” demektedir.
Neden mi aşama aşama düşündüklerimi sizinle paylaşayım;
Kitap;
“Hiç bir şey hayat kadar şaşırtıcı olmaz, kitap hariç”.
Tanrı’nın niteliğini bilme ve ona ulaşma yolundaki deneyimini, düşüncelerini “Enel Hak” sözünde özetleyen Hallac-ı Mansur yapıtının yanlış anlaşılması yüzünden işkenceyle öldürülmüş, “Hallac’la aynı yoldayız” diyenler ise susmuş ve canını zor kurtarmışlar. Buna karşılık, Şeyh Bedrettin, Kitap’ta var olduğunu ve bulunduğunu sandığı sırrı Varidat’ta “Sofi kaynağı gizli tutar ayan ederse öldürürler” demesine rağmen açıklamış ve o da Hallac gibi öldürülmüş.
Sır ulu orta söylenemez, sırrı açıklamak için mistik terimlere ihtiyaç vardır. Sırrın açıklanması Tanrı’nın gazabını ya da ahalinin kinini çekecektir bu sebepten ilm-i esrar-ı musiki (aslında ilm-i esrar-ı huruf) ile bunları yaymaya bir arada tutmaya çalışılır.
Suskunlar’da bu sır musiki arcılığı ile anlatılmak istenirken aslında sır birçok diğer yapıttı olduğu gibi kitabın kendisidir bana göre. Yazar Fihi Mafih’teki (kelime anlamı içindeki içindedir – bana göre ben benim, benim ben’dir Fihi Mafih) Mevlana’nın öğüdüne uyarak “Ben Hakkın kuluyum demez ben Hakkım” diyerek bir bir olanları bize kahin aracılığı ile anlatmış, sanırım İhsan Oktay Anar. Orhan Pamuk’un Kara Kitap – Yeni Hayat – Kar romanlarında olduğu gibi karakterler denizinde kimi zaman önemli, kimi zaman önemsiz bir kişi olarak yer alıyor ve her zaman kurgunun şer bölümünde bu kurgunun bir başkasının düşü olduğunu bize hatırlatan bir yazardır İhsan Oktay ANAR.
Aslında rüya’da rüya görmek uyanıklıktır dersek tüm kurgu boyunca işaret ile işaret edilen arasına konulan ayna ile hep aynı şeyin bilinmeye mahkum olduğu vurgulanmaya çalışılır.
Yokluk, ayna; varlık, aynadaki akis; insan o aksin gözü gibidir. Kara kitapta Celal ayna, Galip aynadaki akis; Rüya ise o aksin gözüydü, Suskunlar’da ise Kahin ayna; sazendeler aynadaki akis, ve Neva ise o akislerin gözü yada özüdür sanırım.
Tüm kurgu her parçanın ayrı ayrı bütünü içermesine, her şeyin her şeyi yansıttığı bir yansımalar evreni olarak biraz Kara Kitap vari aslında özü olarak Mesnevi gibidir. Detaylar olaylar, kurgular yumağında, hikayeden hikayeye, öğütten öğüde atlayarak hikaye içinde hikaye öğüt içinde öğüt vererek ilk hikayenin ne olduğunu unutturarak -başlangıcı unutturarak-, hep bir olanı anlatırlar aslında.
Kitap boyu tüm kurgu tarihten bir yaprak okunacakmış hissi ile başlar; “Muhteşem Neyzen Batın’ın mahdumu Zahir’in şehre gelmesinden önceydi” ya da “elbette bunlar Cüce Efendi’nin Sofuayyaş Mahallesi’ne gelmeden önceydi” gibi örneklerle bizleri esrarın içine çeker. KurgununTağut Efendi ve Neyzen Batın’ın varlıklarıyla değişeceğini bizlere bildirir.
Oğuz Atay’ın benim için bir külliyat olan Tutunamayanlar’ıdır tüm Suskunlar bana kalırsa. Günaha karşı çıkan ama işlemeden edemeyen, Musikeden nefret eden ama çalmadan edemeyen, ölesiye kin tutanından, hiç kin tutmayanına, aynı yolun yolcusu olup da beraber barınamayanına, nerdeyse tunç devrinden, İsa’dan (Yahuda’dan –“Diğerlerine üstün geleceksin. Beni giydiren kişiyi kurban edeceksin- (İsa Yahuda’ya sesleniyor)) “diyen Yahuda’nın bazı gnostiklere göre gerçek peygamber olduğu görüşü son zamanlarda oldukça rağbet görüyormuş ve Suskun’lar da da yerinin bildirilmesini adeta dayatmış gibiydi sahte Mesih, bu sayede gerçek mesihe bir şey olmayacaktı (5)) bu romanda anlatılan jestler, duygular, tutkular, gevezelikler, sahtelikler romanın seslendiği okuyucunun ta kendisidir bence.
Üslup
Yazarın bakış açısında, gördüğü şeylerin sonucunda bir şeçim yapması gerekmektedir yani bir üslubu olmalıdır, kitabın içerisinde de belirttiği gibi kusurlu bir kusursuzluk yaratır bana göre, şöyle ki Franz Kafka’nın Dava’sında, Orhan Pamuk’un Kara Kitap- Kar-Yeni Hayat’ın da, Goethe’nin Genç Werther’in acılarında, Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşıyanlar’ında, Tutunamayan’larnda, Tehlikeli Oyunların’da olduğu gibi karakterler normal hayatlarına dönemezler asla çünkü barınamazlar, bu sebepten ölmeleri öldürülmeleri gerekir, hayatta kalsalar dahi artık dönüşüme uğramılardır, Galip Celal, Osman Orhan, Hoca Kölesine. Hem bize benzerler ama aynı zamanda da bizle bağdaşamazlar, barınamazlar, fakat Davut yaşamaya devam eder anlaşılan o ki Neva’ya daha da yakınlaşmıştır.
Konu;
Bir yandan da Türkiye’yi Osmanlı aracılığı ile anlatır bizlere; Şehirler şehri Şehri İstanbul’un sokaklarının hala kirli olduğunu, Usta çırak ilişkilerini, sosyal hayattaki kaosumuzu, maşuka ulaşmanın halen daha nerdeyse kaf dağına çıkmak olduğunu anlatır. Kitap siyasetin her kahvehanede, hayatın her alanında yer alan bir toplumda hiç belirtilmemesiyle, olayların her zaman kaba kuvvetle sonuçlanması ile kurgudaki toplumun siyasi tavrını da gösterir.
Karakterler;
Suskunlar’daki kurgu karakterlerin ortak bir noktada çatışmaları bunları bir bütünlük halinde görmemizi sağlar. Olay örgüsünde işlevi olmayan şahısların yer almaması ve şahıslar arasında birbirine bağlı ilişkiler ağı yüzünden, roman, Tanpınar’ın Halid Ziya’nın unutulmaz eseri Aşk-ı Memnu’ya atfettiği deyişiyle bir satranç oyununa benzer yada başka bir ifade ile dans figürüne benzetilebilir, her kişinin ve hareketin bir karşıtını buluruz roman boyunca.
Yazar;
İhsan Oktay ANAR’ı kısaca itusözlük yorumu ile anlatmak gerekirsegenel olarak kitaplarında varoluş felsefesiyle birlikte zaman konusunu işleyen, bunu yaparken de tarihe yön veren biçok önemli şahsiyete atıflarda bulunan tarzıyla modern türk edebiyatında kendine has bir yer bulan nev-i şahsına münhasır yazardır.
Bana göre bir yazar bir kitabı “Yaşamış olmam gereken ne varsa düşledim ve yaşadım” (3) demek için yazar, Fethi Naci ifadesi ile “En büyük yaşamışlığı, hiçbir şey yaşamamışlığı olmasından dolayı yazar. Ölümsüz olmak, ölümsüz kalmak için kendini bir Tanrı olarak gördüğü için yazar, “Hepinize, herkese neden o kadar çok çok kızdığımı belki anlarım” dediği için yazar, Hep gidilecek bir yer varmış ve oraya -tıpkı bir rüyadaki gibi- bir türlü gidemiyormuşum duygusundan kurtulmak için yazar. (4)
Bu süreçte de biz okuyucular yani bir anlamda da –Suskunlar’a—onun bu hazzını paylaşmamıza, onun kurduğu tuzakları bulmamız için bizi yine onun bıraktığı izleri aramanın heyecanını, yolun sonuna aslında her şeyin başına onun kuralları ve kurgusu ile gitmeye çalışırız okuma uğraşı ile.
Sonuç
Umarım buraya kadar sizi sıkmadan okutmayı becerebilmişimdir, son söz olarak ;
Yazarlık bir nebze hastalıklı bir ruh gibidir, insan kendını Tanrı yerine kor ve yarattığı iki kapaklı dünyaya hapsede;
“Gerçekte kendimizi doğrudan göremeyiz ve bu iş için bir aynanın aracılığına muhtacızdır. Evren bir aynalar ve yansımalar toplamıdır.. Bu aynalar değişik derecelerde Yaratıcı’nın görünümlerini yansıtır. Aslında yüz bir tanedir ama aynalar görülen yüzün sayısını arttırır. İnsan, onu yansıtan en mükemmel aynadır. Başlangıçta donuk ve cilası bir ayna olan evren insanın yaratılışı ile cilalanmış ve böylece tamamlanmıştır. Bu yüzden insan Yaratıcı katında, bakmakta olan bir göz bebeği gibidir; biz O’nu gördüğümüz zaman kendi nefsimizi görürüz ve O bizi gördüğü zaman kendi nefsini görür.” (1)
Tanrı’nın resmini yapmaya kalkışmış ressam yoktur demek yanlış olur, evren içindeki sonsuz yaratma gücüyle boyuna çoğalan, kendine duyduğu aşkla sarhoş bir Tanrı’nın otoportresi’dir; çizen de O’dur çizilende. (1)
İnsan olarak bizler hayatta bazı seçimler yapmak, bazı kararlar almak ve bu aldığımız kararların sonuçlarına bedellerine katlanmak zorundayızdır, bu bedelin ne olduğunu ne olacağını kimse bilmiyor sanırım. Bu kararlar yanı sıra bazı görevlerde üstleniriz (games people play –İngilizcesi daha anlamlı gibi geliyor nedense).
Bu seçimlerin başlıcası başka bir yazardan alıntı ile;
“Kitabı bitirdiğinde – hemen değil, bir süre sonra belki kitabı unutmuşken- bir gece ışığı söndürüp yatağa uzanacaksın…. Uyumaya çalışırken, kollarını başının altında kavuşturup karanlık tavana baktığında aklına ölüm gelecek. (Bunun kaçınılmaz olduğunu biliyorsun, zaten çoğunlukla bu uyku kaçırıcı zalim düşünce aklına düşer.) Yine kaçınılmaz olarak ölümden sonrasını düşüneceksin. Sonrası için neye inanırsan inan, içinden çıkılmaz bir çetrefilin, seni ilk defa korkutacak bir çıkmazın farkına varacaksın. Sonsuzluğun.
Sonsuzluğu anlatmak, birşeyler çiziktirmk içinse bazı kararları ilk kelimeyi yazmadan vermek gerekir;
Ölümden sonra yok olup gitmek bir çıkar yol mu, ruhun bedeninle birlikte çürüyecek olması sana korkunç gelmiyor mu? Yoksa ölümden sonra başka yaşamlara sahip olacak ruhunun sonsuzluğu daha mı çıldırtıcı? Seçimi daha yeğ tutlabilir olan ölümden sonra tekrar dirilebileceğin ya da sana sonsuz yaşamlar verecek disiplinler doğrultusunda yapabilirsin, hem bu sana düşünsel sürecine müdahale şansı verir; öyle ya, aklın ve ruhun her yaşadığın hayatta daha da gelişecek (birçok disiplin bunu öngörüyor), geliştikçe belki bu tuzaktan bir çıkış yolu bulmak olası hale gelir. Sonsuz bir yaşam istiyor musun?
Karar sana bırakıldıysa hangisini tercih ederdin? Ölümünden sonra tümüyle yok olup gitmek mi seni mutlu ederdi, yoksa yeni yaşamlar, sonsuza kadar yaşamanın,sonsuzluğun hüznü mü? Kararı bir kez vereceksin ve ne denli önemli bir karar verdiğinin farkında olacaksın.”….
Sanırım bizler Suskun olmayı, yazarlar ise sonsuzluğu tercih ediyorlar, sonsuzluğu bir sonlu kurgu ile anlatabilmek dileği ile….
BarışALTUĞ-01:30 8 Kasım 2007 Şehirler Şehri
Epigraflar;
“Her musiki, sesin değil de, aslında sessizliğin bir taklidi.” - İ. O. A - Suskunlar
“Ben Benim, Benim Ben” – Orhan PAMUK - Beyaz Kale
“Hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olmaz, kitap hariç”. – Orhan PAMUK – Kara Kitap
“Games people play” Oğuz Atay - Günlük
Alıntılar;
(1)Ergun KOCABIYK – Yazılı Yüz
(2) Orhan PAMUK – Beyaz Kale
(3)Fethi NACİ – Türk Romanında Ölçüt Sorunu
(4) Orhan PAMUK – Babamın Bavulu – Nobel Konuşması,
(5) National Geographics (Yahuda İncili) Mayıs 2006
(6) Ahmet KARCILILAR –Yağmur Hüznü
YORUMLAR
üniversitede bir süre derslerini izlemiştim oktay hoca'nın. ve suskunlar en sevdiğim kitabı oldu. "bu romanda anlatılan jestler, duygular, tutkular, gevezelikler, sahtelikler romanın seslendiği okuyucunun ta kendisidir bence." evet, belki de bu yüzdendir...
"Oğuz Atay’ın benim için bir külliyat olan Tutunamayanlar’ıdır tüm Suskunlar bana kalırsa. Günaha karşı çıkan ama işlemeden edemeyen, Musikeden nefret eden ama çalmadan edemeyen, ölesiye kin tutanından, hiç kin tutmayanına, aynı yolun yolcusu olup da beraber barınamayanına, nerdeyse tunç devrinden, İsa’dan (Yahuda’dan –“Diğerlerine üstün geleceksin. Beni giydiren kişiyi kurban edeceksin- (İsa Yahuda’ya sesleniyor)) “diyen Yahuda’nın bazı gnostiklere göre gerçek peygamber olduğu görüşü son zamanlarda oldukça rağbet görüyormuş ve Suskun’lar da da yerinin bildirilmesini adeta dayatmış gibiydi sahte Mesih, bu sayede gerçek mesihe bir şey olmayacaktı..." farklı bir bakış; hiç bu açıdan düşünmemiştim.
bu arada, edebiyat sitesinde, gerçekten edebiyat üzerine yazıyorsanız, sayfanıza kimse uğramıyor! :)